Şu iki haftadır yaşananlar olmasa; Karadeniz bölgesinde Rize iline bağlı ilçe der, geçerdiniz.

Şimdi, türküsü yakılan bir direnişin mekânı İkizdere. Dünyanın kalbinin attığı yer! Abartma yok, dünya farkında olmasa da öyle.

Ve şimdi; devletin şirket gibi yönetildiği bir ülkede, şirketle devletin iç içe geçtiği bir yönetimde, teyzelerin amcaların karşısına kendi evlatları olan askerleri dikerek, anaları babaları evlatlarına dövdürüp evlatlarına gazlatarak ağaçları katleden, kırmızı benekli alabalıkların oynaştığı dereyi çöplük yapan dozerlerin korunduğu yerin adı İkizdere.

Kadınlar yine en önde. Yaşlı kadınlar, yaşlı adamlar… İş ve aş olmadığı için gençlerin bırakıp gittiği yerlerde kalanlar… Doğasını katlettiği kentlerin etrafında gelişen arsız ve hırsız kapitalizmin düne kadar umursamadığı için cennetten bir parça gibi kalan yaylaların, vadilerin, ovaların çiçeğinden böceğinden kendilerine hayat kuran insanlar…

Şimdi, o arsız ve hırsız kapitalizm, üstelik oraları bırakıp giden oralı birinin şirketiyle gelmiş UNESCO’nun korunması gereken tabiat varlıklarından saydığı bir vadiyi talan ediyor.

Direnişin en önünde yaşlı kadınları, amcaları görmek içimizde duygusal kabarmalara yol açıyor.

Biz bu öfkeli kadınları, Meksika’da, 1994’te, holdinglerin doğayı da mahveden küreselleşmesine karşı “Ya basta!” (Yeter artık!) diye isyan eden Zapatistalar arasında da görmüştük.

Duygular olmadan protesto olmuyor. İlla da öfke. İkizdere duygu yoğun bir yer şimdi, kızgın, öfkeli!

Aslında, Zapatistalar’da gördüğümüzü, Zapatistalar’dan çok önce öğrenmiştik: Duygular protestoların arkasındaki en önemli motivasyon; ancak onları sonuca ulaştırmakta yeterli değil! Duygular üzerinde yükselen protestolar, dönüştürücü bir güç olamadan sönümleniyorlar.

Bugün de, Latin Amerika’da, Hindistan’da ve dünyanın başka yerlerinde çevrelerini ve doğal hayatı korumak için direnen yerli topluluklar arasında kadınlar öne çıkıyor ve dünyanın başka yerlerinde de duygusal kıpırdanmalara yol açıyorlar.

Ne yazık ki, bu yerel direnişler yerelle sınırlı kalıyor. Bizde her yer İkizdere olamıyor bir türlü! Direnişin en yükseldiği Kaz Dağları, her yer olamıyor!

Bu ülke bağımsızlığını kazanırken tarihe kazınmış bir sözü vardı Mustafa Kemal’in: Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır, o satıh bütün vatandır! Şimdi, çevre mücadelelerinde bu sözü hatırlayıp bir adım öteye taşımanın tam zamanı. Doğanın savunmasında o satıh bütün dünyadır!

İkizdere bütün Türkiye, hatta bütün dünya olmadıkça arsız ve hırsız kapitalizm karşısında yeterince güçlü değiliz!

İkizdere üzerine düşeni yapıyor. Üzerine düşeni yapmayıp yanlışın en büyüğünü yapanlar ise İkizderelilerin dün kime oy verdiklerini sorgulayarak, önünde saygıyla eğilmenin bile yetersiz kalacağı, parçası olunası direnişe gölge düşürmeye çalışanlar!

İkizdere üzerine düşeni yapıyor. Öfkesini vadisine saldıranların karşısına dikiyor. Kimin üzerine neyin düştüğünü ise bize Martin Luther King hatırlatıyor: “İnsanların kızması yeterli değildir - asıl görev, öfkelerin dönüştürücü bir güç haline gelmesi için insanları örgütlemek ve birleştirmektir.”

Memleketin dört bir yanında; Karadeniz’in yayla yollarında, Kaz Dağları’nda, HES’leri ve madenleriyle doğaya saldıran şirketlerin karşısında nineleri, dedeleri gördük… Cesaretleriyle coştuk... Şimdi İkizdere’de yaşadığımız duygusal patlamaları yaşadık…

Ama bu duyguları ve yerel öfkeleri kolektif iddialara dönüştürüp, o iddiaların işaret ettiği hedeflere yürüyen toplumsal hareketleri hâlâ yaratamadık.

İkizdere’nin hatırlattığı böyle de bir görev var!