İskoçya’nın Glasgow kentinde COP26 İklim Konferansı başladı. İklim krizi konusu da aynı şekilde tüm insanlığın geleceğini tehdit eden “kurtuluş yok tek başına” sloganını dilimizin ucuna getiren hepimizin ortak sorunu… Ancak ne yazık ki bu konuda da dar çıkarlar, küçük pazarlıklar, kamuoyunu yanıltan bilgiler kol geziyor.

İklim Zirvesi ve 3 inisiyatif

Dünya henüz pandeminin yol açtığı sağlık krizini atlatamamışken; ekonomik, politik, demografik ve ekolojik krizler de kendini hissettiriyor. Bir anlamda küresel kapitalizmin kolay tedavi edilemez tüm yapısal çelişkilerinin ortaya saçıldığı, Gramsci’nin kavramlaştırmasıyla “organik bir krizle” karşı karşıyayız.

Covid-19 pandemisinin bir an için insanlığın kaderinin ortak olduğunu hatırlatmasıyla, bilimsel bulguların ancak salgına karşı dünyanın dayanışma içerisinde ortak bir mücadele vermesiyle düzlüğe çıkabileceğimizi ortaya koymasıyla biraz umutlanmıştık. Gelgelelim aşı paylaşımında dahi “ulusal çıkarın” ön plana alınmasıyla, kamusal sağlığın bile “patent haklarında dayatan” ilaç şirketleri tarafından bir kâr kapısı haline getirilmesiyle, Küresel Güney’in aşı ve tedavi imkânlarının çok uzağında kalmasıyla ayaklarımız suya erdi. Küresel iklim değişikliği konusu da aynı şekilde tüm insanlığın geleceğini tehdit eden “kurtuluş yok tek başına…” sloganını dilimizin ucuna getiren hepimizin ortak sorunu… Ancak ne yazık ki bu konuda da dar çıkarlar, küçük pazarlıklar, kamuoyunu yanıltan yanıltıcı bilgiler kol geziyor.


Bilindiği gibi 31 Ekim’de İskoçya’nın Glasgow kentinde COP26 İklim Konferansı başladı. Bu toplantıda 2015’te yapılan Paris İklim Anlaşması’ndan bu yana küresel ısınmayı yavaşlatma doğrultusunda gereken adımların atılıp atılmadığı mercek altına alınacak. Görüşmeler sonrası taraf ülkelerin güncellenmiş ve durumun kötüye gitmesi nedeniyle daha iddialı hedeflere nirengilenen Ulusal Katkı Beyanları’nda bulunması (Nationally Determined Contributions-NDC) bekleniyor.

BM SENTEZ RAPORU

Birleşmiş Milletler’in (BM) 25 Ekim 2021’de güncellediği sentez raporu durumun vahametini açık bir biçimde ortaya koyuyor. Paris Anlaşması’na taraf 192 ülkenin şu anki gidişatı göz önüne alınırsa, 2030’da sera gazı salımları 2010’daki düzeyin yüzde 16 üzerinde olacak. Bu da 21. yüzyılın sonunda 27 derece ısınmış bir yerküre demek.

Buradan ülkelerin küresel ısınmayı sınırlama taahhütlerini belirgin biçimde artırmaları gerektiği anlaşılıyor. Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) çalışmaları, küresel ısınmayı 1.5 derecenin altında tutmak için 2030’a kadar CO2 salımlarının yüzde 45, 2 derecenin altında tutmak için ise yüzde 25 düşürülmesi gerektiğini ortaya koyuyor. Paris’teki taahhütlerden bir ilerleme sağlanamaması durumunda ise küresel ısınmanın 4 dereceye kadar yolu olduğu bildiriliyor.

İşin acı yanı ise, küresel ısınmanın en yıkıcı sonuçları doğuracağı ülkelerin şu ana kadar yerküreyi kirletme konusunda en az vebali bulunan dünyanın yoksul coğrafyaları olması. BM, zengin ülkeleri yoksulların küresel iklim değişikliğine karşı gereken önlemleri alabilmeleri amacıyla, söz verdikleri yıllık 100 milyar dolar yardım yükümlülüğünü yerine getirmeye çağırıyor. OECD’ye göre bu fona sadece 80 milyar dolar ödenmiş bulunuyor. Bu paranın bir kısmını da bağışlar değil açılan krediler oluşturuyor. Uluslararası Enerji Ajansı’nın (IEA) hesaplarına göre, az gelişmiş ülkelerin küresel ısınmanın olumsuz etkilerinin sınırlanmasına yönelik üzerlerine düşeni yapabilmeleri için 2 trilyon dolarlık yatırıma gereksinim duyuluyor.

