Kadınların öncelikli olarak birilerinin annesi, eşi, ablası, kız kardeşi ya da yengesi olarak görüldüğü bizim gibi ülkelerde kadını birey olarak düşünmek, bireysel haklarını savunmak düşüncede çok önemli bir sıçrayış, mücadele de çok önemli bir kazanımdır da gerçekten.

İktidar ve rahim

ANIL AL-REBHOLZ - Sosyolog ve Siyaset Bilimci

Çoğumuz çocuk doğurmayı, kaç çocuk sahibi olacağımızı, ne zaman çocuk sahibi olacağımızı kişisel bir mesele olarak düşünürüz. Kimisi hayatta edindiklerini bir sonraki nesle de aktarmak ister; değerleri, kazanımlarını vermek ister; kimisi kendi hayatında edinemediklerini çocukları edinsin, gerçekleştirsin ister; kimisi de narsis bir dürtü ile kendi saklı kalmış arzularının, isteklerinin gerçekleştirilebilmesi için bir kopya modeli görür çocuklarında. Türkiye’de ve göç ortamında hala geçerli olan bir neden de “yaşlılığımızda bize baksın, maddi garantimiz olsun” beklentisidir çocuklardan. Genellikle bunun için de oğlan çocuk istenir. Ama bu da değişmektedir artık Almanya’da konuştuğum Türkiyeli babalar artık göçmen ailelerinin daha çok kız çocuk istediklerini, çünkü kız evlatların hem sadık hem daha merhametli hem de aileyi bırakmadıklarını belirtmişti. Bazıları da sadece çocuğun getireceği manevi kazanç, benliği gerçekleştirmenin, ana-baba olma sevincini yaşamak için ister çocuk.

Peki, çocuk sahibi olmak, çocuk doğurmak gerçekten şahsa özgü, biricik öznelliğimize dair bir edim mi? Feministler kadının öncelikle birey olarak görülmesini savunup birey kadını öne sürer. “Bedenime dokunma”, kürtaj ve korunma hakkını savunmak da bu yaklaşımın somut ifadeleridir zaten. Kadınların öncelikli olarak birilerinin annesi, eşi, ablası, kız kardeşi ya da yengesi olarak görüldüğü bizim gibi ülkelerde kadını birey olarak düşünmek, bireysel haklarını savunmak düşüncede çok önemli bir sıçrayış, mücadele de çok önemli bir kazanımdır da gerçekten. Ama yine feminist toplum bilimciler yukarıdaki sorunun yanıtını “Hayır” olarak verirler ve kadınların bireysel haklarını savunmanın ötesinde üyesi oldukları etnik topluluk/aile, sivil toplum ve devlet üçgeninde -her birisiyle farklı ilişkilerinin ve bu farklı katmanların arasındaki etkileşimlerin de göz önünde bulundurularak- değerlendirilmesi gerektiğini savunurlar (Yuval-Davis, 2014).

Kahraman annelere karşı hain anneler

Çok kişisel diye düşündüğümüz çocuk doğurma, üreme kapasitemiz tam da tersi çok siyasi, çok iktidarla ilişkili bir şey. Farklı yönetim rasyonalitelerine göre kadınların üreme kapasitelerine farklı şekillerde müdahale edilir. Örneğin “İktidar olarak halk” söylemine göre bir ülke ne kadar fazla nüfusa sahipse, nüfusu ne kadar sürekli biçimde artıyorsa o kadar güçlüdür. Buna göre hem ekonomik hem de askeri anlamda güçlenebilmek için gerekli işçi, asker ve yerleşimcinin üretilmesi gerekir, bu amaçla hükümetler ailelere parasal destek ve teşvikte bulunur. Böyle milliyetçi ve askeri nüfus politikasına sahip bir ülke olarak İsrail gösterilebilir. Çok çocuk doğuran kadınlara bu politikaların uygulandığı ülkelerde kahraman anneler, az doğuranlara ise demografik soykırıma yardım ettikleri gerekçesiyle hain anneler olarak bakılır. Kadınların başka bir ırktan ya da etnik gruptan bir erkekle evlenmeleri de “milli projeye” dönüşmüş bu demografik yarışı baltalamak olarak görüldüğü için hoş karşılanmaz bu ülkelerde (Yuval-Davis, 2014).

