İki oda bir salon: Ev Kayıtları

CAN BİNALİ AYDIN - canbinaliay@gmail.com

Vedat Yıldırım, Cansun Küçüktürk... İki iyi müzisyen, iki iyi arkadaş. Onları Bajar’dan tanıyoruz. Yere sağlam basan bir müziğin icracısılar ve bu çizgide de oldukça ısrarlılar. Bir de Kadıköylüler, komşular yani. İki arkadaş akşam sohbetlerinde kendilerine çalıp söylediklerini kaydetmişler.

Bu parçaları bir albümde toplamaya karar verdiklerinde, bazılarını yeniden çalmışlar fakat, ilk kayıttaki rengi vermeyince ilk hâliyle bırakmaya karar vermişler. Böylelikle ortaya yaz akşamları balkonda içilen akşam altı çayı gibi samimi, serin bir albüm; Ev Kayıtları çıkmış. Bizi Ev’e davet ediyorlar, içeri giriyoruz...

>>Bajar’da birliktesiniz fakat, bunun dışında Boğaziçi Üniversitesi’nde başlayan ve hâlen süren bir Kardeş Türküler yolculu var. Nasıl başladı bu serüven?

Vedat Yıldırım: Kardeş Türküler, 1993’te farklı bölümlerden bir grup arkadaşın kurduğu bir kolektifti. Ben işletme öğrencisiydim, Ankara’dan gelmiştim. Daha önce davul, gitar falan çalmıştım, bir ara da Almanya’dan amcamdan pan flüt istemiş, onunla uğraşmıştım, çok zor bir enstrümandı. Sonra Folklor Kulübü’nde Kardeş Türküler projesi ortaya çıkınca ben şarkı da söylemek durumunda kaldım, çünkü Kürtçe okuyacak biri lazımdı. Böyle başlamış olduk.

>>Sonrasında 2009 yılında "Nezbe-Yaklaş" albümü vücut buldu Bajar’ın. Neden Kardeş Türküler bünyesinde devam etmediniz? Bajar bir ihtiyaç mıydı?

Vedat Yıldırım: Biz öncesinde de rock müzikle ilgiliydik, hatta "Mare Nostrum" diye bir grubumuz da vardı. Kardeş Türküler uğraşı büyüyünce biz biraz bundan geri kaldık. O dönem İstanbul’a, Ankara’ya, İzmir’e büyük göç dalgaları vardı. Bu göç esnasında aslında bir karşılaşma oldu göç eden insanlarla buradakiler arasında. Biz de bu karşılaşmaya şahit olmaya çalıştık. Bajar da şehir demek zaten.

>>Bajar’da grupla birliktesiniz fakat Ev Kayıtları yalnızca ikinizin üretimi. Yani albüm, Bajar’ın hem içinde hem dışında. Bu nasıl oldu?

Cansun Küçüktürk: Bajar, üretime herkesin katıldığı beş-altı kişinin olduğu kolektif bir ekip. Bir solist projesinden çok ekip projesi. Ev Kayıtları ise, benimle Vedat’ın ortak zamanlarında kayıt edip düzenlemesini yaptığımız bir şeydi. Ekiple çalışmak bir alan, böyle çalışmak başka bir alan.

Mesela ben de, Vedat da uzun zamandır beste yapıyoruz. Bu fikirler her zaman Bajar’da çalışmayabiliyor.
Vedat Yıldırım: Belki ikimiz de Kadıköylü olmasa böyle bir albüm olmazdı. Bunlar birbirimize gide gele çaldığımız, kaydettiğimiz şeyler. ‘’Haydi ikimiz bir albüm yapalım,’’ gibi bir şey yoktu.

iki-oda-bir-salon-ev-kayitlari-144789-1.>>Peki bu parçalardan albüm yapma fikri nasıl gelişti?

