Anayasa için yapılan eleştirel olumsuz niteleme: “darbe anayasası”.

Bugünlerde daha sıkça duyacağız: 12 Eylül Anayasası ve darbe anayasası.

Hangi 12 Eylül?

İki 12 Eylül var: 12 Eylül 1980 ve 12 Eylül 2010.

İkisi arasındaki ilişki ve fark ne?

1980’de, 1961 Anayasası’nı kaldıran darbe var, anayasa artık yok.

2010, “darbe anayasasına son” sloganı ile yapılan Anayasa değişiklik yılı.

7 Kasım 1982’de oylanan Anayasa, darbe ürünü olduğu “12 Eylül darbesi” ile nitelenir genellikle.

12 Eylül 2010 değişikliği ise, “darbe Anayasasına son; demokratik Anayasaya evet” propagandası ile oylandı; bu tarih özellikle seçildi. Ne var ki, çok geçmeden kendisi de, darbeler halkası ile anılmaya başladı:

-17-25 Aralık 2013 iktidar içi kapışması, 12 Eylül’de dayatılan Anayasa değişikliğinin de “sivil darbeler” zincirinde yer aldığını günışığına çıkardı. AKP, en az on yıllık iktidar ortağını terör örgütü olmakla suçladı.

-15 Temmuz 2016’da, fazla geç teşhis! edilen terör örgütü, kanlı darbeye kalkıştı. Başarısız darbe girişimi karşısında Anayasal düzen ve demokrasi kazandı; buna karşın ilan edilen OHAL’de 16 Nisan 2017’de Anayasa değişikliği oylatıldı.

Şu halde, üç Anayasa var:

-12 Eylül 1980’de Anayasal düzeni darbe yoluyla kaldıranların 7 Kasım 1982’de oylattıkları Anayasa: “12 Eylül askeri darbe Anayasası”.

-12 Eylül 2010’da demokrasi adına dayatılan Anayasa değişikliği için Devlet desteğinde kampanya yürüten AKP, değişiklikleri eski ortağına mal etmeye başladığı sırada, “anayasa darbesi” yerine, aynı eski ortak, bu kez “kanlı darbe ” tezgâhladı: “12 Eylül sivil darbe anayasası”.

-15 Temmuz başarısız darbe girişimi karşısında Anayasal düzen ve demokrasi kazandı. Fakat AKP ve MHP bunu, Anayasa değişikliği için fırsata çevirdi. Değişiklik aktörlerinin siyasal ve anayasal kazanımlara bu nihai darbesi, kontrollü darbe iddialarının ikna gücünü pekiştirdi: “15 Temmuz kanlı ve sivil darbe Anayasası”.

12 Eylül 2020’de nasıl okunmalı “üç darbe anayasası”?

-1987-2004 arası TBMM’deki uzlaşma yöntemi ile yapılan değişiklikler, 12 Eylül ruhundan uzaklaşma anlamında “anayasal metamorfoz” (başkalaşım) ile sonuçlandı.

-2007-2017 arası halkoylaması ile ama çatışmacı yöntemle yapılan değişiklikler, tersine dönüşü ifade eder. İki tarih arasındaki 2010 değişikliği, şu çifte musibetin kaldıracı oldu: “15 Temmuz darbe girişimi ve anayasası” . Bu çerçevede, 2007 ve 2010 değişiklikleri, 12 Eylül ruhunu derinleştirdiği halde, “15 Temmuz Anayasası”, “derin bir çifte kopuş” yarattı; Anayasa tarihimizden ve çağdaş anayasacılıktan: sınırlı ve hesap verebilir iktidarı, anayasa denge ve denetim düzeneklerini kaldırdı.

Kısaca, ilk darbe Anayasası, 1987-2004 iyileştirmeleri sonucu “demokratikleştirilme”ye elverişli bir zemine kaydırıldığı halde, 2007-17 hattı, demokratikleşme hedefini tersine çevirdiği gibi, ne restore ne de rehabilite edilebilir bir metin ortaya çıkardı.

Şu halde, 12 Eylül 2020de darbe anayasası”, ilk 12 Eylül Anayasasından çok, ikinci 12 Eylülün yolunu açmış olduğu 15 Temmuz Anayasası için öncelikli olarak kullanılmalı.

Kuşkusuz, 7 Kasım 1982 Anayasası, özellikle Başlangıç’taki “ırkçı söylem” besleyicisi tortuları ile hala bir darbe metni. Buna karşın, 2004’e kadar olumlu yönde başkalaşımı, hukuk devleti gerekleri doğrultusunda onarımı nitelik sorunu olmaktan çok nicelik sorununa dönüştürmüş iken, 16 Nisan 2017 metni, anayasacılıkla ilgili bütün bağları kopardı.

Bu nedenle eğer, 12 Eylül 1980’i, 15 Temmuz 2016’nın önüne çekersek, bu yaklaşım, 15 Temmuz Anayasasını meşrulaştırmaya yarar.

Sonuç olarak, demokratik anayasal gelecek, hedefler doğru belirlenmekle inşa edilebilir. Aksi halde, mezhepler, şeyhler, cemaatler eşliğinde din istismarcılarının güdümünde 2023’e sürüklenmeye rıza gösterilmiş olur. Cumhuriyet yaşıtı CHP’ye 97. yılında “ha cesaret”!