İklim krizi ve COP27
Fotoğraf: AA

KONUK YAZAR
Murat BAKAN, CHP Milletvekili

İnsanlığın, doğa ve canlılarla eşit kıymette olduğu gerçeğini göz ardı ederek doğanın efendisi gibi davranması “iklim krizi” olarak tanımladığımız dünyanın kırılma ve değişim sürecini başlattı. Radikal önlemler uygulanmaya derhal başlansa dahi olumlu etkilerin görülmesinin on yıllar alabileceği zor yıllarla karşı karşıyayız. İnsanlık “kazana kazana kaybetmeye” devam ederken, tükettiğimiz mavi gezegeni iyileştirebilecek tek şey ise yine insan ve yeni bir bilinç.

***

Sosyolog Anthony Giddens, iklim krizinin etkilerinin ciddi boyutlara ulaşmadıkça, insanlığın önlemek için harekete geçmeyeceğini; etkilerin hayatı derinden sarstığında ise harekete geçmek için çok geç olacağını söylüyor. Giddens Paradoksu adlandırılan bu durum, iklim kriziyle yüzleşmenin kolay olmadığını, kabul etmenin ise hayat tarzında radikal değişiklikler gerektirdiğini ortaya koyuyor.

İnsanlık, ne yazık ki küresel ısınmada ‘kaynayan kurbağa sendromu’na yakalandı. Belki de bu nedenle, Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Antonio Guterres, Mısır’daki COP27 zirvesinin başlangıcında “Ayağımız gaz pedalında iklim cehennemine giden bir otoyoldayız” ifadelerini kullanarak tüm liderlere daha fazla sorumluluk alma ve daha çok işbirliği çağrısında bulunuyor.

Guterres, geçen yıl da COP26’da bu yıla benzer şekilde daha fazla sorumluluk alma ve daha çok işbirliği çağrısını “Artık ‘yeter’ demenin zamanı geldi” diyerek vurgulamış ve “Biyolojik çeşitliliğe zulmettiğimiz, kendimizi karbonla öldürdüğümüz, doğaya tuvaletmiş gibi davrandığımız, yaktığımız, daha derine deldiğimiz, kazdığımız yeter. Kendi mezarımızı kazıyoruz” diye konuşmuştu.

Dünya, kritik eşiğe hızla yaklaşırken çok değerli 1 yıl daha geçti ve geçen yıl, daha önceki yıl ve ondan önceki yılda söylenen sözlerden farklı bir şey söylenmiyor. Daha önce savaşların çıkmasına, sınırların değişmesine neden olan enerji politikalarını dahi iklim politikalarının belirleyeceği bir sürece geldik. Ülkemizin, iklim krizinden en çok etkilenecek kuşakta yer aldığı gerçeğiyle iklim krizini yüksek politika alanı olarak görerek, politika yapım ajandasının en üstüne taşınması gerektiğini yıllardır söylememize rağmen, iktidar kulağının üstüne yatıyor.

***

Geride bıraktığımız sene Glasgow’da düzenlenen COP26’da özet olarak; dünyanın ısınmasının mümkünse maksimum 1,5 santigrat derece seviyesinde tutulabilmesi, kömür kullanımının tarihe karışması, gelişmekte olan ülkelerin fosil yakıt emisyonlarını azaltmalarına ve krizin etkilerine uyum sağlamalarına yardımcı olmak için iklim finansmanı sağlanması ve ormansızlaşmaya son verme politikaları öne çıkmıştı.

COP26 zirvesinde gözlemlediğimiz üzere; dünya karbonsuz bir düzene doğru yol alırken, iklim krizine karşı karbon yakalama, depolama teknolojileri ve yenilenebilir kaynaktan hidrojen elde ederek karbon emisyonunu azaltacak teknolojiler üzerine ciddi çalışmalar bulunuyor. Bir yanda iklim krizine karşı önlem alan teknoloji liderleri olan ülkeler varken diğer yanda ise iklim krizine karşı edilgen tutum izleyen teknoloji takipçisi ülkeler bulunuyor.

Peki, biz ülke olarak zirve gündemlerinin neresindeyiz, iklim zirvelerine katılımcı olmanın ötesinde iklim krizine karşı tutarlı bir politikamız var mı?

Ülkemiz COP26 devam ederken yayımlanan “Kömürden Temiz Enerjiye Küresel Geçiş Deklarasyonu”na seyirci kaldı. Oysa Türkiye'nin “2053 Net Sıfır” hedefine ulaşabilmesi için temiz enerji sektöründe köklü altyapı yatırımları yapması gerekiyor. Öte yandan, olumlu bir adım olarak “ormansızlaşmayı tersine çevirme ve sona erdirme” taahhüdünde bulundu. Bu söz önemli ancak ülkemizde hâlâ sistematik bir ormansızlaştırma politikası yürütülüyor. Orman Genel Müdürlüğü’nün odun üretim miktarıyla gurur duyduğu, ormanların maden işletmelerine kiralandığı gerçeği göz önüne alındığında bu taahhüdün de altı da boş kaldı.

***

Şimdi ise önümüzde; emisyonları azaltmak, ülkelerin iklim değişikliğine hazırlanmalarına ve bunlarla başa çıkmalarına yardımcı olmak, gelişmekte olan ülkeler için teknik destek ve finansman sağlanması konularına odaklanan Mısır’daki COP27 bulunuyor.

Afrika kıtasında bu zaman kadar beşinci kez COP düzenlense de, 2016 yılından bu yana ilk kez Afrika’da gerçekleştirilen COP27, Afrika ülkelerinin iklim krizinin en şiddetli etkilerine maruz kalacaklarını vurgulamak için “Afrika COP”u olarak adlandırılıyor.

Brighton Üniversitesi’nden Prof. David Nash’in Haziran 2022’de yayımlanan makalesi, kuraklık nedeniyle Doğu Afrika’da yaklaşık 17 milyon insanın gıda güvensizliği ile karşı karşıya olduğunu ortaya koydu.

İklim krizi, sonuçları itibarı ile belki en çok Afrika kıtasının ama son tahlilde gezegenin, yani tüm canlıların varoluş problemi. IPCC 6. Değerlendirme Raporu’na göre 1990’ların başından beri Birleşmiş Milletler nezdinde yapılan tüm çalışmalara rağmen 2019 yılına kadar atmosferde biriken sera gazlarında artış oranı yüzde 85 oranına ulaştı. Mevcut emisyon eğilimlerine göre 2100 yılına kadar küresel ısınmadaki artışın 3-4 derecelere ulaşabileceği hesap ediliyor.

Söz konusu kötü senaryonun doğru çıkması halinde ise insanlığın Mars’ta koloni kurma hayalinin haklılığı ortaya çıkacak.