MEB’in ideolojik yönetim tercihleri yasalar ve uygulamalar üzerinde özellikle çocukların geleceğini olumsuz yönde etkileyecek sonuçlar doğuruyor. Günlerdir konuştuğumuz 6 yaşında bir kız çocuğunun evlendirilerek tecavüz ve cinsel istismarına göz yumulması aslında münferit ve talihsiz bir örnek değil. Bu bir model.

Çocukların dini vakıflara emanet edilmesi AKP iktidarı döneminde kolaylaştırıldı ve teşvik edildi. Diyanete bağlı kuran kurslarının okul öncesi eğitim yerine alternatif olarak koyulması ve cemaat vakıflarıyla protokoller imzalanması küçük yaştan itibaren ideolojik şekillendirmeye temel olarak kullanışlı bulundu. AKP’nin dini siyasallaştıran ve laiklik ilkesini yok sayan yönetim biçimi bu anlamda uygulamalarıyla da belirleyici. İktidarın ideolojik ve cinsiyetçi unsurlarla eğitim ve yaşam biçimi dayatması her gün türlü örnek ve hukuksuzlukla karşımıza çoklukla da tarifsiz acılar olarak geliyor. Tarikatların bakanlıkları paylaştığı, iktidarın ideolojisine hizmet etmek üzere iş birlikleriyle zenginleştirildiklerini bilmeyen yok! Cemaat ve tarikat kapıları ardında örtülü yaşananlar zaman zaman gazetecilerin ya da kendini kurtarmaya kararlı ve güçlü evlatların çabalarıyla ortaya dökülüyor. Skandal boyutunda örnekler eğer haber yasağı, birkaç göstermelik hukuki adım, süslü sözlerle geçiştirilerek unutturulamazsa yani döngünün karşısına aşılamayan bir engel çıkarsa failler bir bir itiraf mahiyetinde açıklamalar ve samimi olmayan telin cümleleriyle beliriyor karşımızda. Samimiyetsiz diyorum çünkü çok az vaka takip ve cezalandırmayla sonuçlanıyor. Olur da fail ceza alırsa bile buna olanak sağlayan sisteme kimse dokunmuyor.

Bugün 6 yaşındaki bir kız çocuğunun yıllardır yaşadığı kabul edilemez sapkınlık vakıflarda, cemaat yurtlarında, tarikat yuvalarında yaşananlara ilk örnek değil. Bu vakıflara MEB ya da farklı bakanlıklar aracılığıyla kamu arazileri tahsis ediliyor, bedelsiz bina veriliyor. Teşvik protokolleri imzalanıyor. 2016 yılında ortaya çıkan ve 2012 ile 2015 yılları arasında defalarca tekrar eden istismar ve tecavüz vakalarının gerçekleştiği Ensar Vakfı’na Urla Zeytineli koyunda Hazine'den alınıp 49 yıllığına tahsis edilen arazi en güncel örnek. Bu arazide daha önce yer alan DHMİ kampına ait tesislerin geçtiğimiz yıl hukuka aykırı şekilde yıkımına başlandı. Süreci Urla’da yaşadığım için hızlı şekilde fark edenlerden biriyim ve yakından takip ediyorum. 3. Derece doğal sit alanı olan bu araziye ilişkin Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı'nın imara olanak vermek için yaptığı plan değişikliklerinin yürütmesi vatandaşların ve stk’ların girişimleriyle geçtiğimiz günlerde durduruldu. Ensar Vakfı'nın "eğitim merkezi ve öğrenci yurdu" olarak kullanacağı belirtilen arazide gerçekleşecek yapılaşma bölgenin Nitelikli Doğal Koruma Alanı sınırları içerisinde kalan coğrafi vadi bütünlüğüne ve koruma altına alınan coğrafi/fiziksel ve ekolojik alt bölge bütünlüğüne geri dönüşü olmayan zarar vereceği gerekçesiyle son anda durdurulabildi.

