İfşa edilen nedensizlik

MURAT ÖZBEK

Bir eylemin kapasitesi sadece eylemin olmasını barındırmaz. Eylemin olmaması da eylemin kapasitesinin içinde mevcuttur her zaman. Mevcuttur mevcut olmasına ama eylemin olmama hali kendini bir nedensizlikle ifşa eder. Bu, baş edilmesi zor bir durumdur. Olmamanın mevcut olması bir paradokstur. Örneğin, yaşam hakkı savunulabiliyorsa bu, ölüm hakkının mevcut olmasından kaynaklıdır. Bu örneğin tam tersini düşünemeyiz; çünkü yaşamı bildiğimiz için bunu bir nedene bağlayabiliyoruz ama ölümde bir nedensizlik açığa çıktığından neden öne sürülemez. Bu durumu bir karşıtlık üzerinden değil, siyasetteki bölünme üzerinden düşünmek bizi çıkmazdan çıkaracaktır.

Sabit ve hareketli metaforlar
Yusuf Atılgan’ın Anayurt Oteli karakterinin eylemleri tam da sözünü ettiğim nedensizlik üzerinden ilerler. Bir otel kâtibi, gecikmeli Ankara treniyle gelen bir kadına âşık olur. Roman bir paradoksla başlar. Otel kâtibi sabittir, hiçbir yere gecikmez, çünkü bir otelde her şey yerli yerine konulur. Bu yüzden ona gecikilmez de aynı zamanda. Sabit olan otel kâtibi ve gecikebildiği için hareketli olma kapasitesini barındıran kadının karşılaşması romanın gidişatını belirler. Bu gidişat Zebercet üzerinden uzamla, hareket halinde olan kadınla da zaman üzerinden ilerler. Ama romanın asıl belirleyeni uzam olmuştur. Birer metafor olarak değerlendirildiğinde zaman uzama uğrar ama orada barınamaz. Kadının otele gelişi bazı nedenlere bağlanır. Bu nedenler tahminler üzerinden ilerler elbette ama bu tahminler eylemin gerçekleşmesinden dolayı mümkün olmaktadır. Fakat kadının otelden ayrıldıktan sonra gelmeyişi tanımlanamaz olanı açığa çıkarır. Zebercet farkında olmadan ondaki aşk başkası tarafından ifşa edilmiştir. Peki, neden bu kadına aşık olunmuştur? Bu durumun bir nedeni yoktur. Romanda bir cinayetin duruşma sahnesinde hâkim, katile cinayetin nedenini sorar; “-Ağır bir söz mü söyledi sana? Vurdu mu?” ‘“Bilemiyorum nedensiz olamaz mı ağır bir söz söylemek vurmak ya da konuşmak vurmamak bir şeyler uydurmamı istiyor yaptığımı yasaların daracık bir bölümüne sığdırmak…”’

Zebercet’in yemesinin, uyumasının, berbere gitmesinin aşık olmasının, temizlikçi kadını boğmasının ve en nihayetinde ölmek istemesinin bir nedeni yoktur. Tüm bunlar yapılanların “yasaların daracık bir bölümüne” sığdırılamamasından kaynaklıdır. Zebercet’in bu durumun farkına varması gecikmeli Ankara treniyle gelen kadının ondaki aşkı ifşa etmesinden sonraya tekabül eder ama “sonra” ifadesi her ne kadar bir zaman vurgusu olsa da sonranın sonra oluşunu belirleyen oteldir.

Gecikmeli Ankara treniyle gelen kadın otelde havlusunu bırakmıştır. Bir otel kâtibinin oldukça alışkın olmasını beklediğimiz bir nesnedir bu ama ifşa edilen aşktan geriye kalan tek şey olduğu için arzu nesnesine dönüşür. Bu nesne bir süre sonra yolculuktan gelmiş olmanın bütünlüğünden çıkıp otelin bir parçasına dönüşür. Zira bir oteli en iyi tanımlayan nesnelerden biridir havlu. Bu ândan sonra Zebercet’in arzusu ulaşılamaz bir yerde durur ve gecikmeli Ankara treniyle gelen kadından umudunu keser. Artık otele müşteri almamaktadır. Otel dışında vakit geçirmeye başlar; çünkü müşterisi olmayan otelde kalmanın anlamı yoktur. Üstelik romanın gidişatında otelden yer yer konak diye söz edilir, ki otel olmadan önce bir konak olduğunu öğreniriz. Bir geçmişe dönüş, zamanın devreye girmesi söz konusu olur. Zamanın devreye sokulmasıyla kafasını meşgul etmeye çalışır Zebercet ama kafasını meşgul etmeye çalışmasının nedeninin nedeni bir bilinmezdir. Dolayısıyla zamansal vurgu bir çıkış yolu olarak denenmektedir fakat başarısız bir deneyim olarak son bulur -Tecrit edilmiş uzamlarda zamanın düzenleyiciliği iptal edilir, ki Anayurt Oteli zaten tam da bu noktaya oturur, zebercet giderek saatin varlığını ve düzenleyiciliğini kozmik zamanın kaotikliğine bırakır. Hatta sahte isimlerle otel defterini tutması saatin düzenleyiciliğine ironik bir şekilde direnmeye başlar.

Geriye ne kalır?
Bir otel kâtibi için erişilmesi arzulanan en yüce yer nedensizler içinde en nedensiz görünen ölüm, oldukça cazip bir hal alır. Artık ölüme kendini göstermektedir. Romanda diyaloglar arası geçiş sert olmasına rağmen Zebercet’in yaşamdan ölüme geçişi yumuşak bir şekilde gerçekleşir. Ölüme yürümeden önce birkaç defa “Ne ölüyüm ne sağım.” şeklindeki ifadeyi tekrarlar. Romanda ölüm olanakların en sonuncusu olarak tarif edilir. “Yorumlar, nedenler önemsizdi; kesin değildi. Önemli olan insanın edimleriydi. Değişmez tek bir kesinlik vardı insan için: Ölüm.” Tüm bunları anlatırken romanın müthiş bir kurguya sahip olduğunu belirtmeden geçmeyelim. Olanakların en sonuncusu gerçekleşirken de bize nedenlerden bir ipucu bırakılmaz. Zebercet’in boynuna ipi geçirmeden önceki ân tüm olanakları barındırdığı için Atılgan, bu ânı katlanılamayacak bir özgürlük olarak tarif eder. Zebercet ipi boynuna geçirip ayağının altındaki masayı devirdikten sonra ise kolları ipi tutmaya çalışır. Yazar katlanılamaz özgürlükten vazgeçilen bu ânda kolların havaya kalkmasını şöyle yorumlar: “(Ne oldu? Yapmayı unuttuğu bir şeyi mi anımsadı birden? Ya da yeryüzünde tek gerçek değerin kendisine verilmiş bu olağanüstü yaşam armağanını korumak, her şeye karşın sağ kalmak, direnmek olduğunu mu anladı giderayak? Yoksa bilinçsiz canlı etin ölüme kendiliğinden bir tepkisi miydi bu?)” Turgut Uyar, “iyimser bir sonuç’a” isimli şiirinde soru işareti koymadan sorar: “ben bir gün giderim ki neyim kalır/eksik bıraktığım her şeyim kalır” der. Edip Cansever için sonrası kalır, Yusuf Atılgan için ise neden sorusunun cevapsızlığı kalır.