Rahmetli babaannemin sık kullandığı bir sözcüktü "ıhbala" (ıkbala). Ne za

Rahmetli babaannemin sık kullandığı bir sözcüktü "ıhbala" (ıkbala). Ne zaman bu-nalsa, ikilemde kalsa, karar veremese o sözcüğe sığınırdı. Ele avuca sığmaz dört torun, dört bir yandan sıkıştırıp; "Ya babaanne" diye zorlardık, "Böyle durmadan namaz kılıyorsun, cennete gideceğim diye, ama ya cennet-cehennem yoksa?" Şöyle biraz düşünür, biraz ya sabır çeker, sonra "ıhbala" der savardı bizi başından. "Ne çıkarsa bahtıma" ya da "dur bakalım ne olur" anlamında.

"Ihbala" bizim oralardan başka yerlerde de kullanılıyor mu, kullanılıyorsa nerelerde kullanılıyor, bilmiyorum. Ama, kimin hangi üniversiteye yerleşeceğinin belli olduğu şu günlerde hangi gençle konuşsam, babanne-min o lafı gelip yerleşiyor dilimin ucuna, bütün söylediklerini özetleyen bir sözcük olarak.

Aslında, durum üniversite sınavları öncesi de, hatta üniversite bittikten sonra da pek farklı değil gençler için. Günümüz kapitalizmi, insanların, özellikle de gençlerin, hayata bakışını getirip bu sözcüğe kilitledi: Ihbala!

Kapitalizm, bugün en gelişmiş olduğu Batı toplumlarında bile, kitlesel boyutta işsizlik yarattı. İstatistiklerde pek görülmese de, bir başka önemli sorun da insanların niteliklerine uygun olmayan işlerde çalışmaları. Yeni ekonominin en önemli sektörlerinde ve en köklü kurumlarında çalışıyor olsanız da, bugünden yarına nerede olacağınıza dair bir kural yok artık. Belli hedeflere ulaşmak için sabıra dayalı stratejiler oluşturmanın eski önemi kalmadı. Yapılan araştırmalar gösteriyor ki, gençler birdenbire zengin olmayı da birdenbire sı-fırlanmayı da normal karşılıyorlar.

ABD'de iki yıl önce yapılan ve 70'lerin üniversite eğitimi almış gençleri ile günümüzün gençlerini karşılaştıran bir doktora çalışması, aralarındaki temel farkı, "eskiler amaçlarını net olarak ortaya koyabilen ve uzun erimli stratejik kazanımlar peşinde koşan, günümüz gençleri ise günlük fırsatlar peşinde ve amaçlarını netleştirmekte zorlanan insanlar" olarak saptıyor.

Aslında, durum bizde de farklı değil ve bu, biraz da, kapitalizmin 70'lerden bu yana aldığı biçimle ilgili olmalı. Yine ABD'de, 1992'den 2002'ye gelirken ağır sanayinin en önemli dalı olan çelik endüstrisinde üretimin 75 milyon tondan 102 milyon tona çıktığı, aynı dönem içinde sektörde istihdam edilen işçilerin sayısının ise 289 binden 74 bine düştüğü gözleniyor. İngiltere ve ABD'de alt sınıftan birinin alt-orta sınıfa yükselme şansı yüzde 20, Almanya'da yüzde 15 ve bu oranlar da alt sınıfa düşüş oranlarıyla dengeleniyor.

Öte yandan, yeni ekonominin iş olanakları yarattığı alanlardaki şirketlerde "deneyim" işletme için anlamını kaybediyor. İşletmenin kullandığı bilgi, o kadar hızlı eskiyor ve sık yenilenmesi gerekiyor ki, eski bilgi üzerinden "deneyim" kazanmış ve yeni bilgiye direnen personel yerine, sürekli genç elemanları işe alarak çalışmak daha "avantajlı" sayılıyor. Toplumsal sorumlulukları daha az olan gençlerin, şirkette sorunlar çıktığında gösterdikleri tepki, "direnmek"ten çok, çekip gitmek şeklinde oluyor.* Bu da, sürekli yeni gençler istihdam etmeyi işveren açısından cazip kılan bir başka neden olsa gerek.

1930'ların büyük ekonomik krizinde fabrika önlerinde iş bekleyen kitleler çoğunlukla eğitimsiz ve vasıfsız işçilerdi. Günümüz kapitalizmi eğitimli ve vasıflı insanları da, üstelik en gelişmiş olduğu ülkelerde, işsiz bırakıyor. İş, sürekli yer değiştirip, eğitimli vasıflı emeğin daha ucuz olduğu yerlere kaçıyor.

Öyle bir dünyada yaşıyoruz ki, gençler üniversiteye hazırlanırken karşılarında belirsizlik var, üniversiteye girdiklerinde belirsizlik, üniversite bittikten sonra, hatta işe girdiklerinde belirsizlik. Önlerine belirsizlikten başka bir şey koymayan bir düzende, uzun vadeli stratejik planlar yapmadıkları için gençleri ne kadar suçlayabiliriz ki?

Üretilen zenginliğin daha adil bölüşüldüğü bir düzen arayışınız yoksa, hayattan ne beklediğiniz sorusuna verebileceğiniz bir tek yanıt kalıyor: Ihbala!

* Richard Sennet, The Culture of the New Capitalism, New Haven&London: Yale University Press, 2006.