Cansun Küçüktürk: Başlarda kayıtların albüme evrileceğini düşünmemiştik. Zaten Ev Kayıtları üç, dört yıllık bir çalışma. Tabii ikimizin de Kadıköy’lü olması da bir vesile oldu. Siz bir şeyler denerken farkında olmadan bir yapı oluşmaya başlıyor. Bir parçayı çalışırken, aslında bir yerde onu üretiyorsunuz da. Eğer imkân da varsa, kayıt ediyorsunuz. Bu andan itibaren artık kayıt ederek düşünmeye başlıyorsunuz. Bazı parçaları daha sonra tekrar denedik ama ilk anki gibi olmadı. Sonuçta müzik yapıyorusunuz, yalnızca teknik bir durum da değil bu. Sonra dedik ki, biz bunları neden tekrar çalmak zorundayız? Biz bu bestelerden albüm yapmaktan çok, bu kayıtlardan yapmak istedik.

Vedat Yıldırım: Aslında sonra bir albümde toplarız fikri yoktu. Kendimiz çalıp, söylerken bir yandan da kayıt alalım dedik. Tabii Cansun’la çalışmanın kayıt ve enstrüman açısından bazı avantajları oldu. Kısa sürede bir enstrümana adaptasyon sağlayabiliyor. Bunun yanında evde çalıyor olmanın kimi zorlukları da vardı. Mesela sert müzik yapamıyorsun, en nihayetinde evdesin bağıramıyorsun yani. Mesela Cansun’un alt komşusu bir abi var, ister istemez parçalara şahit oldu. Kayıtlar bitince ‘’Ne o, pek sesiniz çıkmıyor bu ara,’’ falan dedi. Çok farklı enstrüman da kullanmadık. Elimizde ne varsa onla çaldık. Olanaksızlık, bir yerden sonra farklı olanakların önünü açmaya başladı. Ev Kayıtları projesi de biraz böyle oldu.

>>"Söğütlüçeşme" akbil sesleriyle başlayıp, şehrin koşuşturmacasından, birbirine karışan parfüm ve egzoz kokularından bahsediyor. Ev Kayıtları kentten de biraz dertli mi?

Cansun Küçüktürk: Sabit bir iş hayatı olan, ofislerde çalışan insanlara göre hayatımız biraz daha yavaş akıyor. Sabit durmamız gereken bir yerimiz yok. Bu da kısmen içinde olmadığımız için günlük hayatın koşuşturmasını daha belirgin kılıyor. Çevreyi görüyor, gözlemliyorsunuz. Bu da üretiminize yansıyor.

Vedat Yıldırım: Yaşam çok profesyonel artık. Mesela çalışılması gereken dilim, sevgiliye ayırılması gereken; kitap okunması ya da dizi izlenmesi gereken dilimler. İstanbul gibi aşk-nefret ilişkisinde yaşadığınız bir şehirdeyiz ama hülyalarımız da var. Üretim hep bu çelişkilerden çıkıyor. İşte "Söğütlüçeşme" öyledir, Bajar’daki "İşportacı" öyledir. Ev Kayıtları da bir yerde gündelik hayatın çelişkisi.

>>Albümde Kürtçe ve Zazaca parçalar da var. "Her Guca Dersim"in hikâyesi oldukça ilginç...

Vedat Yıldırım: Konserlerde hep anlatırız, yıllar önce Hollanda’ya konsere gittiğimizde, orada Dersimli bir abiyle tanıştık. Politik kimliğinden dolayı ülkeyi terk etmiş, geri dönüş yapamıyor. Bizi evine davet etti. Neyse gittik evinin bahçesine Munzur Dağı yapmış böyle iki, üç metre. Düğmeye basıyor, Munzur suyu akıyor, düğmeye basıyor ışıklar falan yanıyor. Zaman zaman efkârlanıp içiyor karşısında. Biz de bu hasreti ve azmi görünce ‘’Her Yer Dersim’’i yaptık. Dinleyince çok hareketli bir parça gibi geliyor ama sözleri oldukça hüzünlü. İnsanlar beni genelde Hakkarili, Dersimli falan bilirler. Oysa ben Ankaralı bir Kürdüm. İşte gelmişim otuz senedir İstanbul’dayım.

>>Albüm, Bajar’dan alıştığımız müzikten biraz farklı gibi, özgün bir tarzı var. Nasıl tepkiler geldi?

