AK Parti, terör örgütü ve paralel devlet olarak nitelediği F. Gülen Cemaati’ne karşı yoğun bir mücadele yürütüyor. Bu konuda öncülüğü, Külliye ve Hükümet yapıyor.
Ne var ki, bu üçlü (Külliye, Hükümet ve Parti), söylem, eylem ve işlemleriyle “anayasal düzeni” ve yakın tarihi sürekli sorguluyor. Yaptıkları, esasen Türkiye’yi sorgulamak. Öyle ki, kendileri adeta, “Türkiye’nin paraleli”.
Kısaca, çifte paralel devlet yapısı var:
-Erdoğan yönetimine karşı Gülen Cemaati tarafından kurulan devlet (Gülen, Erdoğan’ın paraleli).
-Anayasal düzene karşı kurulmuş olan devlet (Erdoğan, Türkiye paraleli).
İkisi arasındaki benzerlik ve farklar ne?
Benzerlik: Hukuku dışlamak.
Fark ise, “paralel yelpaze”yi daha türdeş biçimde genişletmek.
Aslında benzerlik ve farklar iç içe geçmiş bulunuyor.
Bunlar, “insan haklarına saygılı demokratik ve laik sosyal hukuk devleti” çerçevesinde somutlaştırılabilir.
Şöyle ki;
- Erdoğan-Gülen paraleli: Eğer Erdoğan’ın sürekli vurguladığı üzere, devlet yapısı içinde “Cemaat palazlanması” bir olgu ise, bu öncelikle Anayasa ihlalleri zincirinde ortaya çıktı; en başta da şu üç maddenin: kamu hizmetlerinde girişte liyakat (md.70), dini siyasete alet etme yasağı (md.24/son) ve Anayasa’nın üstünlüğü ve bağlayıcılığı (md.11). Bu bağlamda, “insan haklarına saygılı demokratik ve laik sosyal hukuk devleti” (md.2) de ihlali de süreklilik kazanmış bulunuyor.
- Türkiye-Erdoğan paraleli: Anayasal düzeni ihlal etmesi sonucu kendisinin yarattığı “paralel örgüt”e karşı –hukuk dışı yol ve yöntemlerle de olsa- mücadelede başarı sağladığı ölçüde, “anayasal düzeni askıya alma” söylemini açıkça dillendirmeye başladı.
Bunu üç döneme ayırmak mümkün:
- 2014: CB seçim süreci ve sonrası,
- 2015: iki yasama seçimi ( 7 Haziran-1 Kasım) arası,
- 2016: toptan taarruz.

İlk ikisi üzerine çok yazdım; o nedenle “büyük taarruz”! sürecine dikkat çekmekle yetineceğim:
- Güncel açıdan, üçlü imha: toprak/toplum ve tarih.
1) Toprak, Türkiye ülkesi olup; doğal ve çevresel dengenin sürdürülebilirliği uğruna mücadele edenleri aşağılama, yok sayma ve hedef gösterme, şimdilik bunun son halkası.
2) Toplum: Sadece şiddete başvuran terörist gruplara karşı değil, güvenlik güçleri ve siviller dâhil, “ötekilerin yaşamı”nı önemsizleştiren söylemin yoğunlaştırılarak eylemlerle desteklenmesi. Burada, “Parti/Hükümet ve Külliye” çatısı içinde yer almak istemeyen “demokratik muhalefet” cephesine açılan toptan bir savaştan söz etmek de mümkün. “Basın özgürlüğü vardır; 28 Şubat darbesi vb. yaptırma anlamında bir basın özgürlüğü olmayacak” bağlamındaki söylem, tam da faşist özgülük anlayışını yansıtıyor.
3) Tarihe karşı savaş ne demek? Sadece üç örnek:
- AK Partili üç kadından üç yalan ve tahrifat: Biri, “üniversitelerde ibadethane açılsın, bütün batılı üniversitelerde var”; “Cumhuriyet parantezi kapandı”; “Genel oy arızalı idi; çünkü başörtülü kadınlar seçilemiyordu” (…).
-TBMM Başkanı’nın çarpıtması: “Dinsel anayasa” söylemi ile gerek ulusal gerekse karşılaştırmalı anayasa hukuku bilgilerini tahrif edici açıklamaları (…)
-“Tarih 19 Mayıs 1919’la başlamıyor; Osmanlı parantezi kaldırılmalı “(Külliye mukimi).
Hepsi birbirini tamamlıyor aslında: Yalanla, çarpıtarak ve tahrif ederek, Tanzimat’tan Meşrutiyet’e, Cumhuriyet’ten çok partili yaşama kadar, toplumsal/siyasal ve hukuki kazanımlara karşı bir “mezhep cephesi” oluşturmak.
Kazanımlara, kısaca, “anayasal miras” diyelim.
Geleceğe dönük: Anayasal miras, tümden ancak gayri meşru bir anayasa ile silinebilir. Diledikleri şekilde bir anayasal düzen kurulsa da, bu hukuka saygı anlamında bir ilerlemek sağlamak için değil, geçmişi silmek için kullanılacak.
Çünkü bu tayfanın fıtratında, dayanağı insan ve toplum ihtiyaçları olan hukuk düzenine meydan okumak ve uymamak var.
Bu nedenle, Türkiye toplumuna düşen asıl görev, bir grubun, “Türkiye Cumhuriyeti’ne paralel” bir devlet inşasına bugünden yarına ivme kazandırma harekâtına karşı, “fikri, toplumsal ve hukuki “direnme yollarını keşfederek bunları uygulamaya koymaktır.