İklim değişikliğine karşı alınmayan önlemler, hükümetlerin felaket niteliğindeki başarısızlıklarıyla ilgili. Ancak gezegene verdiğimiz zararda hepimizin payı var ve önlem alınmasıyla ilgili başarısızlık da hepimizin.

İklim adaleti için mücadele şart

Elizabeth CRIPPS

İklim değişikliği hepimizin ödünü koparıyor. O halde krizi durdurmak için neden daha fazla şey yapmıyoruz?

İklim krizi ile ilgili yazılmış herhangi bir manşeti okursanız, “Neden hep birlikte gidip kendimizi petrol şirketlerinin kapısına zincirlemiyoruz?” diye düşünebilir ya da neden milletvekillerinin kapısını kırmadığımızı merak edebilirsiniz. Fakat bunları yapmıyoruz. “Tabii, iklim değişikliğini tabii ki önemsiyorum” diye düşünebilirsiniz ve muhakkak hep bir “ama…” vardır.


Konuyu biraz deştiğimizde umursamazlığın gerekçelerini kolaylıkla keşfedebiliyoruz. Gerekçelere hepimiz aşinayız. Gerekçeleri hepimiz bolca duyduk. Hatta belki kendimiz de tekrar ettik. Fakat mazeret olabilirler mi?

GELECEĞİ KURTARMAK

Birkaçına göz atalım. İlk olarak, “uzak gelecekte” yaşanacak bir kriz olduğu algısına değinelim. Durum böyle değil, iklim değişikliği halihazırda gerçekleşiyor. Yangınlar, fırtınalar ve seller on yıllardır Avrupa, Amerika, İngiltere ve küresel güney ülkelerini perişan ediyor. İklim değişikliğinin asıl kurbanları gelecek kuşaklar olacak fakat Bangladeş’te henüz 11 yaşındaki arkadaşını selde kaybeden çocuk da bugünün kurbanı. New Orleans’ı vuran Katrina Kasırgası’nda her şeyini kaybeden aile, bakım masrafları karşılanamadığı için çocuk yaşta evlendirilen küçük kız… Hepsi iklim değişikliğinin şu an ki kurbanları.

Konu yalnızca ‘gelecek kuşaklarla’ ilgili olsa bile önemsememiz gerekir. Çünkü çocuklarımızdan ve torunlarımızdan, gerçek insanlardan bahsediyoruz. En ‘tartışmasız’ ahlaki değerlerimizden birini düşünelim: başkalarına zarar vermemeliyiz. Filozof Henry Shue’nun şu örneğini düşünün: İşlek bir patikaya mayın döşediğinizi düşünün. Yarın patlarsa, siz suçlusunuz. 150 yıl sonra patlarsa, yine siz suçlunuz. İkim değişikliği işte bu mayın gibi.

Bir de tabii “Çok pahalı!” konusu var.

HAKLAR HEDEFTE

İklim değişikliği ile mücadele konusunda sık sık seslendirilen bir gerekçe: Daha sıcak bir gezegene adapte olmamız, daha ucuza gelecek. Bu gerekçe meşru olsa bile (değil!), ahlaki açıdan problemli. Filozoflar buna ‘faydacılık’ diyorlar. Bazı insanlar zarar görse de insanların ‘ortalama’ refahı (yani parasal gelir ortalaması) için çalışmamız gerektiği görüşünü böyle tarif edebiliriz. Bunun temel ahlak anlayışı ile örtüşmediğini, temel insan haklarına aykırı olduğunu söylemeye hacet yok.

Bu yoldan gitsek bile iklim değişikliği ile mücadeleye dair şaibeli varsayımlara bel bağlamamız gerek. Filozof Simon Caney’nin sözleriyle aktarmak gerekirse, gelecekte ölecek ve acı çekecek insanların ‘maliyetinin’ şu anki insanların acılarından düşük olacağını varsaymamız gerek. Fakat standart ekonomik düşünüşte dahi bunun karşılığı yok. Torunlarımızın yaşamları ‘indirimli’ değil.

Diğer bir bakış açısı da “Bu hükümetin işi!” diye özetlenebilir.

