Ekonomi son derece kötü gidiyor ve Cumhurbaşkanı Erdoğan başta olmak üzere iktidar çevrelerinin son dönemde sık sık fedakarlıktan söz etmeleri boşuna değil! Önümüzdeki günlerde hükümet büyük olasılıkla IMF güdümlü acı reçeteler uygulamak zorunda kalacak! Reçetelerin kime yazılacağını ise hepimiz biliyoruz; halihazırda kendini üretmekte zorlanan geniş halk kitleleri, orta sınıfa doğru genişleyerek, daha büyük bir fedakârlık paketinin muhatabı olacak.

Bu, çok büyük bir hoşnutsuzluk demek ve iktidarın mevcut konumlanışı söz konusu hoşnutsuzluklarla baş etmeye yetmiyor. Pandemi konusundaki beceriksizlik ve kayıplar da dikkate alındığında Türkiye’nin AKP iktidarına çok gömlek bol geldiğini artık herkes gibi AKP seçmeni de görüyor! Hepsini alt alta koyduğumuzda Erdoğan liderliğinde AKP’nin yeni tercihler yapmak zorunda kalacağı bir döneme girmiş bulunuyoruz.

Birinci tercih, mevcut eğilimlerin uç noktalara taşınmasıdır; baskıcı uygulamalar çok daha ölçüsüz hale gelirken, yarım yamalak da olsa işleyen diğer demokratik mekanizma ve kurumlar da bu süreçte tasfiye edilir. Diğer bir anlatımla, Kürtlerle müzakerelerin bitirilmesinden bu yana izlenen sertleşme stratejisi yeni araçlar tanımlayarak hem derinleşir hem de diğer coğrafyalara doğru genişler. İmamoğlu hakkında açılan soruşturma bu eğilime işaret eden bir gelişme olarak görülebilir. Kayyum ataması ile sonuçlanması ise büyük ölçüde sertleşme tercihinin yapıldığını göstermiş olur.

Öte yandan ekonomi ve hazineden sorumlu Berat Albayrak’ın görevden ayrılmak zorunda kalması sonrasındaki bazı gelişmeler AKP içinde daha güçsüz de olsa başka bir arayışın daha olduğunu gösteriyor. Arınç’ın son çıkışının durup dururken olmadığı açık! Reform lafları, tersi yöndeki uygulamalarca kısa sürede boşa düşürülse de iktidar çevrelerinde ikinci bir stratejinin en azından tartışıldığını gösteriyor. Bu yaklaşım hem dış hem iç siyasette daha geniş bir diyalog arayışına işaret ediyor. Dışarıdaki arayışın gerisinde borçları çevirme ve kaynak bulmada karşılaşılan sorunların olduğunu biliyoruz. İçeride arayışa iten nedenin ise iktisadi kriz karşısında büyüyen toplumsal hoşnutsuzluklar olduğu kanısındayım.

Bahçeli’nin çabalarıyla cezaevinden çıkan Çakıcı’nın CHP lideri Kılıçdaroğlu’nu hedefleyen tehditlerinin bu bağlama yerleştirilerek anlaşılması gerekiyor. Açık ki sertleşme stratejisi, MHP’nin iktidar bloğunun daha da merkezine gelmesi, ikinci seçenek ise merkezden uzaklaşması anlamına geliyor.

Elbette Çakıcı yukarıda yaptığım türden bir analiz neticesinde Kılıçdaroğlu’nu hedeflemedi. Durum biraz farklı! Bir süredir Kılıçdaroğlu, MHP ve Bahçeli’yi hedefleyen sert eleştiriler yapıyor. CHP, ülkede yaşanan gerilimden Erdoğan ve AKP kadar MHP ve Bahçeli’yi de sorumlu tutuyor. Çakıcı liderini eleştiren Kılıçdaroğlu’nu tehdit ederek bir borç ödüyor. Bahçeli’nin hemen ardından Çakıcı’yı sahiplenmesi ise tehdidin gerçek sahibini benim derken, Erdoğan’ı da sertlik yanlısı tercihini açık biçimde ifade etmeye zorluyor.

Erdoğan’ın sessiz kalması ve başlatılan soruşturma ne anlama geliyor göreceğiz. Ancak bu süreç bana yakın dönemde CHP ve İYİ Parti de dahil olmak üzere birçok çevrede yapılan “yumuşak geçiş” tartışmasını hatırlattı. Tartışılan yumuşak geçiş stratejinin ana öğesi Erdoğan’a yetkileri sınırlandırılmış biçimde Cumhurbaşkanlığı güvencesi verilerek, parlamenter sisteme geçiş ve ana akım siyasette barışın sağlanması olarak özetlenebilir. Kafamdaki soru, muhalefetin Arınç’ın temsil ettiği bu ikinci çizgiyle yumuşak geçiş senaryosu arasında bir bağlantı kurup kurmayacağı!

IMF reçetelerinin gündemde olduğu bir dönemdeyiz ve toplumsal hoşnutsuzlukların nasıl karşılanacağına yönelik muhalefet pozisyon alana kadar elimizde bu iki senaryo var; bir tarafta Çakıcı düzeni diğer tarafta milli birlik anlayışı!

“İki kötüden birini seçmek zorundaysam, hiçbirini seçmiyorum” lafı böylesi bir durumda edilmiş olsa gerek!