Madem Memleket Tabipliği yapacağız… Sağlıktaki gündem ne kadar yoğun olsa da… Arada memleketin diğer meselelerine de

Madem Memleket Tabipliği yapacağız… Sağlıktaki gündem ne kadar yoğun olsa da… Arada memleketin diğer meselelerine de kalem kaçırmadan olmuyor.
Siyasal İslam’ın bütün toplumu teslim alma sürecinde var gücüyle yer alan yandaş medya denilince… Akla ilk elden Sabah, Zaman, Yeni Şafak, Bugün, Star, Taraf geliyor da…
Vakit, nedense… Operasyonel haberleri ve saldırgan üslubu dışında daha az dikkate alınıyor.
Oysa tam da sosyalistlerin hep sözünü edip bir türlü beceremedikleri… “Ayrı ayrı yürümek, birlikte vurmak” taktiğini uyguluyorlar hep birlikte.
Farklı gibi görünseler de… Her daim senkronize… Aynı anda aynı hedefe vuruyorlar.
İdeolojik öncü, politik vurucu, parti müfettişi görevini de amiral gemisi Vakit yerine getiriyor.
•••
Abdurrahman Dilipak Vakit’teki 7 Nisan tarihli yazısında…
Balyoz operasyonunun son dalgasında yaşananlardan bahsediyor.
“Bu adamlar hâlâ içine düştükleri durumun farkında değiller. Durumu kabullenmekte zorlanıyorlar. ... Bir gün öğrenecekler ve anlayacaklar, ama o zamana kadar çok acı çekeceğe benziyorlar..” diyor.
“Eğer daha fazla direnecek olurlarsa daha trajik sonuçlarla karşı karşıya kalacaklar.”
Kimler mi?...
Deniz Baykal, Devlet Bahçeli, Sabih Kanadoğlu, İlker Başbuğ.
Bitmedi…
YARSAV’cılar, HSYK, “Erzincan paşası”, Süleyman Demirel, Hüsamettin Cindoruk.
Bitmedi…
“Ergenekon’un değirmenine su taşıyan” medya, mafya, sermaye, siyaset, STK (hangileri acaba?), bürokrasi.
Bitmedi…
TEKEL işçileri.
•••
“Ergenekon’un koruyucu kalkanı ve tramplen tahtası, Truva atı görünümünde”ymişler, Tekel işçileri.
Nasıl mı?...
Son gözaltına alınanların beşte dördü Tekel işçisi değilmiş, bir kere…
Hem sonra…
Direnişi izleyen bir gazeteci arkadaşı aramış… Eylemcilerin hepsinin ayakkabısı aynıymış!
(Hiç kimse fark etmemiş ama)… Ergenekon’cular yetmiş sekiz gün boyunca Kızılay’ın her bir girişine tezgâh kurup yirmi dört saat ayakkabı dağıtmışlar, zahar.
•••
Peki ne yapmış TEKEL işçileri?...
Otobüslere binip davayı izlemeye Silivri’ye mi gitmişler?...
Hadi Silivri’ye gitmek zor… Genelkurmay’ın önünde bir basın açıklaması yapıverseler?...
Hiç olmazsa “Tutuklu yutseverler serbest bırakılsın” diye slogan atsalar, bari?...
Hiçbiri değil…
Peki ne?
Sokağa dökülmüşler…
Evet, evet…
Sokağa dökülmüşler.
•••
Madem Memleket Tabipliği yapacağız…
Sadece tedavi edici hekimlik yetmez… Koruyucu hekimlik de vazifemiz.
TEKEL işçilerini ve dostlarını iş işten geçmeden uyaralım.
Yüz küsur yıllık köhnemiş siyasal İslamcılık… Nihayet uluslararası konjonktürün (Amerikan emperyalizmi demek oluyor bu fasılda) kucağına oturup iktidara gelmiş…
Tam da (içi Alevi kaynayan) “laik”, “darbeci” orduyu tasfiye edip yüz yıldır hasretini çektiği (kâfirlerin korkusu) “Muhammed’in Ordusu”nu ve dahi teoliberal diktatörlüğünü kurmaya hazırlanıyorken…
“4-C’ye Hayır”, “İşgüvencesi isteriz”, “Ölmek Var, Dönmek Yok” filan deyip sokağa dökülüyor… Üstelik toplumun sesi, soluğu, vicdanı oluyorsunuz.
Tezgâhı bozuyorsunuz, yani.
Abdurrahman’dan söylemesi…
“Bundan sonrası için herkesin daha dikkatli olması gerek.”
“Daha tutuklanması için sırasını bekleyen yüzler değil, binlerce isim var.” çünkü.
Siz siz olun… Ayağınızı denk alın.
Sakın hep birlikte aynı ayakkabıları giyip aynı sloganları atmayın.
İhtiyar Dilipak’lar fena halde rahatsız.