Almanya, 16 yıl boyunca ülke yönetiminin zirvesinde yer alan Angela Merkel’i uğurluyor. Önceki gün, bandonun sevdiği şarkıları çaldığı ‘meşaleli’ askeri uğurlama töreni de yapıldı.

Pandemi koşulları nedeniyle katılımı sınırlı ve süresi kısa tutulan tören, Savunma Bakanlığı’nın avlusunda gerçekleştirildi! Merkel, 22 Kasım 2005 tarihinde başlayan ve bugüne kadar süren federal başbakanlık döneminde kurduğu dört ayrı hükümette görev alan tüm eski bakanların katıldığı törenle Almanya tarihindeki yerini aldı. Büyük bir sürpriz olmazsa bu hafta ortasında fiili devir teslim yapılıncaya kadar kamuoyu önüne çıkmadan görevini birkaç gün daha sürdürüp, emekliye ayrılacak.


Merkel görevini bırakırken Alman kamuoyu son üç yıldır onun hükümetinde Federal Başbakan Yardımcısı ve Maliye Bakanı olarak görev yapan halefi Scholz’u tanımaya çalışıyor.

Almanya sosyal demokrasisinin üç yıl önce yaşadığı yönetim krizi sürecinde, parti yönetiminin çağrısıyla Hamburg Eyalet Başbakanlığı’nı bırakarak Berlin’e gelip, federal hükümette görev alan Scholz’la ilgili Alman medyasında çıkan portre yazıları, müstakbel başbakanın uzun yıllar üst düzey siyasal görevler üstlenmiş olmasına rağmen bir insan olarak pek de tanınmadığını ortaya koyuyor.

Bu, tabii ki 63 yaşındaki Scholz’un özel yaşamının ‘özelliği’ne özen gösteren, ciddi bir politikacı ya da bir ‘teknokrat’ olmasından kaynaklanıyor. Ancak kendisinden önceki ve çağdaşı üst düzey devlet adam ve kadınlarının haklarındaki yayınlara ya da bizzat kendilerinin kaleme aldığı yaşam öykülerinin bolluğuna bakınca burada bir boşluk varmış izlenimi doğuyor.

Yoksa bilinmeyen bir insan değil. Hakkında fazla ‘özel’ bilgi yok, ama buradan geçmişinin tamamen bilinmezliklerle, gizlenmiş ayrıntılarla dolu olduğu sonucu çıkarılmamalı. Örneğin ilkokuldan itibaren hangi okullarda okuduğu ve hangi okulları bitirip, diplomasını aldığı biliniyor!

Siyasi yaşamına radikal bir sosyal demokrat olarak başladığı, lise ve üniversite yıllarında Marksizme yakın olduğu, Hamburg’da partinin gençlik kolları içindeki Marksist kanadın önde gelen isimleri arasında yer aldığı, sosyalist çizgideki dergilerde "Kapitalist Ekonominin Aşılması" başlıklı makalelere imza attığı, NATO’yu "saldırgan emperyalist ittifak", Federal Almanya Cumhuriyeti’ni "tekelci sermayenin Avrupa‘daki zirvesi" olarak tanımladığı biliniyor. Yaklaşık 30 yıl önce de sessizce bu duruşundan vazgeçip, parti liderliğine arıza çıkarmayan bir sosyal demokrat olduğu da...

Hep anlatılır.

Almanya sosyal demokrasisinin tarihi liderlerinden Willy Brandt’ın oğlunun komünist olduğunu anımsatan bir gazeteciye, "Onsekizinde komünist olmayan, otuzbeşine geldiğinde iyi bir sosyal demokrat olamaz" dediği.

Günümüzün birçok önde gelen Alman sosyal demokratı gibi, Scholz’un siyasi geçmişi de Brandt’ın bu tarifine uyuyor.

