Her zaman ve her yerde devletler, dini bağlaşık ya da düşman bir güç olarak görmüşler ve hükmetme aracı olarak kullanabildikleri din ve dini akımlar için ayrıcalıklar tanımışlar, denetim altında tutamadıkları ve etkilerinden kuşkulandıkları dini ise bastırmaya çalışmışlardır.

III. Cumhuriyet’te din kamu hizmetinin kaldırılması, laiklik*

Prof. Dr. Onur KARAHANOĞULLARI

Türkiye Cumhuriyeti’nde laikliğin Fransız laikliğinden örnek alınarak kurulduğu saptaması Kemalist, Atatürkçü, muhafazakâr, siyasal İslamcı, liberal, sol liberal hemen her düşünsel ve siyasal çevrede bulunmaktadır. Fransız modelinin örnek olduğu kabulü ile laikliğin kurumsal/örgütsel varoluşu arasında çelişki bulunmaktadır. Fransa’nın örnek alındığını savunanlar, Devlet ile Kilisenin ayrılmış olduğu Fransa’nın laiklik modeline uymayan Diyanet İşleri Başkanlığı karşısında şaşırmakta, bu kurumu bir sapma olarak görmektedir. İmamlara maaş ödeyen bir devlet nasıl laik olabilir sorusu da benzer niteliktedir. Türkiye Cumhuriyeti kurulurken, henüz yirmi yıllık olan Fransız Devlet–Kilise ayrılığı modelinin ya da Devrim sırasındaki kısa ayrılığın örnek alındığı sanısındadırlar.

Devrim öncesi laikleşme tarihi bir yana bırakılırsa günümüz Fransız laikliğinin Devrim, Kısa Ayrılık, Konkordato ve Ayrılık aşamalarından geçerek oluşmuştur.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundaki laikleştirici önlemler ve laiklik ilkesinin anayasaya girişi incelenirken genellikle 1789 Devriminin örnekolduğu düşünülmektedir. Devrim Laikliği (1789), Konkordato Laikliği (1801-1905) ve Devlet – Kilise Ayrılığı Laikliği (1905’ten günümüze) laikliğin farklı aşamalarıdır. Türk Laikliği, Devrimin ya da 1905’in Ayrılık Laikliğini değil büyük oranda Konkordato (1801) Laikliğini örnek almıştır. 1801 yılında Napolyon ve Papa bir anlaşma imzalamış, Fransa’da bir din işleri bakanlığı kurulmuş, papazlar kamu görevlisi olmuş, kiliselerin ve din bürokrasisinin giderlerini karşılamak üzere bütçeye para konulmuş, devletçe tanınan dinler sistemine geçilmiş ve din bir kamu hizmeti olmuştur. 1905 yılında çıkarılan bir yasa ile Devlet ile Kilise ayrılmış, din kamu hizmeti özelleştirilmiş, din, örgütlü veya bireysel etkinlik niteliğiyle tapını kavramıyla ve serbestlik ilkesi çerçevesinde düzenlenmiştir. Türkiye Cumhuriyeti laikliği, Konkordato ile 1789 Devrim laikliğinin karışımı bir düzenleme biçimidir. Devlet, çok sayıda laikleştirici kurumsal, eğitsel ve ideolojik düzenleme yaparken örgütlü dinle ilişkisini de bir tür mütareke ile düzenlemiş dini kamu hizmeti olarak örgütlemiştir.

