İklim krizi ve COP27

Murat BAKAN / CHP İzmir Milletvekili

Türkiye’nin yakıcı gündemi, hepimizi sarsan Taksim görüntüleri ve orada yitirdiğimiz canlar, bu saldırının önlenemeyişi, iktidarın göç ve iç güvenlik politikaları ya da Türkiye’nin derinden hissettiği topyekûn yoksullaşma olsa da dünyanın gözü kulağı Şarm el Şeyh’teydi. Glasgow’da olduğu gibi bekleneni veremeyen yeni bir taraflar konferansı daha yapılsa da gezegenin geleceği için hepimize umut veren kayda değer bir ilerlemeyi ne yazık ki göremedik.

***

Türkiye açısından değerlendirirsek büyük bir hayal kırıklığı daha yaşadığımızı ifade etmeliyim. COP27’de canlı olarak dinlediğim Murat Kurum’un, Türkiye’nin güncellenmiş Ulusal Katkı Beyanı’nı (NDC) açıkladığı konuşmasında, Paris Anlaşması’nı onaylayan son 5 ülkeden biri olduğumuzu ve İklim Başmüzakerecisinin kendi yardımcısı olduğunu unutarak “Bugün bir araya gelmemizin temel sebebi iklim değişikliğiyle mücadelede, 1,5 derece hedefini erişilebilir kılmaktır. Paris Anlaşması’nı uygulamak artık bir tercih değil, tüm ülkeler için bir zarurettir” demesi ironikti!

İklim Eylem Ağı’nın “günün fosili” ödülünü Türkiye’ye vermesinde, Ulusal Katkı Beyanı’nda ulaşılması zaten mümkün olmayan bir karbon salımı hedefine ulaşamadıkları ekonomik büyümeye paralel olarak taahhüt eden iktidarın, güncellediği beyanı ile de artımdan azaltıma devam edeceğini, yani Türkiye’nin karbon salımını yüzde 30’un üzerinde artıracağını tekrar beyan etmesinin katkısının olduğu tartışmasız. En azından konferansa birlikte katıldığım milletvekili arkadaşım Mahir Polat ve benim açımdan bu durumun ülkemiz adına bizi utandırdığını söylemek abartılı bir ifade olmaz.

Eğer her ülke ve Türkiye de üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmezse yani mevcut taahhütlerinde azaltıma gitmezse bu durum; 2030 yılına kadar emisyonların yüzde 10,6 gibi ürkütücü bir oranda artışına ve dünyayı yüzyılın sonunda 2,5 derece daha sıcak hale getirecek çıkmaz bir sokağa işaret ediyor.

Türkiye’nin emisyonlarını azaltması mümkün olmazsa sıfır emisyon hedefine ulaşması da mümkün değil. Ülkeyi yıkıma uğrattıkları birçok alanda olduğu gibi iklim krizi ile mücadelede çözümleri üretmek Millet İttifakı olarak bize düşüyor ancak Türkiye gereken adımları atmadığı için çok önemli yıllarını kaybetmiş oluyor.

***

Ülkemizin yer aldığı coğrafi kuşak sebebiyle iklim krizinin etkilerini birkaç farklı açıdan en fazla hissedecek ülkelerden biri olmasının yanında; en büyük ticari partnerimiz olan AB’nin bize uygulayacağı sınırda karbon vergisi gibi yaptırımları; yaşayacağımız büyük kuraklık sebebi ile tarım ürünleri üretimimizin doğrudan etkileneceğini; çam ormanlarımızın çıraya dönüşeceğini ve hali hazırda ülkemizde sayısı kimilerine göre 10 milyona ulaşan göçmenlere ilave olarak suların yükselmesi, ürün azlığı, yaşanamayacak sıcaklıklar dolayısıyla sahra altı ülkelerden ülkemize göç etme riski olan milyonlarca yeni göçmeni düşündüğümüzde mevcut iktidarın iklim politikalarının durumu idare eden, çözüm üretmeyen, ‘dostlar alışverişte görsün’ yaklaşımının bizi daha da üzdüğünü ifade etmem gerek.

Diğer taraftan, bakanların katıldığı yuvarlak masa toplantısında hepimizi endişeye sevk edecek raporlar da sunulmaya devam ediliyor. BM İklim Değişikliği İcra Sekreteri Simon Stiell, dünyanın sera gazı emisyonlarının düştüğünü ancak bunun küresel sıcaklıkları 1,5 derece‘de tutma hedefine ulaşmada yetersiz kaldığını söylüyor.

İklim krizinin hayatın her alanında meydana getireceği tahribattan kaynaklı endişe, yapılan konuşmaların diline de yansıdı. COP 27’de kanımca en önemli tartışma konusu iklim krizinden en çok etkilenecek ülkelerin zarar ve ziyanlarının karşılanması için attıkları “iklim adaleti” çığlığıydı ve bunu hem taraflar müzakerelerinde ülkelerin temsilcileri hem de salonun dışında iklim aktivistleri haykırıyorlardı. Bu yıl Glasgow’dan farklı olarak ülkesinin üçte biri sular altında kalan Pakistan, bir vadede ülkesinin tamamı sulara gömülecek olan Maldivler, kuraklık sebebi ile bir gıda kriziyle karşı karşıya olan Somali, Etiyopya ve Kenya gibi ülkeler ve iklim krizi sebebiyle evlerinden yurtlarından olacak Pasifik’teki ülkelerin sivil toplum organizasyonları sesini daha çok yükseltiyordu.

COP27’de gelişmiş ülkeler iklim adaleti için ne kadar çaba sarf edecekler ya da ne vaat edecekler onu konferansın sonunda öğreneceğiz ancak zaman daraldıkça, kayıp ve hasar arttıkça sesleri daha fazla yükselmeye başlayacak.

Evet, sonuç olarak, gelinen noktada her ülke üstüne düşeni yapmalı fakat esas itibari ile zengin ülkeler tarihsel sorumluluğunun gereğini yerine getirmeli ve iklim krizinden etkilenen ülkeler için bir BM fonu mutlaka oluşturulmalı.

Bir yanda zenginleşirken iklim krizine yol açan ülkeler, diğer yanda zenginlerin saldığı karbon yüzünden evlerinden yurtlarından olan, hayatını seller altında kaybeden, açlıkla karşı karşıya kalan insanlar varken “iklim adaleti”ni geciktirmenin maliyeti ise her saniye büyüyor. BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’in ifade ettiği üzere insanlığın önünde iki seçenek var: “iklim dayanışma paktı veya toplu intihar paktı.”