Scholz’un bu dönüşümden sonraki siyasi kariyeri hem parti içinde, hem de kamuda her defasında bir öncekinden daha önemli makamlara seçilmesi ya da atanmasıyla sürdü. Birkaç ay öncesine kadar hiç zaman popüler bir politikacı olmadı. Ancak hep sakin, ciddi, işini iyi bilen bir politikacı izlenimi verdi. ‘Devlet sorumluluğu taşıyan ve daha üst devlet sorumluluklarına layık’ politikacıları soruşturan kamuoyu yoklamalarında ilk sıralarda yer aldı. Ama ona biçilen makam, federal başbakanlık gibi siyasetin zirvesi değil, birkaç gün daha sürdüreceği şimdiki görevinde olduğu gibi ‘ikinci adamlık’ idi.

Temmuz ayı ortasındaki sel felaketi olmasaydı muhtemelen öyle kalacaktı. Ya seçimi kaybeden ve muhafete geçen partinin önde gelen isimlerinden biri olarak ya da kurulacak yeni bir koalisyonda şimdikine benzer görevler üstlenmiş bir politikacı olarak siyasete devam edecekti.

Eyalet ya da federal hükümetlerde bakanlık üstlenmiş olan bir politikacı olmasına rağmen, uzun yıllar genel başkan yardımcılığını yürüttüğü kendi partisinin tabanı daha iki yıl önce onu genel başkanlığına (eşgenel başkanlık) bile layık görmemişti. Hezimetle sonuçlanan genel başkanlık seçiminden dokuz ay sonra yarışta kendisini geride bırakan eş genel başkanlar tarafından SPD’nin ‘federal başbakan adayı’ olarak atandığında kimse onun gerçekten Merkel’in halefi olarak seçilebileceğine inanmıyordu.

Ancak Almanya gibi zengin bir ülkeyi zavallı duruma düşüren sel felaketin neden olduğu kriz sürecinde kamuoyunun özlemini çektiği sorun çözen politikacı profiliyle, hem kendi partisine, hem de kamuoyuna ‘birinci adam’ da olabileceğini gösterdi. Bunda tabii ki seçim sürecindeki rakiplerinin hata ve beceriksizlikleri ile bu makama genç bir kadını önerme cüreti gösteren Yeşiller partisi örneğinde olduğu gibi yıpratıcı kampanyaların da etkisi var kuşkusuz.

Scholz’u öne çıkaran asıl faktör, halkın Merkel gibi kriz süreçlerinde ciddiyet, sükunet ve istikrar garantisi veren bir lider aramasıydı.

Ama Merkel politikayı bırakacağını açıklamıştı ve aday değildi.

Halk da onun yardımcısını seçti. Ya da benzerini demek daha doğru olacak.

Böylece son yıllarda oy oranı zaman zaman 12’e kadar gerileyen kitle partisi SPD, seçimi kazanabildi.

Önümüzdeki hafta kapitalist dünyanın en zengin ülkelerinden Federal Almanya Cumhuriyeti’nin başına, Willy Brandt, Helmut Schmidt, Gerhard Schröder’den sonra yine bir sosyal demokrat geçecek.

Sosyal demokratların, yeşiller ve liberallerle ortak olacağı bu hükümette görev alacak bakanların son hafta yaptıkları açıklamalar, seçim öncesi vaatlerinin artık geride kaldığını, Scholz liderliğindeki hükümetin çizgisinin Merkel’in politikalarından çok farklı bir olmayacağını gösteriyor.

Bu arada Cem Özdemir’in Tarım Bakanlığı’ndan sonra Yeşillerdeki en kıdemli Türkiye kökenli politikacı Ekin Deligöz’ün de Federal Aile Bakanlığı Müsteşarlığı’na getirileceği açıklandı. Almanya’nın bir göç ülkesi olduğunu en üst düzeyde görünür kılan bu atamalar kuşkusuz çok önemli. Ancak bu durum Scholz’a yönelik ‘yeni Merkel’ değerlendirmeleriyle çelişmiyor. Geçmişteki Merkel hükümetlerinde de Türkiye kökenli politikacılardan Aydan Özoğuz (SPD) ‘devlet bakanı’ olarak görev almıştı.