IPCC’nin üç farklı çalışma grubu bulunuyor.

1’inci Çalışma grubu iklim değişikliğinin bilimsel boyutlarına odaklanıyor. 2’nci Çalışma grubu sosyo-ekonomik ve doğal sistemlerdeki değişiklikleri ele alıyor. 3’üncü Çalışma grubuna gelince, diğer iki grubun bulgularından yola çıkarak hükümetlerin izleyecekleri politika önlemlerini geliştiriyor. 3.üncü Grubun başkanlığını ABD’nin üstlenmesi ise, buradan geliştirilecek önerilere ABD-Çin arasındaki jeopolitik rekabetin gölgesi düşeceği kuşkusunu uyandırıyor.
Zaten böyle kurumsal raporlarda sorunun ana kaynağının kapitalizm olduğu dile getirilmez. Sonsuz kâr hırsının, kesintisiz sermaye birikimi ihtiyacının doğanın fiziksel limitlerini zorlamaya kadar varacağı gerçeği tartışılmaz. Ancak IPCC, IEA gibi geniş olanaklara sahip kuruluşların bilimsel çalışmalardan beslenen raporlarının bulgularını temel almadan da doğanın dengesini korumak konusunda duyarlı, insandan yana politikalar geliştirmek, talepleri yükseltmek gerçekçi olmaz.

İsterseniz 12 Kasım’da sona erecek Glasgow Zirvesi’nin sonuçlarını gördükten, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu ülkelerin tek tek tavırlarını öğrendikten sonra küresel iklim değişikliği konusunu bir kez daha masaya yatırmak üzere, bu yazıda konunun farklı boyutlarını eksen alan üç ayrı ekolojist inisiyatifin çarpıcı mesajlarına kulak kabartalım.

KÜRESEL İKLİM DUVARI

Her yıl yapılan devasa silahlanma harcamalarının küresel iklim değişikliğini yavaşlatmaya ayrılan kaynakları kat be kat aştığını kolaylıkla gösterebiliriz. Transnational Institute Raporu, daha az dikkat çeken bir olguyu zengin ülkelerin sınırlarını tahkim için döktükleri paraların iklim finansmanına tahsis edilen miktarın 2.3 katına ulaştığı gerçeğini teşhir ediyor. Bu ülkeler gerektiğinde, Türkiye’nin Afganistan’dan gelecek mültecilere karşı örmekte olduğu 64 kilometrelik duvar gibi sınırlara bariyerler dikebiliyorlar.

Rapora göre, şu ana kadar atmosfere salınan sera gazlarının yüzde 48’inin sorumluluğunu taşıyan 7 ülke, 2013-2018 arasında sınır güvenliği ve mülteci akınını önlemek için 31.3 milyar dolar harcarken, iklim finansmanına yönelik yoksul ülkelere verilmek üzere sadece 14.4 milyar doları gözden çıkarmışlar.
Kanada 15 kat (1.5 milyar dolara karşın 100 milyon dolar), Avustralya 12 kat (2.7 milyar dolara karşın 200 milyon dolar) ABD 11 kat (19.6 milyar dolara karşın 1.8 milyar dolar) ile en göze batan örnekleri oluşturuyorlar. AB’nin sınır ajansı Frontex’in bütçesi ise 2006’dan 2021’e yüzde 2 bin 736 artmış.
İlginç bir nokta da, sınır güvenliği faaliyetinin özelleşmiş, bir kâr alanı haline gelmiş olması. Burada faaliyet gösteren firmalar aynı zamanda petrol devlerinin tesislerinin de güvenliğini sağlıyorlar. Örneğin Exxon Mobil’in hizmet aldığı L3 Harris firması ABD’nin önde gelen sınır güvenliği müteahhitleri arasında yer alıyor.

