Şiddet konusunda başka ülkelerin iktidarlarını kendi hallerine bırakalım şimdilik.

Derdimiz kendi ülkemizin iktidarıyla. Israrla sürdürdükleri, belki de sahip oldukları tek türlü bir söylemin içerdiği şiddetin tanığıyız. Özellikle son dönemde çokça yapılan, tamamen yalana dayalı propagandada, ucu Goebbles’e kadar dayandı. Sözü dolandırmadan söylemek gerekirse, Nazi propagandacısının yöntemleri açıkça kullanılmakta. Yöntem Nazi yöntemi olunca, faşizmin kaba şiddetinin de uzakta olmadığını ayrıca söylemeye gerek yok!

            İktidar yasakladığı her şeyi kendisi yapar.  Kendisi için bir yasaklama söz konusu olamaz.
            İktidar en başta ölüm yasaklar yasalarla. Ölüm yasağı için mahkemesiyle, polisiyle koskoca bir kurumsal yapı oluşturulmuştur. Ayrıntılı pratik sürecin gereği yapılmıştır. Kısacası iktidar öldürmeyi başkalarına yasaklar, ama kendisi hep öldürür.  Yasaklama tekeli de kendisindedir, öldürme tekeli de. İşkenceyi yasaklar, ama kendisi işkence yapar. Kendisi adına işkence yapan öznelerini korumak için her şeyi yapar.
            İktidarın şiddeti, bir açıdan kahhar ekseriyetin kendine hak gördüğü şiddettir. Kahhar ekseriyet; kahredici, ezici çoğunluk yani. Kahhar ekseriyet kendinde bu her türlü şiddeti yapma hakkı gördükten sonra, artık geçmiş ola…
            Dil ne denli yumuşak olursa olsun, o dilin sahibi eğer iktidarsa, yumuşak sözcüklerin, ılıman söylemlerin altından da şiddet çıkar. Dil, hem aynadır hem de konuşmanın içini gösteren bir röntgen filmidir.
            “Kitabı- Mukaddes ve Kuran gibi dini metinler ahlaki dersler vermek ve insanların birbirlerini sevmeleri gerektiğini öğretmek için şiddet içeren olayları kullanmaktadırlar” (D. Trend, Medyada Şiddet Efsanesi, YKY, Çeviren; Gül Bostancı). Aslında, bu alıntı bile şiddeti ve iktidarın şiddetini açıklamakta oldukça hafif kalmaktadır. Dinsel metinlerde,  kullar için öngörülen sadece ceza değil, ödüller de gizli bir şiddet içermektedir; kullara sunulan sonsuz iyilik, ölçüsüz iyilik, dünyevi bir algı için zorlu bir yük gibidir.
            Fazla geriye gitmeye gerek yok; son beş günün gazete başlıklarını bir anımsayalım. Görsel medyayı şöyle bir aklınıza getirelim. Gerek ülkemizde, gerekse dünyanın diğer ülkelerinde, yönetenlerin şiddetle doğrudan bütünleşmiş olan hallerini ve dillerini açıkça görebiliyoruz.
            Suriye üzerine bir paragraf açsak; kan, hesaplar, aymazlık, ayrımcılık, cehalet… gibi bir dizi şiddet içeren, olumsuz değerlendirmelerle dolu cümle kurmamız gerekir.
            Başbakanın idam şantajı yine tek başına, insanın nasıl bir iktidar düşmanlığı tehdidi ve tehlikesi altında olduğumuzu gösteriyor.  Demokrasofobik bir politikayla ve buna uygun politikacılarla yönetilmekte dünya. Şiddet bunu gösteriyor.
            Bu vahim tabloda, bir kamyon yükü patlayıcı hafif kalıyor.  Şiddet haberlerine konu olsa da, etkisiz kalıyor. Çünkü iktidar günlük hayatımızın tamamını şiddetiyle işgal etmiş halde. Bir kamyon patlayıcı, dikkatlerimizi gerçek şiddet sahiplerinde yönlendirmemize engel oluyor gibi. Şunu da demeden geçemeyeceğim: Eskiden çocuklarımıza “Neşe” adını koyardık. Bakıyorum, son zamanlarda kimse çocuğuna “neşe” adını koymaz olmuş.

Haftanın dizesi; “içine bazen kötülük kaçıyor senin” (Nurduran Duman, Sözcükler, 2012/5)