FRANSIZ LAİKLİĞİNİN GELİŞİMİ

Laiklik günümüzdeki biçimini 1801 din kamu hizmeti rejiminden geçip 1905 Devlet-Kilise ayrılığı rejimine vararak almıştır. Laikliğin anayasada düzenlenmesi bundan çok sonradır. Laiklik, 1946 Anayasası‟na Fransız Komünist Partisi‟nin önerisi ile girmiştir. Madde gerekçesinde “devletin laikliği, Devlet ile Kilise ayrılığıyla ve devletin hiçbir tapınıyı tanımaması ve korumamasıyla ortaya çıkar” denilmektedir. Günümüzde laiklik ilkesi 1958 Anayasası’nın 1. maddesinde yer almaktadır. Maddede laiklik ilkesine ek olarak devletin tüm inançlara saygı duyacağı da açıkça kurala bağlanmıştır:

“Fransa bölünmez, laik, demokratik ve sosyal bir Cumhuriyettir. Köken, ırk ya da din ayrımı gözetmeksizin tüm yurttaşların yasa önünde eşitliğini sağlar. Tüm inançlara saygı duyar. (La France estuneRépubliqueindivisible, laïque, démocratique et sociale. Elle assurel’égalitédevant la loi de touslescitoyenssansdistinctiond’origine, de raceou de religion. Elle respectetouteslescroyances.)”

Din kavramı, 1958 Anayasası’nda ancak eşitsizlik (ayrımcılık) ölçütü olamayacağını belirtmek üzere yer almaktadır. Bir özgürlük olarak din doğrudan doğruya düzenlenmemiştir. Din özgürlüğü vicdan özgürlüğünden çıkar. 1905 Ayrılık Yasası ve bununla bağlantılı düzenlemelerde din (la religion) değil tapını (le culte) kavramı kullanılmıştır. Din özel nitelikli bir inançken, tapını bu inancın bireyin özel alanından çıkıp toplumsallaştığı durumdaki niteliğidir. Kişiler dini etkinliklerini toplumsal ilişki içinde, kamu alanında ya da topluca gerçekleştirmedikleri sürece, yani dini etkinlikler bireylerin özel yaşamlarının konusu olduğu oranda devletin düzenleme ve üstlenme alanının dışında kalır. Bununla birlikte dinin gereği olduğu düşünülen etkinlikler toplumsal ilişki içinde gerçekleştirildiği oranda din, kişisel inanç olmasının yansıra toplumsal etkinlik özelliği kazanır. Bu özelliği anlatmak üzere Fransız hukuk sisteminde din (la religion) ile tapını (le culte) ayrımı yapılmaktadır. Dinin bireysel inanç olmanın ötesinde dışa taşan toplum varoluşu, tapını olarak adlandırılmaktadır. Devlet, dini ancak bir tapını olması yönüyle düzenlemektedir. Bireysel inanç olarak din, devlet ve hukukla ilgili değildir. Din – tapını ayrımı, dini inanç için devlet karşısında mutlak bir özgürlük alanı oluşturmaktadır. Bu ayrımı karşılamak üzere din ve ibadet terimleri de düşünülebilir. Bununla birlikte, ibadetin, la prière, la cérémonie, … vb. kavramlarının karşılığı olarak kullanılması daha doğrudur. Tapını, ibadeti de içeren örneğin kilise örgütlenmesi, buralarda eğitim verilmesi, dini yardımlaşma vb. etkinlikleri de kapsayan dinin tüm bireysellikten çıkan durumlarını anlatmak üzere kullanılmaktadır. Bireysel inancı aşan bir toplumsallaşma biçimi olduğu ve bireysel ve toplu gerçekleştirilen etkinliklerden, ibadetlerden ayrılamadığı oranda devletin kural koyması ve örgütlenmiş şiddet tekelini kullanması dini inanca değil tapınıya yöneliktir. Kişinin dini inancına göre toplumsal ilişkilerini düzenlemesi, girdiği toplumsal ilişkinin taraflarını, kendi dini inancının gereklerine göre davranmaya yönlendirecektir. Bu yönlendirme, onlardan kendi dini inancının gereklerine karışmama, inancın gereklerine göre davranışlarını düzenleme, bu davranışlara katlanma ve bu yönde zorlama biçiminde olabilir. Bu durumda devletin, inançların toplumsal değerlerini karşılaştırma, çatıştırma ya da uzlaştırması değil, kişinin inançlarına göre davranabilmesinin ve tapınabilmesinin toplumsal kurallarının belirlenmesi gereklidir. Her mümin yalnızca kendi dininin mutlak hakikate sahip olduğuna kolayca inanabilir, sonra da kendi inançlarını başkalarına dayatmaya çalışabilir; bunu da gerçek bir dini ödev olarak görebilir. Toplumsallaşan ve kamusallaşan dini etkinliklerin, bireysel özgürlükleri ihlal etmemesi için devletçe düzenlenmesi gerekir. Örneğin ibadet özgürlüğü, başkalarının bedensel, düşünsel ve dinsel özgürlükleri ile sınırlıdır. Dinin, devlet düzenlemesinin konusu olmasının tek nedeni bu da değildir. Her zaman ve her yerde devletler, dini bağlaşık ya da düşman bir güç olarak görmüşler ve hükmetme aracı olarak kullanabildikleri din ve dini akımlar için ayrıcalıklar tanımışlar, denetim altında tutamadıkları ve etkilerinden kuşkulandıkları dini ise bastırmaya çalışmışlardır.

