Türkiye sadece seçimlerde ortaya çıkan AKP ve diğerleri şeklinde ortadan ikiye ayrılmadı.

Başka bin bir türlü mevzu var.

Ama bu bölünmenin ilk somut tespiti dönemin başbakanı Tayyip Erdoğan tarafından kesin bir aritmetik ile dile getirilmişti:

-Ben de evdeki yüzde 50’yi zor tutuyorum!

2013 Haziranıydı. Sanki bütün ülke evlerinden fırlamış “yeter artık” diye bağırarak cadde ve sokaklardan taşıyordu.

Başbakan da ilk kez böylesi bir tepkiyle karşılaşıyordu. Arkasında bulunan oy desteğini görmek istiyordu. Onun için bir çağrıydı, yüzde 50’lik evde tutulan kitle… Çıkın siz de sokağa diyordu. Baktı ki kimse kendiliğinden çıkmıyor. O çıktı meydanlara… Konuştu, sövdü, böldü!

İkiye ayrılması gereken tomruğa saplanmış kama oldu bu söylem.

Yine de AKP seçmeni liderinden daha soğukkanlı ve sağduyulu olduğunu göstermişti. Kitleler halinde sokaklara çıkıp, diğer tarafta yer alanlara doğru saldırıya geçmedi.

Bir iki eli palalı sokak serserisi ile yetinmek zorunda kaldı destek çabaları.

Bu birinci büyük ayırma hamlesiydi.

***

İkinci büyük hamle ise 2015 yaz ve sonbaharıyla birlikte geldi. Türkiye’nin doğu ve güneydoğusu yeniden ateş çemberine alındı. Çemberin içinde kalanların hepsi yanmaya başladı.

Artık bölgenin adı yeniden “orası” olmuştu!..

Bir yanda şehitler, diğer yanda ölü ele geçirilen teröristler!

Otuz yıl öncesinin terminolojisi yeniden geldi kadınların, çocukların böğrüne sokulan bir hançer oldu.

Şimdi yeni bir planlama söz konusu… Nüfus değişimi yoluyla bölgenin yapısında oynama yapmak. Kürtleri, ateş altında yaşamaktansa bölgeyi boşaltmaları yönünde ikna(!) etmek… Onlardan boşalan yerleri de Arap-Sünni nüfusla takviye yapmak.

Bu ülkede kalacak olanlarla gidecek olan arasında bir bölünme yaratmak da yeni planın bir parçası…

***

Bir başka bölünme daha var ki, bu tarihin gördüğü en düşük ahlak düzeyine tekabül ediyor:

-Çocuklara tecavüz edenler ile bunlara karşı çıkanlar!

Çocuk taciz ve tecavüzleri ağırlıklı olarak bir cenahta toplanıyor. Din-iman- ahlak-namus nutukları atanların yanı başından savruluyor bu rezaletlerin görüntüleri…

BirGün yazarı Ünal Özmen dün (13 Mayıs 2016) köşesinde bu yıl gazetelere yansıyan çocuklara tecavüz-taciz haberlerini sıralamış: Ocak-Mayıs arasında 35 taciz-tecavüz olayı meydana gelmiş!

Her olayda tek mağdur yok. Tek saldırgan da yok.

Ama bu iğrenç olayların yaşandığı mekanlar resmi ve gayri resmi eğitim kurumları. Okullar, yurtlar, kuran kursları, cemaat evleri, dini vakıflara ait derslikler, yatakhaneler…

Kurbanlar öğrenci, kursiyerler. Saldırganlar ile öğretmen, imam, kurs hocası…

Fakat burada da bölünmüş ülkenin zavallı çaresizliği yaşanıyor. Bir taraf kendini doğrudan tecavüzcülerin safında durmak zorunda hissediyor. Diğer tarafı da “ülkeyi mahfetmeye çalışmakla” suçluyorlar.

İnsanlığı mahfedenlere ise hiçbir şey demiyorlar.

Nereden bakarsanız bakın aynı şeyi görüyorsunuz:

-İkiye ayrılmış ülke!

***

Batman-Sarıyer Kültür Sanat hattı

Nazım Hikmet’in yıllar önce ülkesini tanımlarken dediği gibi tam anlamıyla böyle:

-Bu cennet bu cehennem bizim!

Sarıyer Belediyesi bu yıl 5. düzenlediği Sarıyer Edebiyat Günleri İstanbul’da oturup Boğaz’a karşı şiir, hikaye, şarkı, türkü okumak, söyleşi yapmak için bir cennet mekan sunuyor.

Cuma başlayan etkinlikler Cumartesi ve pazar günü paneller imza günleri söyleşiler konserlerle devam edecek. Kimler yok ki, Hıfzı Topuz, Doğan Hızlan, Zülfü Livaneli, Mine Söğüt, Rıdvan Akar, Mete Çubukçu, Pelin Batu, Orhan Alkaya, Altan Erkekli, Oktay Kaynarca.

Festivalin simgesi haline gelen Beyaz Martı Onur Ödülü bu yıl Vedat Türkali’ye verildi. Pazar günü onun için bir panel var. Deniz Türkali de Onur Akın ile birlikte bu oturumda yer alacak.

Türkiye’nin diğer cennet köşesi Batman’da de bir etkinlik var. Avukat Vildan Yirmibeşoğlu, gazeteci Ragıp Duran ve Nazım Alpman bölgenin yaşadığı dram ve medyanın görmeyen gözleri üzerine konuşacaklar. Bazıları Pazar günü Sariyer’e de yetişecekler!

Bu kısa özet gösteriyor ki, sanat ve kültürün aşamayacağı hiçbir engel yok!