İklim değişikliği su ve kuraklık


E. Helil İnay KINAY*

Nüfus artışı, kentleşme, sanayileşme, doğal varlıkların kontrolsüz tüketimi, ormansızlaşma ile birlikte bunlara bağlı olarak ortaya çıkan iklim değişikliği ile su kısıtlılığının artması, kaynakların tükenmesi, kirlilik, aşırı doğa olayları dünyada olduğu gibi ülkemizde de yaşam için tehdit oluşturuyor. İklim değişikliğinin olumsuz etkilerini aşırı sıcaklar, soğuklar, kuraklık, yağış rejimindeki değişiklikler, afet sayısı ve türündeki artışlar, kayıplar ile son yıllarda çok daha ağır yaşıyoruz. Hava sıcaklıklarındaki değişiklikler, su kaynaklarına etkiler, kuraklık, çölleşme ile su yoksunluğunu yaşarken, bir taraftan da tarıma etkileri, ürün deseni ve kalitesindeki etkiler ile gıda ve yaşam sorunu olarak karşımıza çıkıyor. Bu sürecin ekolojik denge ve canlılar üzerindeki etkileri de değerlendirildiğinde su, gıda ve dolayısıyla yaşam sorunu büyüyor.

Aralık ve Ocak aylarını kış olarak tanımlayamayacağımız hava sıcaklıkları ve kuraklıkla geçirdik. Su yönetimi üzerine mevcut baskılar, kalite ve miktar sıkıntıları geçmişten bugüne devam ederken; son günlerde barajlardaki doluluk oranları verileri geçtiğimiz yıllara göre yüzeysel su kaynaklarımızın miktar olarak yaklaşık yüzde 50 azaldığını gösteriyor.

Barajlardaki doluluk oranı İzmir için yaklaşık yüzde 35 olarak verilirken, İstanbul için yüzde 26, Ankara yüzde 23, Bursa yüzde 22 olarak gösteriliyor. İklim değişikliği, yağış miktarı ve kalitesine yönelik değerlendirmeler de iç acıcı görünmüyor. Meteorolojik verilere göre Ekim ayı yağışları yüzde 36, Kasım yüzde 40 ve Aralık yüzde 16 azalmış durumda. Benzer şekilde son 90 yılın en kurak kasım ayını yaşadığımız bilgisi paylaşıldı. Sonraki günlerde gelen yağışlar sele dönüşerek karşımıza çıktı.

Geçmişten bugüne tabloya baktığımızda sıcaklıkların arttığı, yağışın azaldığı, gelen yağışın da kaynakları besleyecek yeterlilik ve kalitede olmadığı gibi, kentleşme ve altyapı eksiklikleri ile sele afete dönüşüyor.

Bugün ülkemizde yüzeysel su kaynaklarımız büyük oranda kirlenmiş durumda. Bölgemizde en önemli su havzaları olan Gediz, Küçük Menderes, Büyük Menderes, Kuzey Ege Havzalarında su kalitesi değerlerine yönelik izlemelerde sularımızın kirli olduğu görüyoruz. Havzalarımızda yüzey ve yer altı sularına yönelik kirlilik baskısı artarak devam ederken, bir yandan kontrolsüz yeraltı suyu çekimleri ile su varlıklarımızın büyük risklerle karşı karşıya kaldığını görüyoruz.

Bütün bu süreçlerde mevcut hali kısıtlı ve kirli olan su varlığımız için; İçme ve Kullanma Suyu Havzalarının korunması ve bu havzaların yönetimine ilişkin planlama süreçleri çok daha yaşamsal öneme sahip. Ancak; İzmir’in içme suyunu sağlayan Tahtalı ile Gördes su havzalarındaki kirlenme baskısının artması, kirlilik seviyesi zaten yüksek olan Gediz, K. Menderes, B. Menderes Nehirleri ve Kuzey Ege havzalarının daha da korumasız hale gelmesi yaşamsal risklerimizin başında yer alıyor.

Yeterli ve temiz suya ulaşamama sadece içme ve kullanma suyu için değil, gıda, tarım ve hayvancılık gibi sektörler ile temel yaşam kalitemizi etkilerken, sanayi kullanımı, altyapı eksiklikleri de değerlendirildiğinde en temel ihtiyacımızı karşılayamayacak duruma gelmeden acil önlemlerin alınması gerektiği yıllardır ortada. İklim değişikliği, kuraklık, yağış düzensizlikleri yıllardır dile getirdiğimiz, koruma ve planlamaya yönelik yönetim politikalarının önemini vurguladığımız bir süreç. Ancak bilinen gerçekler ve zorunluluklara rağmen gerekli çalışmalar yapılmıyor.

Suyun, canlı tüm yaşam için vazgeçilmez doğal bir hak olduğu unutulmadan, suyun kullanımı ve korunması ile ilgili kararlarda yöre, bölge ve ülke insanının yok sayılmadan ivedilikle toplumsal projeler oluşturulması, suyu "doğal hak" olmaktan çıkarıp, "ticari bir mal" haline getirerek sermayeye, küresel piyasaya açan politikalardan vazgeçilmesi, doğal kaynaklarımızı, halkımızın çıkarlarını ve geleceğini korumak için; kamu mülkiyeti temelinde örgütlenmiş, ulusal planlama çerçevesinde yerel kalkınmayı hedefleyen, her bireyin suya erişimine olanak sağlayan, eşitsizlikleri de ortadan kaldırarak, doğayla barışık yatırımı önemseyen ulusal su politikalarının bir an önce hayata geçirilmesi gerekiyor…

*TMMOB Çevre Mühendisleri Odası İzmir Şubesi Başkanı