iii-cumhuriyet-te-din-kamu-hizmetinin-kaldirilmasi-laiklik-905000-1.

CUMHURİYET’İN LAİKLİK ANLAYIŞI

Cumhuriyet’te 3 Mart Yasaları (1924) ile Hilafet kaldırılmış, medreseler kapatılmış ve Şeriye ve Evkaf Vekaleti kaldırılmış, Diyanet İşleri Reisliği kurulmuştur. 1925 yılında tekke ve zaviyeler kapatılmış tarikatlar yasaklanmıştır. 1924‟te Şeriye Mahkemeleri kaldırılmış; 1926 yılında Medeni Kanun çıkarılarak özel hukuk alanı laikleştirilmiştir. Din görevlisi yetiştirmek için imam hatip okulları açılmış ancak bu okullar öğrenci yokluğu nedeniyle kapanmıştır. İlahiyat Fakültesi kurulmuştur. 1928 yılında Anayasa değişikliği ile devletin dini maddesi, Meclis’in görevleri arasında yer alan “şeriat hükümlerinin uygulanması” kuralı ve dini yemin anayasadan çıkarılmıştır. Laiklik, 1937 yılında anayasaya girmiş ve Cumhuriyet’in nitelikleri arasında sayılmıştır. Tekke ve zaviyelerin kapatılması ve tarikatların yasaklanması daha çok Alevi-Bektaşi inanç örgütlenmesine ve sünni tasavvufun tarikatlarına yönelik bir önlemken Osmanlı ulemasının etkisini sona erdirmeyi amaçlayan ve onun tekelli resmi örgütlenmesine yönelik önlemler, vakıfların devletleştirilmesi, medreselerin kapatılması ve şeyhülislamlığa son verilerek Diyanet İşleri Reisliğinin kurulması olmuştur.