HÜKÜMETLER SORUMLU

İklim değişikliğine karşı yapılmayanlar, hükümetlerin felaket niteliğinde başarısızlıkları ile ilgili. Fakat biz seçmeniz ve hükümetler bizim adımıza karar veriyorlar. Birçoğumuz araba kullanıyor, uçağa biniyor, et yiyoruz. Ahlaki açıdan konuşacak olursak, gezegene verdiğimiz zararda hepimizin payı var ve önlem almaktaki başarısızlık da hepimizin. Yaşamakta olduğumuz küresel felaket yüzünden suçluluk hissetmeniz gerektiğini söylemiyorum. Fakat hepimiz kendimizden utanmalı ve harekete geçmeliyiz.

“Et yemiyorum, uçmuyorum” konusuna da değinelim. Bu duruş, hükümetleri sorumlu tutan bakış açısının zıt kutbunda yer alıyor. Buna göre, tüm sorumluluk bireylerin omzuna yükleniyor. Fakat bu verimsiz, adaletsiz ve pratikte karşılığı olamayacak bir duruş. Toplu taşıma ağı yeterli değilse arabasız yaşayamazsınız. Tüm sorumluluğu bireylere yüklemek, yükü ‘sorumluluk almaya gönüllü’ olanlara yıkmak demek. Bireylerin karbon emisyonlarını azaltmaları önemli olsa da sorunu tek başına çözemez. Hükümetleri tarafımıza çekmez ve fosil yakıt şirketlerini sorumlu tutmazsak felaketten kaçınamayız.

PROTESTOLARIN ÖNEMİ

Kurumların başarısız olduğunu gördüğümüz için kendimizi güçsüz hissetmemeliyiz. Fakat her birimiz birer iklim aktivisti olarak hareket etmek zorundayız ve ‘yukarıda’ değişiklik istiyorsak işe kendi eylemlerimiz ile başlamalıyız.

“Kamyonların önüne yatamam.”

Tamam, o zaman yatmayın. Ama durup bir düşünün ve neden bazı insanların kendilerini yola zincirleyecek kadar çaresiz hissettiklerine kafa yorun. Kendiniz ne yapmaya gönüllüsünüz, bunu bir düşünün. Milletvekilinize mi yazacaksınız? Parlamento binası önünde eylem mi yapacaksınız? Bankanızın ya da bireysel emeklilik fonunuzun fosil yakıtlara yatırım yapmasına karşı mı çıkacaksınız? İklim adaleti için çalışan sivil toplum kuruluşlarını mı destekleyeceksiniz? İlerleme için farklı taktiklere ihtiyacımız var. Sivil itaatsizlik de bunun parçası, siyasetçilere lobi yapmak da. Neyi iyi beceriyorsanız, ona yoğunlaşın ve büyük resme katkıda bulunun.

DEĞİŞİMİ TETİKLEMEK

“Benim yapacağım şeyin ne önemi var ki?”

Önemi var. Hepimiz için önemi var. Filozoflar buna da farklı bir açıklama getiriyorlar. Kalktınız eyleme gittiniz diye ya da araba kullanmayı bıraktınız diye dünya bir anda değişmeyecek. Fakat değişimi tetikleyebilir, siyasetçileri sizi dinlemeye mecbur bırakacak kadar büyük bir hareketin parçası olabilir ve sözü edilmeyen hayatları kurtarabilirsiniz. Değişimi mümkün kılan bir gruba katılarak, yapacaklarınızı önemli kılabilirsiniz. Alternatifi nedir ki? Öylece oturmak ve ortak hatamızı başkalarının düzeltmesini beklemek mi?

“Zaten işim başımdan aşkın!”

Bu da gayet anlaşılabilir. Fakat iklim adaleti akıl almaz bir ideal değil. İnsanları ‘öldürmeyecek’ şekilde yaşamanın yollarını aramaktan bahsediyoruz. İnsanların boğulmasına, evlerinin yanmasına ya da salgın hastalıklara tutulmasına engel olmakla ilgili konuşuyoruz. Ortak ahlaki sorumluluğumuza göre yaşamak için ne kadar duygusal çaba sarf edecek, ne kadar vakit ayıracaksınız? Buna verecek nihai bir yanıtım yok çünkü ahlaki tartışmalar halen devam ediyor. Şimdilik verebileceğim yanıt şu; gelişmiş ülkelerde rahat yaşayanların yapacağı herhangi bir şey, şu an yaptığımızdan fazlasını yapmak anlamına gelecek.

The Guardian'dan çeviren Fatih Kıyman