İkiyüzlü politikaya tek soru: O zaman neden imza attınız?

Eskiden “Paçalarından yolsuzluk akıyor” dediği AKP’de şimdi bakanlık yapan Süleyman Soylu’ya bu açıdan en çok benzeyen isim, Milli Görüş kökenli siyasetçi Numan Kurtulmuş. 2009’da Saadet Partisi’nin başına gelir gelmez AKP’ye yönelik sarf ettiği “Harun gibi gelip Karun gibi gitmeyeceğim” sözleriyle nam salan Kurtulmuş’un tarihe geçen ikinci açıklaması da yine Hürriyet Gazetesinde yayımlanmıştı. Kurtulmuş, bu kez AKP kabinesinin Başbakan Yardımcısı sıfatıyla 2017 başında verdiği söyleşide, çok net ve samimi görünen bir özeleştiride bulunuyordu:

“Suriye politikası başından beri yanlıştı, tamir ediyoruz.”

Görevinden Saray darbesiyle azledilen Davutoğlu’nun ardından Başbakanlık koltuğuna oturan, Erdoğan’ın eski metin yazarı tarafından daha göreve geldiğinde “düşük profilli” ilan edilen Binali Yıldırım da, benzer bir yaklaşım içindeydi zaten:

“Dostlarını artıran, düşmanlarını azaltan bir dış politika izleyeceğiz…”

Oynar başlıklı siyaset
“Dostum Esad”dan, “katil Esed’e” savrulan Suriye politikasında, daha gerçekçi adımların atılacağına ilişkin emareler olarak okunuyordu tüm bu yaklaşımlar…

Pratikte yaşananlar, elbette ülkelerin dış politikada atacağı adımları değiştirebilirdi. Satranç tahtasından çok borsa grafiği seyri gösteren Ortadoğu bataklığında, elbette kırmızı çizgilerden söz etmek mümkün olamazdı. Ama bütün bu “değişken”lere rağmen Türkiye’nin sergilediği “kıvraklığı” ne diplomasi, ne de Ortadoğu’nun koşullarıyla açıklamak mümkün.

Açalım… İdlib’de aralarında çocukların da olduğu 100 kişinin kimyasal saldırıyla can vermesi, gerçekten kan dondurucu nitelikteydi. “Olağan şüpheli” Esad rejimiydi elbette. Saldırıyı gerçekten Şam yönetiminin mi yaptığı, yoksa muhaliflerin kimyasal depolarına yapılan saldırıyla mı vahşetin yaşandığını öğrenmek belki asla mümkün olmayacak. Çünkü malum, “savaşta önce gerçekler ölüyor.”

Siyasete Trump girdi
Havuz gazetelerinin, liberallerin önceki referandumdaki iğrenç işbirliğini anımsatan “Yetmez ama evet” başlığıyla şakşakladığı Trump müdahalesi ne anlama geliyor? Şu aşamada, katliamı Esad yönetiminin yaptığını varsayarak hareket edecek olursak, Ankara’nın ABD saldırısına tam destek vermesi gerçekten samimi mi? Hayır öyleyse, soracak çok basit bir sorumuz var çünkü.

Tarih 20 Ocak 2014. Anadolu Ajansı ve TRT, o günün akşamüstünden itibaren yana yakıla haber tanıtımları girmeye başladı. “Kan donduran vahşet, dünya böyle katliam görmedi. Açıklıyoruz, 21.00’de ekran başına…” Saatler 21.00’i göstermeden, haberin Suriye’deki bir kimyasal saldırıya ilişkin olduğu sızmaya başlamıştı. İngiltere’den Guardian, ABD’den CNN International ile TRT ve AA’nın paylaştığı özel bir haber gelecekti.

Haberi izlediğimizde gördüklerimiz, en az geçen haftaki kimyasal saldırısı kadar dehşet vericiydi. 2014’te devlet televizyonumuzun uzun uzun verdiği habere göre, Esad rejiminin gözaltında binlerce kişiye uyguladığı işkence sonucunda ölenlerin cesetleri, askeri hastanede görüntülenmişti.

Hem egemen hem seküler
O görüntülerin üzerinden 3 yıldan fazla bir süre geçti, Türkiye’nin bu süreçte Suriye politikasında tanık olduğumuz gelgitleri 30 yılda ancak yaşanabilecek cinstendi. Ama Ankara’nın Suriye politikasının iflası ve Şam’ın hamisi Rusya’nın güdümüne girmenin en net fotoğrafı, 2016 Aralık ayında Moskova’da çekildi.

Türk Dışişleri’nin gördüğü en “kifayetsiz muhteris” bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Rus ve İranlı meslektaşıyla imzaladığı anlaşmada, “Suriye’nin egemenliğinin ve toprak bütünlüğünü” resmen tanıdığını kabul ediyordu. Anlaşmayı imzalarken Türk askeri o egemenlik alanlarında operasyon yürütmüyormuş gibi… Bir de, Türkiye’de laikliğe bakışı belli olan iktidarın bakanı, “seküler bir devlet olarak Suriye Arap Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını” destekleyeceğini dünya aleme duyurduk. Vahşetini devlet televizyonumuzdan duyurduğumuz, meydanlarda “katil” diye andığımız “Esed”in egemenliğini resmen tanımış olduk.

ikiyuzlu-politikaya-tek-soru-o-zaman-neden-imza-attiniz-270550-1.
(Bugünlerde kimyasal saldırı sonrası Şam’a yeniden savaş açan hükümet, kendi televizyonundan yayımladığı işkence görüntülerini çabuk unuttu.)

O kareler sizin de eseriniz
4 ay önceki anlaşmadan sonra ne oldu peki? Geçen hafta İdlib’de yaşanan vahşetin ardından yeniden Esad’ı düşman ilan ettik. Ne ilk vahşeti ne de ilk kimyasal saldırıydı oysa yaşanan… Trump’ın gövde gösterisi niteliğindeki saldırısından hemen sonra, Dışişleri Bakanı’mız, dünyaya meydan okudu: “Esad’ın arkasında durmayın!”

Çavuşoğlu, dün yaptığı ikinci açıklamada ise kendini aşıyordu:

“Ülkesini yönetemeyen zalim rejim, kendi insanını hunharca öldürmeye devam ediyor. Tüm bunlara rağmen ‘Bu kişinin alternatifi yoktur’ demeye çalışan ülkeler de böyle bir rejimi meşrulaştırmaya çalıştı.”

İkiyüzlü siyasetin bu kadarına pes demekten bir çare yok... Yazının orta yerinde bahsettiğimiz soruyu yöneltelim:

- Yüzbinlerin ölümünden sorumlu Esad’ı daha birkaç ay önce Moskova’da imzaladığınız anlaşmayla siz meşrulaştırmadınız mı? “Arkasında durduğunuzu” ilan etmediniz mi o anlaşmayla? O imzaladığınız anlaşmayla, bugün timsah yaşı döktüğünüz çocukların kanları sizin elinize de bulaşmadı mı?