27 Mart Dünya Tiyatro Günü ülkemizde pek çok kentte tiyatro şenlikleri ile anılıyor. Tiyatro festivallerine ve tiyatroyu kamu hizmeti olarak gören yerel yönetimlerin çabalarına biraz göz atmakta yarar var.

İki kalas bir heves

İki kalas bir heves yeter mi? Bence yetmez… Tiyatroda bilgi birikimi olmazsa olmaz. Bunun yolu da eğitimden geçer. Peki tiyatro dünyasında zirveye çıkmış alaylı oyuncular, yazarlar yok mu? Elbette var. Sevgili Aydın Engin de onlardan biriydi, Gençlik Tiyatrosu’ndan Halk Oyuncuları’na uzanan bir tiyatro serüveni vardı sevgili Aydın’ın, onu anmadan geçemezdim. Elbette, yeteneğin önünde kimse duramaz ama istisnalar üzerine bir politika kurulamayacağına göre, tiyatroda eğitimin önemini vurgulamak gerekir. Bu yüzden, yeni açılan yerel yönetim tiyatroları kadrolarına eleman alınırken eğitimin ön koşul olmasına karşı çıkan tiyatrocu dostlara katılamıyorum.


Ülkemizde kamu tiyatroları iki ana grup içinde yer alır. Bütçesinin tümünü kamudan yani Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan karşılayan Devlet Tiyatroları ile yerel yönetimlerin tiyatroları. Devlet Tiyatroları günümüzde 12 ilde sürekli temsiller veren, ayrıca 12 ildeki sahnelerine her ay turne düzenleyen, 7 tiyatro festivali gerçekleştiren dünyanın en büyük tiyatro organizasyonlarından biri. Bu devasa yapının avantajlarından çok dezavantajları olduğu yıllardır bu kurumda görev yapan tiyatrocular tarafından dile getirilmesine karşın, bu kurumun yasasında günün koşullarına uygun yeni bir düzenleme yapmak istemiyor Bakanlık. On yıllardır, sayısız toplantı, sempozyum düzenlendi, yasa taslakları hazırlandıysa da, bir milim ilerleme kaydedilmedi.

Siyasal iktidar bir ara TÜSAK (Türkiye Sanat Kurumu) adlı bir kurumun oluşumuyla kadrolu sanatçıların görevini sonlandırıp, sözleşmeli sanatçılarla bir tür ‘prodüksiyon tiyatrosu’na geçişi hedeflediyse de, sanat çevrelerindeki tepkiler karşısında bu niyetini askıya almış görünüyor.

ÖZGÜRLÜĞÜN GÜVENCESİ ÖZERKLİK

Oysa, yapılması gereken, Devlet Tiyatrolarını dağıtmak yerine, bölgelerin ihtiyaçlarına göre yerel düzeyde kararlar alabilen, kendi oyunlarını seçebilen, kendi kadrolarını oluşturabilen birim tiyatrolara, yani ‘yerinden yönetim’ sistemine geçmektir. Bu sistemin sağlıklı işleyebilmesi için de, tiyatronun özerkliğinin sağlanabilmesi gerekir. Kültür Bakanlığı, “parayı veren düdüğü çalar” zihniyetini bir kenara bırakmalıdır. Özgürlüğün güvencesi olan özerkliğin yolu da yeni bir yasadan geçer. Kamu tiyatrolarında çalışanların özlük haklarını güvence altına alırken, sanatsal özerkliği dışlamayan bir yasa.

Gelelim, kamu tiyatrolarının ikinci ayağına, yerel yönetim tiyatrolarına. En başta, ülkemizin en kadim (kuruluşu 1914) kamu tiyatrosu İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’nı anmak gerekir. Sonraki yıllarda kurulan Eskişehir, Kocaeli ve Bakırköy Şehir Tiyatroları da, İstanbul Şehir Tiyatroları gibi devlet memurlarının tabi olduğu 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’na tabi oldu. Bu kurumlarda çalışan sanatçılar devlet memurlarının özlük haklarına sahipken, Antalya, Adana, Ankara, Denizli, Manisa, Konya, Trabzon’da belediyelerin kurduğu şehir tiyatrolarının sanatçı kadroları taşeron şirketlerin çalışanı. İdari-mali koşulları farklı olmasa da, başarılı çalışmalar yapan Bursa Nilüfer ilçesinin Kent Tiyatrosu ve sahneledikleri oyunların başarı düzeyi ile İzmir’in tiyatro yaşamına önemli bir katkı sunan Bornova Şehir Tiyatrosu’nun bu tablo içinde özel bir yeri var.

Tabi ki bu kurumlar için özerklikten söz etmek mümkün değil. Her şey başkanın iki dudağının arasında. Örneğin Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’nin kayyum eline geçmesinden sonra sanatçılar şimdi üretimlerini ‘Amed Şehir Tiyatrosu’ adlı bağımsız bir topluluk olarak sürdürüyorlar. Söz Diyarbakır’dan açılmışken, geçen haftaki yazıma ilişkin bir açıklama yapayım. Diyarbakırlı yazar dostum, Şeyhmus Diken, yazımda geçen “Nevruz mu, Newroz mu gibi içeriksiz bir tartışma” sözlerimi yakışıksız bulmuş. Demek ki, derdimi anlatamamışım; Türklerin de, Acemlerin de Nevruz’u var. Onları yok sayacak değiliz ya… Ama, Şeyhmus diyor ki “Biri devlet erkânınca ala u vala ile kutlanıyor, öbürü eza ve cefa ile. Bu yüzden ‘içeriksiz’ değil, basbayağı içerikli”. Haklıdır, ‘içeriksiz’ sözcüğü yerine gereksiz demem daha doğru olurdu. Herkesin kendi Newroz’unu ya da Nevruz’unu özgürce, coşkuyla kutlayabileceği günler hepimizin ortak özlemi değil mi?

