Geçenlerde ‘İki Escobar/The Two Escobars’ isimli bir film izledim. Filmi yakın bir zamanda NTV Spor da yayınladı. Acayip bir film... Son zamanlarda izlediğim en başarılı futbol filmi diyebilirim.

Hikaye, Kolombiya’nın en büyük uyuşturucu kartelinin başındaki Pablo Escobar ile 1994 Dünya Kupası’nda kendi kalesine gol attıktan sonra bahis çeteleri tarafından öldürülen milli takım kaptanı Andres Escobar’ın kaçınılmaz olarak iç içe geçen öyküsünü anlatıyor. Kaçınılmaz olarak diyorum çünkü Kolombiya da mafyayla futbolun yakın arkadaşlık kurduğu bir ülke.

Filmi izlerken bir filtre ihtiyacı  var tabii... Nihayetinde ESPN’in yapımcısı olduğu bir film ve Amerika’nın uyuşturucuyla ne kadar ¨sağlam¨ mücadele ettiğini, beyaz adamın Kolombiya’ya da yardım elini nasıl cömertçe uzattığını gözümüze gözümüze sokmaktan geri durmuyorlar.

Olsun. O filtreyi kurduktan sonra mafyanın bu futbol denen oyuna neden bu kadar düşkün olduğunu çok net görebiliyorsunuz.

Pablo Escobar’ın uyuşturucudan elde ettiği parayla statlar yapması, Kolombiya ligine hakim olması, bu esnada uyuşturucudan gelen kara parayı aklamasının yanı sıra halkın gözünde inanılmaz bir meşruiyet elde etmesi çok çarpıcı.

Hatta iş, farklı mafya gruplarının Kolombiya Ligi'nden farklı takımlar satın alarak, silahlı mücadeleyi sahaya taşımalarına kadar varıyor.

Pablo Escobar’ın önce parlamentoya girmeyi deneyerek, ardından suikastler ve rüşvetle yasa değiştirtmesi ve Amerika’ya iadesinin önüne geçmesi de insana bizim buralardan epey bir çağrışım yaptırıyor.

Yasa değişince gönüllü olarak girdiği hapishaneyi çiftliğe çevirmesi ve Kolombiyalı yıldız futbolcuları hapishaneye hem ziyaretine, hem de maç yapmaya çağırması var bir de...

Size de bir şeyler anımsattı mı?

Filmi izlerken o günler insana çok uzak gibi geliyor. Sanki asırlar ötesinden bir muz cumhuriyeti, hak hukuk diye bir şey yok, herkes kafasına göre takılıyor.

Oysa o günler o kadar uzak değil. Hukuk dilinin belki de tarihte hiç olmadığı kadar büyük bir iktidara sahip olduğu şu zamanlarda da aslında benzer haller içindeyiz. Geçelim Latin Amerika’yı, Kuzey Afrika’yı, Uzakdoğu’yu, bizzat Avrupa şike skandallarıyla sarsılıyor. Modern hukukun beşiğinde mafya kartellerinin bahis şikelerini konuşuyoruz.

İş öyle bir noktaya geldi ki, futbolun içerisinde dönen para, bahisten elde edilen rantın yanında küçük kalmaya başladı. Artık içinde bahis kalemi olmayan bir futbol ekonomisinden söz etmek mümkün değil.

Ayrıca kıtadaki kulüplerin önemli bir bölümü borç batağı içerisinde. Şişirilmiş giderler, yıldız sistemi ve çarpık rekabetin doğal sonucu olan abartılı futbolcu ücretleri, bonservis bedelleri sayesinde yolun sonunda gelmiş durumdayız.

Tanıl Bora geçtiğimiz hafta İsviçre Ligi'nin halini yazdı. Sanıyor musunuz ki, Sion’un batağa sürüklendiği, FIFA’nın yaptırımlarıyla karşılaştığı bir yerde bizim dört büyük kulübümüz hiçbir yaptırımla karşılaşmadan hayatını sürdürebilsin.

Eksi 250 milyon dolar bütçeyle hala UEFA’dan, FIFA’dan ihraç kararı çıkmıyorsa tek bir nedeni var: Sıra henüz oraya gelmedi. Çünkü 70 milyonluk nüfus UEFA için, her şeye rağmen borç çarkının dönebileceğine, içeride yaratılan ekonominin futbola gerekli cansuyunu taşıyacağına dair bir tür teminat görevi görüyordu.

Ama ne oldu? Futbolu bu basiretsiz adamlara emanet ettiğimiz için artık o güvence de söz konusu değil.

Hiçbirimiz artık bu ligden umutlu değiliz.

Bu lig artık değerli bir lig değil. O kafalardaki ekonomik döngüyü sağlayabilecek bir lig değil.

Üç kuruşluk değeri vardı. Bu yöneticiler sayesinde artık o da yok.

Yani şike tartışmaları durulduğunda suyun tamamen çekildiğini, bu taleple neyi arz ederseniz edin iflas batağına sürüklendiğimizi hep beraber izleyeceğiz.

Acı ama şimdilik görünen bu.

Ha, nihayetinde ne olur derseniz... Ya futbolun başındaki bu basiretsiz kadrodan hızla kurtulup küçülerek bu darboğaz aşılır, ya da futbolumuz şimdiye kadar hiç olmadığı kadar Pablo Escobar’ların eline kalır.

Olan da Andres’lere olur.

NOT: Hazır söz futbol filmlerinden açılmışken Pera Müzesi 4-29 Şubat arasında ‘Arjantin: Sinema ve Futbol’ başlığı altında dört belgesel ve bir kurmaca film gösterecek. Gösterimler müzenin oditoryumunda... Kaçırmayın derim!