İklim gündemi ve yalnızlaşan Türkiye

Bengisu Özenç*

2019 yılı Aralık ayında açıklanan Avrupa Yeşil Mutabakatı yalnızca Avrupa Birliği dahilindeki ülkeler için değil, Türkiye gibi birlikle yüksek ticari ilişkiler içerisinde olan ülkeler için de önemli bir dönüştürücü çerçeve haline geldi.2050 yılı itibarıyla karbon nötr ilk kıta olma hedefini benimseyen birliğin bu çerçeveyi aynı zamanda bir rekabetçilik politikası olarak da ortaya koyduğunu görüyoruz. Türkiye özelinde baktığımızda, Yeşil Mutabakat gündeminin iklim değişikliği tartışmalarını da daha kapsayıcı hale getirdiğini söylemekte fayda var. Bugüne kadar daha dar çevreler arasında tartışılan iklim değişikliği ve bunu önlemeye yönelik politikalar konusunun, bir anda gerek kamunun gerekse sivil toplumun daha geniş kesimlerinin dâhil olduğu çevrelerce tartışıldığına şahit oluyoruz. Türkiye’nin Paris Anlaşması’nın onaylanmasına yönelik talepler artık, farklı motivasyonlarla, daha fazla paydaş tarafından dile getiriliyor.

***

Konunun bu kadar popüler hale gelmesinin arkasında, Yeşil Mutabakat içerisinde tasarlanan Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması gibi bir maliyet unsuru yatıyor. Avrupa Birliği, kendi ekonomisini düşük karbonlu ve sürdürülebilir bir patikaya ulaştırma yönünde kapsamlı bir yol haritası açıklarken, benzer önlemlerin alınmadığı ve bu sebeple maliyet avantajı sağlaması muhtemel ülkelerden gelecek ürünlere, ürünlerin karbon içeriği üzerinden ek maliyetler uygulayacağı yeni bir mekanizmanın ilk tasarımını da ortaya koymuş durumda. Türkiye gibi ihracatının yarısını AB pazarına yapan bir ülke açısından böylesi birmekanizma, ürünlerin üretim süreçleri ve elektrik talebi kaynaklı emisyonları düşürecek önlemler alınmadığı takdirde yakın vadede ihracatta ciddi maliyetlerle karşılaşılması anlamına geliyor. İlk etapta Mekanizmaya dahil edilmesi planlanan karbon yoğun sektörler arasında demir-çelik ve çimento gibi Türkiye’nin AB açısından en önemli ticaret partneri olduğu ürünlerin bulunması konuyu her iki ülke açısından da kritik bir noktaya taşıyor. Türkiye açısından karşılaşacağı ek maliyetler, ihracatta daralma gibi riskler barındıran bu süreç, AB açısından da mevcut tedarik zincirlerinin bozulması ve yeniden kurulması anlamına gelebilecek.

***

iklim-gundemi-ve-yalnizlasan-turkiye-887391-1.

İklim politikasının ekonomi politikasının tam ortasına oturduğu bu süreçte, ortaya konulmaya çalışılan dönüşüm çerçevesinin de bağlamını unutmamak gerekli. Bütün bu karbonsuzlaşma tartışmalarının temelinde, Paris Anlaşması çerçevesinde ifade edildiği şekliyle, yüzyıl sonu itibarıyla Sanayi Devrimi’nden bu yana ortalama küresel sıcaklık artışını 1,5 derece ile sınırlama hedefi var. Bugün ise ortalama sıcaklık artışı 1,2 dereceyi bulmuş durumda. Bu nedenle de daha iddialı hedeflerin alınması ve bu hedeflere yönelik eylemlerin de kararlı bir şekilde ivedilikle uygulanması gerekiyor. Türkiye ise bugün, Paris Anlaşması’nı henüz onaylamamış ya da bu yönde irade beyan etmemiş beş ülke arasında bulunuyor. Geçtiğimiz günlerde Libya Başbakanı’nın Paris Anlaşması’nı onaylayacaklarını duyurmasıyla birlikte bu listede İran, Irak, Eritre ve Yemen’le birlikte son beşe kalan Türkiye, G20 ülkeleri arasında da anlaşmayı onaylamayan tek ülke.

Mutabakatın sloganı haline gelmiş ve 1,5 derece hedefiyle de uyumlu olan“2050 yılı itibarıyla net sıfır olma” hedefi küresel olarak da bu akımın popülerleşmesine katkı sağladı. Öyle ki, artık yüzyıl ortası itibarıyla net-sıfır emisyona ulaşma hedefleri neredeyse bir norm haline geldi. Bugün net-sıfır hedefi almış ülkeler küresel ekonominin %68’ini, Dünya nüfusunun %56’sını ve küresel sera gazı emisyonlarının %61’ini temsil ediyor. Bu durum da Türkiye’nin AB’ye olan ihracatında karşılaşacağı karbon maliyeti riskinin diğer pazarlarına da yaygınlaşmasının muhtemel olduğunu gösteriyor.

Avrupa Yeşil Mutabakatı’nın Covid-19 gibi bir küresel sağlık krizi ve buna bağlı yaşanan ekonomik buhran ile üst üste gelmesi, uygulanabilirliği açısından ciddi soru işaretleri yaratıyor olsa da yaşadığımız 1,5 yıllık tecrübe bize, doğrultunun fazla bir değişikliğe uğramayacağını gösteriyor. Bu süreçte toparlanma politikalarının “yeşil toparlanma” çerçevesinde ele alınmaya başlaması, bütçe bileşenlerinin bu şekilde tasarlanması en önemli göstergeler. Avrupa Yeşil Mutabakatı, artan net-sıfır hedefleri, yeşil ve dayanıklı toparlanma gündemleri aslında yekpare bir küresel iklim gündemi olarak önümüzde duruyor.

***

Avrupa Yeşil Mutabakatı, kendi içindeki sorunlara rağmen bu gündemin merkezinde oturuyor ve dönüşümü yönlendiriyor. Küresel liderliğin iklim liderliği üzerinden tanımlandığı bu süreçte söylemlerdeki rekabet de bir hayli yüksek. ABD ve Çin en iddialı rakipler arasında. Ama bugüne kadar daha çok piyasa koşulları altında yaşanmış olan fiili dönüşümün bizi 1,5 dereceye taşıyacak bir patikaya oturtabilmesi için çok daha fazlasına ihtiyaç olduğu açık. Bu noktada gelişmiş ülkelerden beklenti, tarihsel sorumlulukları çerçevesinde alacakları daha iddialı önlemlerle birlikte, küresel eşgüdümü sağlayacak finans ve teknoloji desteklerini de hayata geçirmeleri. Türkiye’den beklentimiz ise küresel çabaların bir parçası olurken, kendi topraklarına ve bu topraklarda yaşayan vatandaşlarına yaşanabilir bir gelecek sunma sorumluluğunu yerine getirmesi.

*Sürdürülebilir Ekonomi ve Finans Araştırmaları Derneği Direktörü