45 erkek çocuğa tecavüz gibi korkunç bir suçun belgeleriyle hukuka yansımasına ve büyük bir infial yaratmasına rağmen Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın bu vakıf yararına karar peşinde koşması normal mi? Bakanlığın kamunun yani halkın olan ormanları, denizleri, tarım arazilerini yapılaşmayla yaşanacak yıkımı düşünmeksizin tahsis ederek usulsüz, hukuksuz yapılaşma için sit derecelerini düşürerek inşaata izin vermesinin gerekçesi nedir? Bu vakıf “eğitim” ve öğrenci yurdu için en kıymetli doğal çeşitliliğin bulunduğu bir turizm bölgesinde bu kadar büyük bir alandan başka yer bulamamış mı? Hangi vakıf, kurum ya da kişi için olursa olsun doğa kıyımının karşısında mücadele ettiğimiz bu talanın arkasında bir kez daha cemaat ve tarikatlara tanınan ayrıcalıklar çıkması tesadüf değil.

O tarihte ortaya çıkan tecavüzler için dönemin Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Sema Ramazanoğlu “Bir kere olması vakfı karalamak için gerekçe olmaz” sözleriyle vakfın arkasında durmuştu. Oysa yaşanan bir kez değil 45 kez olmuştu. Bu gün bir kez daha görüyoruz ki bu yapıların kapıları ardında bu örnekler, bu sapkınlıklar defalarca tekrar ediyor. Bazen 6 yaşında bir kız çocuğunun başına geliyor bazen erkek çocuklarının. Bugün tutuklu bir siyasetçi olan İdris Balüken’in o gün verdiği gensoru önergesi reddedilmişti. Bugün skandalın faillerini değil skandalı ortaya çıkaran gazeteci Timur Soykan’ı suçlu ilan eden zihniyet meclise çocuk yaşta tecavüzcüyle evlendirme yasasını getiren zihniyettir. Tecavüz, cinsel taciz, reşit olmayanla ilişki ve insan kaçırma gibi suçları işleyenlerin kurbanıyla evlenerek hatta “en azından onunla evlenme teklifinde bulunarak” beraat etmesini sağlamak için bir yasa yazma fikri bile iktidarın ideolojik birikim ve baskısını yeterince net ortaya koyuyor. Yasa tecavüzcüyü kurtarmak için koyulan evlilik şartının uygulanabilmesi için failin mevcut karısından boşanmasına bile izin verir nitelikteydi. O dönem mecliste direnişimiz ve kamuoyu ile ortak kararlı mücadelemizle geri çekilmişti. Yaşananlara ve siyasilerin açıklamalarına bakıldığında ilk fırsatta yeniden gündeme getirilmesi de an meselesidir. O yasa yürürlükte olsaydı bugün konuşulanların hepsi doğal yoldan boşa düşecekti. O yasa tam da bugün haberlere konu olan sapığı “küçük yaşta” çocuğa göz dikenleri korumak için yapılmıştı. Bir diğer yasa müftülere nikâh yetkisi verilmesini sağladı. Bu yasa küçük yaşta çocukların evlendirilmesini kolaylaştırıcı bir tehlikeyi güçlendiriyor. Zira müftü karşısında imam nikâhı kıyıldığında bunun resmi ve olağan olduğunu, yeterli olduğunu düşünecek yaşta bilgisiz ve bilinçsiz çocuklar ve aileler var.

Özetle ortada ikrar yok, inkâr var. Tutarlılık var.Süreklilik gösteren bir çarpıklık var. Sayısız çocuğun başına gelen istismar, gençleri intihara sürükleyen, onları eğitimden koparıp karanlığa sürükleyen bir sistem var. Bu sistemi kaçamadığında tenkit edip bir defaya mahsus cezalandıran ama sorunun özünü görmezden gelen hatta koruyan gericilik bizi yönetenlerin yıllardır değiştirmek istediği çağdaş, laik ve demokratik düzeni açıkça hedef alıyor.

Gericilikle mücadele etmek din düşmanlığı değildir. Mücadele edilen insanların inanç tercihi değil inanç tercihi nedeniyle başkalarının özgürlüklerini kısıtlayarak sapkınlıklara meşruiyet kazandıran zihniyettir. Suç olanı cinsiyet ve toplumsal görev tanımlarıyla kendine hak gören, bu suçu yasalardan arındıran, bu zihniyetin destekçilerini cezalandırmayan, onlarla işbirliği içinde olan, onlara sınırsız imkânlar veren gericilik din değildir. Ama dini kullanarak bu cemaatlere tarikatlara sahip çıkmak bağnazlıktır, suç ortaklığıdır.