Galatasaraylı olmayan ve hatta futbolla ilgisi olmayanların bile yakından tanıdığı bir isim var: Abdülrahim Albayrak. Galatasaraylı ‘asaleti’nden çok içimizden biri gibi duran, Anadolulu, koyu bir Karadeniz şivesi ile konuşan, tribünde maç izlerken yöneticiden çok senin benim gibi davranan ve hatta çoğu zaman oldukça aşırıya kaçan sempatik insan. 

Albayrak’ın bu kadar sevilmesinin altında yatan en büyük sebep hiç şüphesiz ‘halktan’ olması. Babası ile göç ettikleri Almanya’da inşaatlarda çalışmış, kuruş kuruş para biriktirip memleketi Rize’ye geri dönmüş  bir başarı hikâyesi o. Gurbette biriktirdiği paralarla aldığı minibüsle İstanbul’da çalışmaya başlayan gence “yürü ya kulum” denmesi ise sanıyorum Niyazi Adıgüzel ve Bedrettin Dalan’ın fabrika işçilerini taşımasını istedikleri güne tekabül ediyor. Bir minibüs, iki oluyor, derken üç... Genç Albayrak sempatik ve doğal tavırlarıyla insanların sevgi ve güvenini kazanınca bir filoya sahip oluyor. Çocukluğundan gelen Galatasaray aşkıyla da kafasına koyduğunu yapıyor ve önce kulüp üyesi sonra da yönetici oluyor. 

Karadenizliliğinin verdiği çoşkuyla bildiğimiz yöneticilerden çok farklı bir profil çiziyor Albayrak. Tribünde yanındakinin kim olduğuna bile bakmadan  dövmekten beter ediyor, sevinirken koltuktan düşüyor, bir hakem kararı sonrası üstündeki ceketi parçalıyor. Hatta çok ciddi bir karaciğer ameliyatı sonrası elinde serum şişesi hastaneden kaçıp tribüne geliyor. İki saat içinde serum şişesini kanla doldurup maç sonrası yoğun bakıma kaldırılıyor. Her hafta spor programlarında o haftaki maçtaki çoşkulu görüntüleri yayınlanınca futbolsever gözünde profesyonel bir yöneticiden çok “taraftar” oluyor. Belki de bu yüzden zamanında Lucescu’nun “ Albayrak otobüslerini satsa Real Madrid oluruz” cümlesinden daha net anlaşılan zenginliği ve işiyle pek ilgilenilmiyor; içimizden birinin başarı hikâyesi olarak görülüyor. 

Bu sempatik insan gün gelip yönetimden çıkarıldığında bile Galatasaray’a küsmüyor; zamanını bekliyor. Zaten ne olduysa Duygun Yarsuvat başkanlığındaki yönetimde başkan yardımcısı olduğu şu dönemde oluyor. Albayrak takım yabancılarını alıp köşke çıkıyor ve nedense Cumhurbaşkanı’na Galatasaray’ın sorunlarını anlatıyor. Aslına bakarsanız futbola siyaset karıştırmak yöneticilerimizin “fıtratında var.” Zamanında Fenerbahçe tribünlerinde “adam gibi adam Recep Tayyip Erdoğan” pankartı açılmış, Beşiktaşlılar kendi takımlarını tutan dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e sempatilerini iletmişti. Hatta şu an kanlı bıçaklı olmalarına rağmen Aziz Yıldırım, Alex’in Türk olması konusunda yardım almak için Erdoğan ile makamında buluşmuştu. Abdülrahim Albayrak da daha önce 53 ve 38 numaralı formalarla hem Gül’ü hem de Erdoğan’ı ziyaret etmişti. Dolayısıyla dışarıdan ve mantıklı bir gözle bakarsam şaşıracak bir durum yok. Fakat taraftar gözüyle bakarsam işte o zaman durum fena. 

Gavurun “secondary embarrassment” ya da “secondhand embarrassment” dediği bir kavram var. İkincil ya da ikinci el utanma diye çevirebileceğimiz bu duyguya “başkası adına utanmak” diyebiliriz; bazen bir arkadaş, bir aile ferdi hatta bir yabancı için. Hani televizyondaki yetenek programlarında bazılarını izlerken duyduğumuz utanç duygusu vardır “Ahhh nasıl yaparsın bunu kendine?”deyip ekrana bakamadığımız. İşte Albayrak’ın köşk sonrası açıklamalarını dinlerken hissettiğim duygu tam olarak buydu. Bunu hem kendine hem de takıma neden yaptığını anlayamamakla birlikte karmakarışık oldu duygularım. Albayrak’ın Ak Saray’a ve “hemşehrisine” övgüleri, stada gelen metronun tamir edilmesi için talepte bulunması, yabancı oyuncuların saraydan etkilenip Türk olmaya meylettiklerini söylemesi ve bin küsur odalı saray için “kıskananlar çatlasın” tezahüratı yapması; bir yöneticinin Cumhurbaşkanı’na çıkmasından da bir Cumhurbaşkanı’nın futbol takımının sorunlarını dinlemesinden de daha utanç vericiydi. 

Köşk sayesinde takımın vergi borcu “sıfırlanır mı?”, takımın yabancıları “devşirilir mi?”, metro stada gelir mi göreceğiz. Öte yandan taraftarın Anıtkabir ziyaretleri, yürüyüşler, açıklamalar bu duygularımı geçirmeye yeter mi bilmem. Ama bayandan, az kullanılmış “ikinci el utancım” baki. Alana şimdiden hayırlı olsun.