NET SIFIR DEĞİL GERÇEK SIFIR

Küresel ısınmaya karşı etkili bir mücadele sergileyebilmek için, 2050 yılında karbon nötr veya net sıfır sera gazı salımı düzeyinin yakalanması öngörülüyor. Net sıfır derken, sera gazı salımlarının ormanların, sulak alanların karbondioksidi soğurma kapasitesi ile dengelenmesi kastediliyor.

Oilwatch International’ın 19-21 Ekim tarihli toplantısından sonra yayımlanan bildirgede, “net sıfır değil, gerçek sıfır” sloganıyla fosil yakıtlar üretiminin azaltılması değil, bir an önce sonlandırılması çağrısı dile getiriliyor.

Kömür, doğalgaz ve petrol üretimini artıracak yatırımların hemen durdurulması isteniyor. Fosil yakıtlar üretiminin kademeli tasfiyesi sürecinde kömür ve petrole bağımlı ülkelerin hakkaniyetli bir geçiş yapması ve bu sektörlerde istihdam edilen çalışanların sosyal amaçlı, çevre ve iklim dostu sektörlere aktarılması için uluslararası inisiyatifler oluşturulması gerektiği vurgulanıyor.

Sera gazı salımlarını dengelemek için devreye sokulacak karbon yakalama, toprakları ağaçlandırma gibi masum görünüşlü çabaların, yerli toplulukların yerinden edilmesine ve topraklarına el konulmasına yol açabileceği uyarısında bulunuluyor.

YOK OLUŞ DEĞİL EKOSOSYALİZM

Küresel ısınma tartışmaları gündemine ağırlıklarını koymak için Glasgow konferansı öncesi ekososyalistler de harekete geçtiler. Yayımladıkları “Yok oluş değil, Ekososyalizm” başlıklı bildiride, “ekososyalistler olarak, başka bir dünya mümkün, ama yerküre üzerindeki emekçi halkların kitlesel biçimde seferber olmasıyla devasa bir toplumsal ve siyasal dönüşüm gerekiyor. Sadece ve sadece, kapitalizmin amansız kâr arayışına, sonsuz israfa, azgın bir ekonomik büyüme dürtüsüne son verilmesiyle, yalnız iklim değişikliğine, çevrenin tahribine ve kitlesel yok oluşa çözüm bulmakla kalınmaz, küresel yoksulluk, açlık ve aşırı sömürü de sona erer” mesajını verdiler.

Glasgow’dan ne karar çıkarsa çıksın kapitalizmin iklim krizini ancak yumuşatabileceğini, durduramayacağını dile getirdiler. Gerçek çözümün sorunu yaratan piyasacı sistem içerisinde bulunamayacağının, yalnızca örgütlü işçi sınıfının, kırsal kesimin ezilenlerinin, küresel güneyin yerli halklarının kadınları ve erkeklerinin kapitalizmi sonlandıracak güce sahip olduğunu ifade ettiler. Çünkü tüm zenginlikleri yaratan onların emekleridir ve sistem değişirse kaybedecek büyük servetleri, eşitsizliklerin, sömürünün ve kar sisteminin devamından çıkarları yoktur, çarpıcı vurgusuyla metni noktaladılar.

Bildiride şu somut taleplere yer verildi:

• Tüm fosil yakıtlar yerde kalmalıdır- doğal gaza, petrole ve kömüre hayır!

• Ulaşımda, altyapıda, sanayide, tarımda ve evlerde bir an önce yenilenebilir enerjiye geçilmelidir.

• Yeşil istihdam, devasa bir küresel kamu yatırımı programıyla sürdürülemez sanayilerdeki istihdamın yerine geçmelidir.

• Küresel güneyin sürdürülebilir sanayilere ve altyapıya geçişi için küresel ölçekte finansman sağlanmalıdır.

• 1990’ı temel almak üzere sera gazı salımlarında en az yüzde 70 kesinti yapılmalıdır. Bu tüm orduyu, havacılık sanayini ve gemicilik salımlarını içerecek şekilde geniş kapsamlı olmalı, şeffaf muhasebe, ölçüm ve halk gözetimi kuralları çerçevesinde yürütülmelidir.

• Karbon ticareti programları sonlandırılmalıdır.

• Madencilik, ormansızlaştırma, toprakların tarıma açılması gibi yollarla yerli halkların yaşam bölgelerinin tahribi ve yaşamlarına müdahaleye hemen son verilmelidir.