MERSİN’DEN İZMİR’E TİYATRO COŞKUSU

Geçen hafta, Mersin Şehir Tiyatrosu’nun düzenlediği buluşmadan söz etmiş, Murat Atak’ın Genel Sanat Yönetmenliğinde önemli bir atılım yapan tiyatronun bazı oyunlarına değinmiştim. O yazıya sığdıramadığım iki oyundan da bugün söz edeyim. İlki, “Vahşet Tanrısı”. Yasmina Reza’nın yüzümüze tokat gibi çarpan oyununu Zeynep Avcı’nın çevirisiyle ve yapıtın özünü ortaya çıkaran bir yorumla sahnelemiş Murat Atak. Daha önce iki farklı kadrodan izlemiştim “Vahşet Tanrısı”nı, bir de Polanski’nin beyazperde uyarlamasında... Mersin’deki oyun, tüm ögeleriyle başarılı bir iş. Dört oyuncu da İstanbul’daki oyunlarda izlediğim Zerrin Tekindor, Ülkü Duru, Zafer Algöz, İştar Gökseven (İstanbul Devlet Tiyatrosu), Tilbe Saran, Binnur Kaya, Levent Ülgen, Güven Kıraç (Das Das) gibi usta oyuncuların performanslarıyla boy ölçüşebilecek düzeyde. Hepsi de okullu olan genç oyuncular Pelin Sarıkaya, Berkin Özuyanık, Ömer Faruk Ustaoğlu ve Ömür Sevgi Çil’i kutluyorum. Mersin’de büyük keyifle izlediğim bir oyun da, “Gökkuşağının Altında” adlı çocuk oyunu oldu. Nilbanu Engindeniz’in yazdığı, Ozan Erdönmez’in yönettiği bu müzikli oyunun, kalabalık kadrosunun coşkulu performansları, sahne tasarımı ve giysileriyle çocuklara tiyatro sevgisi kazandırmak adına önemli bir işlev üstlendiğini düşünüyorum.

27 Mart Dünya Tiyatro Günü, pek çok kentte tiyatro şenlikleri ile anılıyor ülkemizde. Bugün başlayan ve Adana Devlet Tiyatrosu’nun Sabancı Vakfı işbirliği ile 23. kez düzenlediği Uluslararası Adana Tiyatro Festivali, yurt dışından 3, ülkemizden 19 tiyatronun yer aldığı bir program içeriyor. Ankara’da 17 Mart’ta başlayan 14. Ethos Uluslararası Tiyatro Festivali de nitelikli bir seçki sunuyor. 31 Mart’ta sonlanacak olan festivalin destekçileri arasında Çankaya Belediyesi’ni görüyoruz; ama Büyükşehir yok. Mansur başkanın Ankara Şehir Tiyatrosu’nun yeniden yapılanması konusunda da çok geciktiğini düşünüyorum. İzmir ve Mersin’de yapılanları iyi örnek olarak değerlendirmelerini önermek isterim.

İzmir Büyükşehir Belediyesi, ‘Tiyatro Günleri’nin 40. yılını 40 oyunla kutluyor. “Hülya-Özdemir Nutku Uluslararası İzmir Tiyatro Festivali” adıyla 4 Nisan - 17 Mayıs arasında geçekleşecek olan festival belki de ilk kez bu denli zengin bir programla çıkıyor izleyicisinin karşısına. Programda, İstanbul’da bu mevsim başlayan oyunların yanı sıra, daha önce İzmir’de seyirci karşısına çıkmış oyunların yer alması ve Avrupa-Türk tiyatrolarının oyunlarının dışında dişe dokunur bir yabancı oyun olmaması ise festivalin zaafları hanesine yazılıyor. Sanırım, festivalin en önemli eksiği bir sanat yönetmenine sahip olmaması. Danışma Kurulu’nda yetkin isimler olsa da, mutfakta bir şef olmadığını hissettirebilir bu durum. Tabi ki, mutfaktaki sorunlar seyirciyi pek ilgilendirmez. İzmir seyircisinin ülkemizin önde gelen topluluklarını izlemek için salonları dolduracağını düşünüyorum. Kendi payıma, Çolpan İlhan-Sadri Alışık Tiyatrosu’nun “Timsah Ateşi”ni, Med Yapım’ın “Lal Hyal”, Moda Sahnesi’nin “Yeraltından Notlar”, Tiyatro Pera’nın “Aklımda Bir Yer”, Tiyatro Yan Etki’nin “10 Saniye”, Aysa Prodüksiyon’un “Hayal Satıcısı”, Kumbaracı 50’nın “Cyrano de Bergerac” oyunlarını izlemeye çalışacağım.

Bu akşam daha doğrusu gece yarısından sonra Oscar töreni var, TRT2’de. Jane Champion’un “Köpeğin Gücü”nün En İyi Film ve En İyi Yönetmen Oscar’larını alması güçlü bir olasılık (Benim tercihim, Kenneth Branagh’ın “Belfast”ı olurdu). En İyi uluslararası film ise, hiç kuşkusuz Rysuke Hamaguchi’nin “Drive My Car”ı… Dünya Tiyatro Günü’ne çok yakışan bu filmi kaçırmamanızı öneririm… Haftaya Oscar’lardan söz ederiz… İyi seyirler diliyorum.