Cansun Küçüktürk: Müzisyen tarafından baktığınızda zaman içinde insanın kimi değer yargıları oluşuyor.
Kaliteli müzik, iyi müzik gibi kavramlar. Bu sitilleşmenin dışında, bir tarzda müzik yapmayı doğru bulup, başka bir tarzı avam bulma gibi bir yaklaşıma, bir yanılgıya dönüşebiliyor. Dünyanın en iyi caz gitaristlerinden George Benson pop yapmaya başladığında insanlar onun kariyerini mahvettiğini söylediler. Oysa o, sahneye seyirciyi eğitmek için değil, müzik yapmak için çıktığını söyledi. Belirli bir eğitim de varsa kendinden uzaklaşmaya başlayıp, daha çok öğrenilmiş kavramlarla akıl üzerinden müzik yapmayı deniyorsun. Aslında bu albüm biraz onun kırılmaya çalışıldığı da bir çalışma. Akılla her şeyi yapabilirsin ama, bu daha çok duygulara yaklaşıldığı bir albüm.

Vedat Yıldırım: "Şu tarzda müzik yapacağım"ın dışına çıkmak, anlatıcı olmayı da beraberinde getiriyor. Böyle olunca müzik yalnızca nota olmamaya başlıyor. Etrafınızda duyduğunuz uyumsuz sesler de müziğin içine girebiliyor. İşte o zaman ‘’Söğütlüçeşme’’deki efektler devreye girmeye başlıyor, bir yanıyla her şey müzik oluyor. Siz de senaryo kurarak müzik yapmaya başlıyorsunuz. Konulu müzik yapmaya çalışmak gibi.

>>İkili çalışmanın grupla çalışmaya oranla avantajları, zorlukları neler?

Vedat Yıldırım: Gideceğiniz yere daha rahat gidiyorsunuz, bilet parası falan masrafsız oluyor... (gülüşmeler...)
Cansun Küçüktürk: Dağılması da kolay olur. (gülüşmeler...)

>>Kardeş Türküler ve Bajar’dan gelen ve hâlen de süren politik bir duruş var. Burada temel motivasyonunuz ne?

iki-oda-bir-salon-ev-kayitlari-144790-1.Vedat Yıldırım: Popüler kültür aslında çok da ele avuca gelmeyen bir şeydir. Mesela onun çatlakları vardır, oralardan sızarak orada da çok iyi şeyler yapılabilir. Kendi içinde kuralları olduğu gibi, farklı olanakları vardır. ‘’Orada bir sistem var, biz bu sistemin dışındayız,’’ demek gerçekçi olmaz. Biz de bu sistemin içerisindeyiz nihayetinde, fakat onu kullanmayı, girip çıkmayı bilmek lazım.

Mesela Ezel Akay onu yapabiliyor, biliyorsunuz onun iki ismi var. Kimi işlerini Ezel Akay ismiyle yaparken, filmlerini Ezop adıyla yapıyor. Bence "Hacivat Karagöz Neden Öldürüldü?" Türkiye’deki en politik filmlerden biridir.

>>Müzikal anlamda Bajar’da olan doku, çok farklı şartlarda ürütilmiş olmasına rağmen Ev Kayıtları’nda da sürmüş. Bunu nasıl muhafaza ettiniz?

Cansun Küçüktürk: Biz müzikte kategoriye pek inanmayan insanlarız. Bu, Bajar’da da böyle. Bajar’daki dokunun bozulmadan sürmesi benzer fikirde insanların bir araya gelmiş olmasından kaynaklanıyor. En nihayetinde tarzlar bazı devrimci müzisyenlerin cesaretletiyle ortaya çıkan şeyler. Mesela Tom Waits örneğini verirsek: Hangi tarzda müzik yapıyor? Tom Waits tarzında. Nick Cave için ne diyorsunuz? Rock mı... Nick Cave tarzında. Bir müziği rafta neye göre diziyorsunuz. Bizim için bu biraz böyle. Bir de Türkiye’de özellikle şey çok fazla var, Batı'yı fazla yüceltip ve Doğu'yu yerme. Arabesk müziğin altyapısını, backgroundunu anlamaya çalışmadan maganda diye yaftalama. Bu yargılama beni inanılmaz rahatsız ediyor.