Kimi değerlendirmelerde bakanlıktan, başkanlığa dönüştürülmüş olmasına vurgu yapılmakta, bu durum da devletin dini denetimi altına alma arayışının göstergesi sayılmaktadır. Din kamu hizmeti örgütlenmesinin tüm ülkeye (taşraya) yayılmış bütününü görmeyip yalnızca teşkilatın başkanlık olarak örgütlenmesinden yola çıkılarak yapılan bu değerlendirme, değişikliğin önemini görmezden gelen eksik bir değerlendirmedir. Şer’iye ve Evkaf Vekaleti’nden Diyanet İşleri Reisliği’ne geçişin temel farkı, şeyhülislamlığın ardılı olan vekaletin yargılama ve eğitim işlevlerinin yeni yapıya taşınmamış olmasıdır. Diyanet İşleri Reisliği, yasasındaki düzenlemeye göre, “din-i Mübin-i islâmın … itikat ve ibadata dair olan bütün ahkâm ve mesalihinin tedviri ve müessesat-ı diniyenin idaresi için” kurulmuştur. Diyanet İşleri Reisliği’nin iki temel görevi bulunmaktadır. İslam Dini’nin inanç ve ibadete ilişkin hüküm ve işlerin yürütülmesi ve dini kurumların yönetilmesi. Bu kanunun birinci maddesi Müslümanlık kurallarını muamelât (eylemler) ile inançlar ve ibadetler olarak ikiye ayırır. Birinci alanı tüm olarak BMM’nin yasama yetkisi altına ayırmakla şeriatı hukuk olarak kaldırmış demektir. Buna karşılık inanç ve ibadetlerle ilgili işlemler Diyanet İşleri Başkanlığı’na özgü bir alan olmuştur. Bu kurum ve başındaki makam, bir dogma, bir mezhep, bir ilâhiyat doktrini benimseyerek inananlara onlara uyma zorunluluğu koyamaz. İslâm dinini yorumlama yetkisi olmadığı gibi, devlet kanunlarını ve tüzüklerini din açısından yorumlama yetkisi de yoktur. O devletin ve yurttaşlarının çoğunluğu olan Müslüman halkın inançlarını ve ibadetlerini kanunların sağladığı özgürlük içinde yapmalarını sağlama işiyle görevli, kamu hizmeti yapan bir dairedir. Ulema, bu gerileyişin karşılığında resmi din kamu hizmetini yürütme tekelini almıştır. Din hizmetleri de bir kamu hizmeti olarak Diyanet İşleri Reisliği’nce yerine getirilecektir. Dinin bir kamu hizmeti olarak üstlenilmiş olması önceki döneme göre köklü bir farklılıktır. Kadro ise belli bir süreklilik içindedir. Diyanete Osmanlı uleması egemen olmayı sürdürür. “Teslimiyetçi evet efendimci olmayan eski ulema resmi bir devlet kurumu olan Diyanet’e hâkim olmaya devam etti. …” 1940’ların sonları itibariyle hiçbir alternatif dini otorite Osmanlı medreselerinin mezunlarının yerini alamamıştı.

SONUÇ

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kurulması ve bunun anayasada yer bulması laikliğin, devletin din kamu hizmetleri üstlendiği bir düzenleme biçimini kurumsallaştırmıştır. Din kamu hizmetleri, merkezde Diyanet İşleri Başkanlığı, taşrada il ve ilçe müftülükleri ve camiler biçiminde örgütlenmiştir. Din kamu hizmetlerinin meslek bilgisi gerektiren işgücü gereksinimi karşılamak üzere ortaokul ve lise düzeyinde imam hatip okulları ile ilahiyat fakülteleri da bu dinsel bürokrasiye eklenebilir. Ayrıca Diyanet İşleri Başkanlığı’nın ve özellikle de müftülüklerin diğer idarelerle gerçekleştirdiği ortak etkinlikler din kamu hizmeti dışındaki kamu hizmetlerinin de dinselleşmesine neden olmaktadır. Bunun dışında, Kuran kursları da bir kamu hizmeti olarak örgütlenmekte ve sunulmaktadır. Diyanet Laikliği, resmi ulema eliyle üretilen din kamu hizmetleri sunmaktadır. Bu biçimin, toplumsal koşullar geliştiğinde aşılabilecek tarihsel bir aşama olabileceğini, Fransa örneği göstermektedir.

*Bu makale Ankara Üniversitesi SBF Dergisi’nden (No.4 2017) BirGün Pazar tarafından yazarın izniyle özetlenerek alınmıştır. Makalenin orijinal haline aşağıdaki link üzerinden ulaşılabilir.

http://80.251.40.59/politics.ankara.edu.tr/karahan/makaleler/III.Cumhuriyet%20Laiklik.pdf