İktidar her geçen gün kendi geleceğinin karardığını görüyor ama bu otomatik olarak muhalefet bayramına yol açmaz!

Ayasofya adımından beklenen elde edilemedi. Araştırmalar da gösterdi ki, cami yapıldı diye kimse oyunu değiştirmeyecek. İktidarın, İstanbul Sözleşmesi’ne dair milliyetçi-İslamcı dar bir çevreyi tutmaya dönük itirazları da kendi içinde tartışmalara yol açıyor. Bir zamanlar yüzde 60’ların üzerinde çıkan “Erdoğan’ı beğeniyorum/başarılı buluyorum” oranları şimdi yüzde 40’ın altında.

Yarın bir referandum olsa, başkanlık sistemini reddedip parlamenter sistem diyenlerin kazanacağı kesin. Görünen o ki, yarın seçim olsa, Erdoğan ve AKP istediğini alamayacak.

Dünyanın pek çok yerinde, iktidarları getirip götüren ekonomik performansın yanına şimdi pandemiyle mücadele performansı da eklendi. Bu iki noktada da, iktidar medyası ne kadar pembe bir tablo çizerse çizsin, insanların memnuniyetsizliği zirve yaptı.

Ekonomi, işsizlik, yoksulluk en önemli sorunlar ve bunlarla birlikte bayramdan sonra daha da kötüye gideceği kestirilebilen korona tablosunun faturası da iktidara kesilecek.

Ancak bütün bunlar iktidarın kesin gideceği, muhalefetin zaferinin garanti olduğu anlamına gelmiyor!

Kesin olan, bu durumun iktidarı daha da otoriterleştirip, baskıyı artırmasına yol açacağı. Toplumsal muhalefetin sayılı nefes borularından sosyal medya yeni yasayla tıkandı ve seçime umut bağlayanlar 2019 Mart’ta kazanılan İstanbul seçiminin başına geleni de unutmamalı!

Muhalefetin başarısı iktidarın yapacaklarına değil, kendi performansına bağlı!

Sol siyaset açısından, bu durumdan çıkış geleceğe dönük iki adımla mümkün. Birbirinin yerine geçirilemeyecek ve biri için diğerinden vazgeçilemeyecek iki adımla…

Mevcut sistem ve verili koşullar altında, gittikçe daha fazla otoriterleşen tek adam rejiminin değiştirilmesinin ancak bundan rahatsız olan geniş siyasal/toplumsal çevrelerin ittifakı/işbirliği ile olabileceği tartışmasız.

Genel olarak yeniden parlamenter demokratik sisteme dönüşü hedefleyecek böylesi bir ittifakın kotarılmasının yalnızca siyasal parti ve liderlerin kapalı kapılar ardında yapacakları görüşmelere bırakılamayacağı da tartışmasız. Böylesi “kapalı” bir sürecin hiç de hoş olmayan sürprizleri olabildiği yaşanarak görüldü!

Bireylerden, meslek örgütlerine, siyasal gruplardan irili ufaklı bütün partilere, akademisyenlerden sanatçılara kadar tüm toplum kesimleri yeniden parlamenter sisteme dönüşü hedefleyen bu ilk adım öncesinde herkesi bağlayacak nasıl bir ortak program/manifesto etrafında birleşilip ilerlenebileceği konusunda görüşlerini açıklayarak, sürecin temel siyasi aktörlerinin dikkatini şimdiden çekmeliler!

Bir seçime günler kala sürprizlerle karşılaşmamanın, seçimin yapılabilmesinin ve sonrası yaşanacak geçiş sürecinin beklenmedik bir şekilde gelişmemesinin garantisi, muhalefetin yol haritasının olabildiğince erken, en geniş kesimlerin katılımıyla ve herkesin kendisi kalarak aynı ortak hedefe yürümesini sağlayacak şekilde oluşturulmasından geçiyor.

Sol siyaset açısından önemli olan diğer nokta ise; eşit, özgür, adil ve mutlaka laik bir toplumun inşası ve buna dönük toplumsal dönüşümü hedefleyen ikinci adımın ıskalanmaması, muğlaklaştırılmaması.

Ne ilk adım için bu ikinci adımdan vazgeçmek, ne de ikinci adımı ileri sürerek ilk adımı ıskalamak doğru siyaset olabilir. Türkiye toplumunu özlenen geleceğe taşımanın yolu; bu iki adımı birini diğerinin yerine geçirmeden birlikte düşünmekten ve biri için diğerine boş vermemekten geçiyor!