İkinci dalgayı beklerken

Evin kozmik düzeninde eşyalar, gökyüzündeki takımyıldızları gibidirler. Önce boşluk vardır ve takımlar boşluğa yerleştirilince kozmik düzen yaratılır. Sonra da özneler, yerleşik nesnelerin düzenine göre düzenlerler yaşantılarını. Ritimlerini sürdürebilmeleri, nesnelerin yer ve işlevine bağlı olduğu için, nesnelerin düzenini değiştirecek dalgalardan korkarlar en çok. İlk dalgayı atlatmışlardı; ikinci dalganın geleceğini haber alan özneler, evlerine yeniden yığınak yaptılar. Suların içeri girmesini önlemek için kapı eşiklerine kum torbaları yerleştirildi. Dalga geldiğinde, nesneleri ya sularına katıp götürüyor ya da nesnelerin yerlerini değiştiriyordu. Ve yerleşik nesnelerle kendilerini tanımlayan özneler, nesnelerin düzeninin bozulmasını yıkım olarak adlandırıyorlar. Yerlerinden edilen öznelerin, nesneleri tekrar aynı yerlerine yerleştirmek ve bildik yaşam tarzlarını yeniden kurmak gibi bir alışkanlıkları var. Ve bu sürece normalleşme deniliyor. Mesela ilk yaptıkları şey; yerinden kıpırdamış olan kralın oymalı, altın varaklı, ağır koltuğunu tekrar eski konumuna getirmek; çünkü nesnelerin ve öznelerin simgesel konumunu bu koltuk belirliyor. Ve ardından albenili nesnelerin yerleştirildiği tüketim tapınaklarına ziyaretler başlıyor. Hayatın dalgalarıyla kirlenmiş ruhlarını ölü nesnelerle arındırmaları gerekiyor. Biz kumsalda yaşayanlar için çok tuhaf bir yaşam biçimi.

Kumsalda hayat başka türlü yaşanır. Nesnelerin düzeni dalgalarla durmadan değiştirdikçe, ritimlerimiz de değişir. Bir sonraki dalgaya bekliyorduk. Deleuze’ün, Nietzsche’nin “ebedi döngü”süne atıfta bulunarak zarlar için söylediği, dalgalar için de geçerli: Dalgaların iki anı vardır: dalgaların atıldığı an ve dalgaların düştüğü an; atılan dalgalar, rastlantının olumlanmasıdır; kumsala düşerken oluşturdukları kombinasyon ise zorunluluğun olumlanması. Okyanusun açıklarında, yeryüzünün kim bilir hangi rastlantısal kuvvetleri tarafından atılmış dalgalar kumsala her düştüklerinde, kum ve çakılların yerleşim düzeni değişiyor. Ve biz dalgayı ve ortaya çıkan kombinasyonu olumlardık. Çakılların yeni düzeniyle birlikte yürüme tarzımız, algılarımız, dilimiz, düşünce biçimimiz de değişiyor. Yerleşiklerin, sabit nesnelere göre kurdukları ve simgesel anlamlar yükledikleri yaşantılarının tam tersi. Biz ruhlarımızı ölü nesnelerle değil, hayatın dalgalarıyla arındırıyoruz. Yeryüzünün dalgalarıyla oyunlar oynuyoruz. Anlayacağınız, neşeli bir varoluş bizimkisi.

Sabit nesnelerin arasına sıkışıp kalmaktan yorgun düşenlerin ve isyan edenlerin olduğunu işitiyorduk. Konstrüktivist diyorlarmış kendilerine. İçlerinden, Mayakovski adında biri, eve ve ev içindeki ölü nesnelere karşı savaşı başlatmış: “Kahrolsun ev ıvır zıvırları”. Hareket halindeki bireye gündelik yolculuğunda eşlik etsin ve bireyle birlikte sürekli biçim değiştirsin diye, “yoldaş nesneler” dedikleri nesneler icat etmeye başlamışlar. Bedenler mi nesneleri hareket ettiriyor, yoksa nesneler mi bedenleri? Bizim kumsalda bedenleri devindiren, yeryüzünün dalgalarıyla durmadan yer ve işlev değiştiren nesnelerdir. Yeryüzünün dalgaları karanın içlerine, yerleşiklerin yaşadığı yere ulaşsa bile, kalın duvarları aşması zordur. Kalın duvarlar, dalgaların içeri girip iktidarı yerinden etmesini önlemek için inşa edildi. O yüzden dalgayı içeride yaratmaları gerekiyor; sürekli yer ve işlev değiştiren nesnelerle. Dalgalanan nesneler, bedenleri de dalgalandırıyor.

Cortazár’ın “Ele Geçirilmiş Ev” öyküsünde, evin içindeki görünmez bir dalga, nesnelerin arasına sıkışmış evin sakinlerini yerlerinden sökerek kapının girişine dek sürükler. Ve sonunda sokakta bulurlar kendilerini. Sokak, rastlantının ve zorunluluğun alanı. Ve dediklerine göre sokakta, kaldırım taşlarının altında kumsal varmış. Dalgaların tuzlu kokusu, kaldırım taşlarının arasından kente yayılıp da toplumsal bedeni dalgalandırmaya başladığında, mevcut şeylerin düzenini ve hayatlarını değiştirmeye kalkışırlarmış. Ama kaldırım taşlarının üzerini asfaltla kaplamışlar şimdi. Bazen asfaltta oluşan çatlaklardan sızan dalgaların kokusu, kimi bedenlerde ürpermeye yol açabiliyor, rüzgârlardan biliyoruz. Tutsak kardeşlerimizin kanat çırpışlarını rüzgârlar kumsala getiriyor.