Trump ve benzerleri dünya genelinde iktidarlara tutundukça popülizm tartışması da yeniden alevlendi. Tartışmalarda Trump ve benzerlerinin ne kadar kötü olduğu konusunda hemen herkes hem fikirken işin ‘sol’ kısmı biraz daha karmaşık. Bir yanda ‘onlar yapıyor, biz neden yapamıyoruz’ ya da ‘biz de yapalım’ ekolü var. Öteki tarafta ise popülizmi kibar bir küfür gibi kullananlar.

Bunlar arasında bir tercih yapmak zorunda mıyız emin değilim. İspanya’da Podemos, Yunanistan’da Syriza ve Almanya’da Demokratik Sosyalizm Partisi sol popülizme örnek gösteriliyor.

Sağ ve sol popülizmin ortak paydası ‘teoriye’ göre elitizm karşıtlığı ve ‘establishment’ dediğimiz düzenin ve dümenin başındakilere karşı olmak.

İngiltere’de Jeremy Corbyn’in liderliğindeki İşçi Partisi de sıklıkla ‘sol popülist’ olarak tanımlanmaya başlandı. Hem buna itiraz etmek gerek, hem de Trump’ın popülizmi ile Corbyn, Syriza, Podemos benzeri ‘popülizmleri aynı kefeye koyma hatasına düşmemek gerek.

Zaten Trump ile Corbyn’i yanyana koysanız aradaki milyonlarca farkı bulmanız çok zaman almaz. Trump karşı olduğunu iddia ettiği elite dahil birisi, bütün kariyeri şaibeli veya ahlaki sınırları zorlayan icraatlerle dolu ve belli bir program bütünlüğü olmayan kontrolsüz saldırgan bir kişilik.

Corbyn ise bunların tam olarak zıddını temsil ediyor. Trump’ın İngiltere’de bulunacak en yakın ikizi olsa olsa Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi başkanı Nigel Farage olur.

Derdimiz Jeremy Corbyn’i savunmak değil elbette ama Corbyn’e popülist diyenlerin ekseriyet Muhafazakar Parti taraftarları olduğunu da hesaba katarsak bu iddianın amacının ne olduğu daha net görülebilir. İktidarı kaybetmenin arifesinde bir parti en büyük rakibini nerden vurabilirim çabasında.

Ancak popülizmin en temel karakterlerinden birisi muhalefete tahammülünün olmaması. Bunun da en iyi örneklerinden bir seçki günümüz Türkiye’sinde de bulunabilir ama orayla sınırlı değil, Macaristan, Rusya, Venezuela... liste uzun. Özetle ‘bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyim’ diyebiliriz.

Sol popülizm de elit karşıtlığından daha fazlası olmalı. Anti-kapitalizm olmadan, toplumsal adalet olmadan, barışçıl olmadan, neoliberal küreselleşmeye karşı olmadan sol popülist olunmaz vesselam. Ancak bunların hangisine aklı başında bir muhalif karşı çıkabilir? Bunun yanına Sosyalizmi de eklediğinizde Corbyn ve bugünkü İşçi Partisi oluyorsunuz hatta bir adım öne geçiyorsunuz.

Corbyn liderliğinde İşçi Partisi popülizm olarak nitelenebilecek bir kaç şey yaptı belki ama bunların bütün içerisinde küfür olan popülizmden ayrıştığını görmek gerek. Partinin şimdilerdeki sloganı ‘bir kaç kişi için değil çoğunuz/ çoğunluk için’ buna örnek olabilir ama bunda dahi Trump’a kıyasla ılımlı bir ifade olduğunu, o kalan bir kaçın ‘halk düşmanı’ ilan edilmediğini söyleyebiliriz.

Chantal Mouffe’a göre bu Thatcher’dan bu yana iktidarda olan neo-liberal siyaset tarzını tahtından indiren ve siyasi tartışmayı yeniden taraf olma eksenine getiren bir değişim. Bunda da o kadar beis olmasa gerek. Siyaset müdür atamaktan bir adım daha ileri bir şey olmalı diyorsak başka bir siyaset de mümkün. Aksi takdirde dünyanın her ülkesinde en geniş kesimleri etkileyen ve kesintisiz süregiden adaletsizlikler ve eşitsizlikler karşısında ‘eşyanın tabiatı böyle’ deyip ‘şükür’ edip dururuz. Bunların kaçınılmaz olmadığını düşünüyorsak ve değiştirmek için bir plan program da varsa doğal olarak bunun popüler olması gerek. Sağ ve sol popülizmler arasında bir fark olacaksa bu da barıştan ve doğrudan yana olmak üzerine kurulmalı. Kandıranlar ve kandırılanlardan uzak popülizme itiraz yok.

İyi haftalar ve bol şanslar.