Arkamızda derin bir uçurum olduğunu fark edeli çok oldu. En azından memlekette bir grup insan yanındakileri gidişata dair uyarmak için çırpındı durdu. Ancak “bize bir şey olmaz” diyenlerin, “bu da geçer” korosunun sesi daha çok çıktı. Uçuruma yaklaştıkça kimileri araçtan atladı, birileri gölgesiyle kavga etti, diğerleri aşağıya yuvarlanmadan şoförün değişebileceğine kendini inandırdı. Bugün artık iki tekerlek karada, diğer iki tekerlek uçurumda boşa dönüyor. Olup bitenlerden muavini mesul tutanlar, şoförün “rehin” alındığını zannedenler, freni bozuk aracı sadece sürücü değiştirerek düzlüğe çıkarabileceğini düşünenler ise konuşup durmaya devam ediyor.

Bugüne kadar yaşadıklarımızın hiçbiri tesadüf değil, bundan sonrakiler de olmayacak. İktidar bloku hem Gergerlioğlu’nun milletvekilliğinin düşürülmesine hem de HDP’ye kapatma davası açılmasına giden yolun taşlarını göstere göstere döşedi. Son dönemeçte yoğunlaşan ama bir süredir “istikrarlı” biçimde sürdürülen, medya destekli bir operasyon eşliğinde nihai aşamaya gelindi. Bir başka ifadeyle ortada “sürpriz” yoktu. Kapatma başvurusunu duyan HDP’li siyasetçiler “zamanlamanın manidar olduğunu” söyledi. Bahçeli “HDP kapatılsın” kampanyasının mimarıydı; başsavcı tam da MHP Kongresi’nin arifesinde kapatma davası açmıştı. Üstelik ortaklar arasında “andımız” gerilimi vardı ve bu tartışmada geri adım atmayan Erdoğan ortağının gönlünü hoş tutmak istemiş olabilirdi.


Günlük gelişmelere bakarak Bahçeli’nin Erdoğan’a her istediğini yaptırdığını savunmak, HDP’ye ve muhaliflere yönelik siyasi hamlelerin rejimin “doğasına” uygun ve rejim için zaruri bir adım olduğu gerçeğini gölgelemekten başka bir işe yaramıyor maalesef. Gergerlioğlu’na yaşatılan hukuksuzluk da HDP davası da AKP Genel Başkanı’nın şahsında cisimleşen koalisyonun müşterek kararı. AKP’li kimi isimlerin parti kapatmaya şerh düşmesi bu sonucu değiştirmez. Çünkü kararı alanlar nezdinde zerre kadar hükümleri yok.

İstanbul Sözleşmesi’nin “feshedilmesi” de kapatma davası örneğinde olduğu gibi göz göre göre gerçekleşti. İslamcılar önce sözleşmeye dair kendi tabanlarında bir algı yarattılar, sonra da o algıyı bahane ederek harekete geçtiler. Ocak ayında İslamcı camiaya sözleşmenin kaldırılacağı “müjdesini” Millî Görüş’ün ağabeyi Asiltürk, Erdoğan ile görüşmesinin hemen sonrasında zaten vermişti. Muhalefet iktidarın sözleşmeden çekilmeye cesaret edemeyeceğini, Meclis’ten de böyle bir karar çıkmayacağını düşünüyordu. Ancak iktidar Meclis’e sorma zahmetine dahi girmeden bir gece vakti CB kararıyla yıllara yayılan mücadelenin ürününü rafa kaldırdı. Yöntemin anayasaya aykırı olması, rejim için bir engel değil zira uzun zamandır anayasa fiilen askıya alınmış durumda. O nedenle bir sabah kalktığımızda mesela AİHS’den çıkmış bir memlekette bulabiliriz kendimizi.

Gezi Parkı’na el konmasının gece yarısı operasyonlarından farklı bir yanı yok. Taksim Meydanı’nın düzenlenmesi için binlerce İstanbullu oy kullanıp seçimini yapmışken, proje tam yürürlüğe konacakken iktidar aniden Gezi Parkı’nın mülkiyetini bir vakfa devrediverdi. Böylece projenin Gezi ayağı keyfi bir biçimde kapsam dışında kaldı. İktidarın militan kitlesinde de Topçu Kışlası düşleri canlandı. Bütün bu kararların ortak yanı iktidarın daralan tabanı dışındaki toplumsal taleplerin hiçbirini meşru kabul etmemesi.

Sözünü ettiğimiz durum iktidar için bir “sıkışmışlık” hali, ancak bu sıkışmışlık onu durdurmuyor aksine yeni cephe açma iştahını kabartıyor. Her cephede kendine geçici müttefikler bulmayı da beceriyor. İstanbul Sözleşmesi’ni feshederken tarikatlardan ve Milli Görüş’ün parçalarından alkış topluyor; HDP’yi sıkıştırdıkça yalnızca MHP’lilerin değil ulusalcıların da içinin yağı eriyor; Merkez Bankası Başkanı’nı görevden aldığında ya da acele kamulaştırma kararı verdiğinde MÜSİAD ve TOBB gibi çevrelerin yüzünü güldürüyor.

Dolayısıyla HDP davası, Gezi Parkı’nın gaspı, İstanbul Sözleşmesi’nin feshi, Kanal İstanbul’a devlet garantisi ve daha nicesi birbirlerinden ayrı düşünülebilecek şeyler değil. Hepsi iktidarın beka stratejisinin bir parçası. Toplumun en gerici, şovenist unsurlarıyla, sermaye fraksiyonlarının en rantçı odaklarını pragmatik bir şekilde yan yana tutma çabasının ürünü.

Her sabah “acaba bu gece hangi hakkımız gasp edildi” korkusuyla uyanmak Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarına yakışmaz. Uçurumdan yuvarlanmak istemiyorsak önce o boşluktaki iki tekerliğin toprağa basmasını sağlayacağız; bunun için de ağırlığı doğru yere vereceğiz. O ağırlık merkezi, laik ve demokratik bir cumhuriyeti birlikte kurma iradesidir.