Saatin ömrü tik-taklarla geçer, solcuların ömrü de taktiklerle… Liberalliklerinden

Saatin ömrü tik-taklarla geçer, solcuların ömrü de taktiklerle…
Liberalliklerinden hoşnut olanları, ulusalcılıklarından kıvanç duyanları bir (hayır iki!) kenara bırakalım… Kendimizi, “solcuyum, evet solcusun” deyip de yüz yüze bakabildiklerimizle sınırladığımızda durum nedir? Durum şu ki, böyle bir sol her zaman dezavantajlıdır… Çünkü karşı çıktığı, muhalefet ettiği güçler zaten, tanım gereği, her türden muktedirler, zalimler, sömürücüler, yani güçlüler… Teorik olarak yanında olması gerekenler (yoksullar, emekçiler, ezilenler) ise pratik olarak karşısındadır… Derdini özellikle bunlara anlatabilmek için de, eyyamcılık yapmadan taktiklerini hassas terazilerde tartmak durumundadır.
Karşı çıktıklarımız, “yahu biz dünyanın en lanet herifleriyiz, sınıflarıyız, cümlenizin canına okuyacağız” demiyor ki! Hep hoş şeyler söylüyorlar, hep iyilikten güzellikten dem vuruyorlar…
Mesela, ABD Başkanı Obama “Değişim” sloganıyla seçildi… Dünyadaki kötülükleri iyiliklerle değiştirecekti… Ne oldu? Dünya bir yana yaşadığımız bölge açısından BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) gitti, YOP (Yeni Osmanlıcılık Projesi) geldi…
Aynı şekilde siz hiç Tayyip beyin ağzından (öfkeli zamanları dışında!) kötü bir laf duydunuz mu? Hep kardeşlik, birlik, güzellik… Öfkesi baldan tatlı olmadığında, bu muhterem de hep tatlı tatlı konuşuyor, ağzından demokrasiden başka kelam çıkmıyor.
Bakın işte “militarizme karşı demokrasi mücadelesi” de, ordu darbesi tehlikesinden cuntacılık tehlikesine gerilemedi mi? Var mı yok mu şimdilik bilemiyoruz, ama varsa da, bu cuntacılar belli ki genelkurmay eliyle temizlenecek… Yorgan gidecek kavga bitecek!
Diğer örnek Kürt açılımı… İşte, bu açılımdaki en iyimserlerden Öcalan dahi “bunların derdi PKK’yi tasfiye etmek” demeye başladı…
Çünkü tepeden ve dışarıdan yapılan değişimlerin kaderi böyledir, önce havuç gösterilir, sonra sopa… Mesela AKP geçmişteki Dersim politikasını eleştirirken sanki kendisi başka bir taktik mi güdüyor? Elbette daha rafine, daha dolambaçlı yoldan yapıyor… Peki ama 72 yıl önce Dersim’de ne olmuştu? Kemalistlerin derdi, iddiası, kendilerini savunması şöyle: Dersim’de feodalizmi tasfiye etmek… Bu doğrultuda Şeyhlerin, Seyitlerin elinde bulunan silahları toplamak, onları etkisiz hale getirmek gerekçesiyle, onlara biat etmiş olan çoluk çocuk tüm aşiret mensuplarını yok etmedi mi? Bütün serfleri katledersen ortada feodal bey kalmazdı, feodal bey olmayınca feodalizm de olmazdı elbette! AKP de, aynı mantıkla ikide bir “Ben önce PKK’yi tasfiye edeceğim” demiyor mu? AKP açılımının özü itibarıyla bundan farklı olduğunu, ABD dâhil kimse iddia etmiyor ki zaten…
Kontrgerilla’yı genelkurmay eliyle, PKK’yi ABD eliyle çözecekler… Bir kısım solcular da bunları hâlâ değişim ve demokrasi sanacaklar ve bu gelişmelerin peşine dizilmeyi taktik olarak gösterecekler…
Elbette iki taktik vardır:
Taktiklerden birisi, punduna getirmektir: hele şunların kendi aralarındaki kavgadan bize acep ne düşer deyip gözüne kestirdiğini desteklemektir...
Taktiklerden ikincisi bağımsız siyasi hattını sürdürmektir… Esen yele göre yelken şişirmeden, kendi rüzgârlarınla kendi rotanda ilerleyebilmektir...
Günün mana ve ehemmiyetine uygun bir cümle kurmak gerekirse: Kimseye kurban olmadan, kimseyi kurban etmeden… Yani illa ki hem solcu hem “hacı leylek” olmaya gerek duymadan…
Dedim ya, saatin ömrü tiktakla, solcunun ömrü taktikle geçer… Peki leyleğin ömrü?