Irkçı öjenist söyleme göre ise nüfusun çokluğu değil “kalitesi” önemlidir. Bu söylemde kültür ve gelenekle ilgili birikimler biyolojiyle ilişkilendirilerek kültür, genetik materyalin kalitesine indirgenir. Buna göre genetik açıdan yüksek vasıf taşıdıkları düşünülen etnik grubun kadınlarının çocuk doğurması teşvik edilirken genetik materyalinin daha düşük kalitede, zekâ seviyesinin daha düşük olduğu düşünülen etnik grubun kadınlarına kısırlaştırma politikaları uygulanır. Nazi Almanya’sında üstün bir ırkın yetiştirilmesine yönelik Alman kadınlarının çocuk doğurmaya teşvik edilmesi bu politikanın iyi bir örneğidir (Yuval-Davis, 2014).

Bir üçüncü söylem de birinci söylemin varsayımlarının aksine bir ülke için kontrolsüz nüfus artışının güçlenme değil zayıflama getireceği endişesini taşır. İşgücü arzı ve talebi arasında kurulacak dengenin ülkenin siyasi ve ekonomik anlamda istikrarına temel olduğu düşünülen bu yaklaşımda kadın doğurganlığını kontrol altına alacak caydırma politikaları uygulanır. Günümüzde örnek olarak, göç alan ülkelerin göçmen nüfusun daha yüksek doğurganlığı nedeniyle ülkenin asıl etnik grubunun yutulacağı korkusu ya da yine yüksek mülteci akımına bağlı olarak ülkelerin demografik yapılarının değişeceği endişesi 2. ve 3. politikalar çerçevesinde anlaşılabilir (Yuval-Davis, 2014).

Bu nüfus politikalarından anlaşılacağı üzere ne kadınların üreme kapasitesi ne de anneliği, onların şahsına özgü ya da kişisel öznellikleri çerçevesinde değerlendirilebilir. Annelik de hükümetler tarafından siyasi gündemlere uygun mobilize edilebilecek, bazı anneliklerin kutsandığı bazı anneliklerin ise yerildiği bir siyasal kaynak haline gelebilir. Örneğin günümüz Almanya’sında Nazi Almanya’sının bir kalıntısı olarak da anneliğin hâlâ muhafazakâr bir söylemle kuşatılarak çocukları küçük olan annelerin çalışma yaşamına katılımının çok hoş karşılanmadığı söylenebilir. Hatta bu anneler için dilde yerleşik bir deyim olarak “Rabenmutter” (kötü anne, ihmalkâr anne) kullanılır. Alman devleti bu muhafazakâr annelik anlayışıyla da uyum içinde, okul öncesi her çocuğun gidebileceği kreşlerin oluşturulmasına yönelik bir yatırım da yapmamıştır (son yıllarda bu konuda daha farklı bir politika izlenilmeye çalışılıyor). Buna karşın örneğin komşu ülke Fransa’da okulöncesi çocukların yararlanabileceği kreşler çok daha yaygındır ve annelerin çocukları çok küçükken bile çalışma yaşamına katılabilmeleri olanaklıdır.

İktidar anneliği bir taraftan kişisel alana hapsetmeye, bir taraftan da kamusal alanda araçsallaştırmaya çalışır. Anneliğin bir iktidar alanı olarak nesneleştirilip mobilize edilmesine geçtiğimiz yıl Diyarbakır HDP’nin önüne giderek “çocuklarımızı geri verin” diye isyan eden anneler üzerine yapılan haberler iyi bir örnektir (öncesinde de Diyarbakır Belediyesi’nin önünde yapılan oturma eylemleri). Ya da yine dağda gerilla olarak çarpışan genç Kürt kızının yıllar sonra annesiyle acıklı kavuşmasını anlatan haberler, anneliğin iktidar tarafından nasıl siyasi olarak mobilize edilebileceğini çok iyi gösteren örneklerdir.

iktidar-ve-rahim-698085-1.
Cinselliği bir yararlılık, verimlilik alanı olarak gören devletler- zenginlik, güç ve diğer ülkelerle rekabet edebilmek için- artık vatandaşlarının doğum oranı, evlenme yaşı, cinsel ilişkilerin başlama yaşı ve sıklığı, meşru ve gayrimeşru doğumları, bekârlığın ve yasakların etkisi, doğum kontrol uygulamalarını bilmek ve denetlemek durumundadır.

Kadınlar açısından da annelik bir taraftan özel alana ait çok bireysel bir edim olarak deneyimlenebilir. Ya da siyasi hükümetler tarafından kendi söylem ve çekişmelerine alet edilebilir. Ama bazen de annelik kadınların özel alandan çıkarak, politikleştikleri kamusal alanda kazanılan yeni siyasal öznellik ile birlikte onları güçlendiren, özgürleştiren bir sürecin üzerinde yükseldiği değerli bir kaynak haline gelebilir (Temelkuran, 1997). Cumartesi Anneleri de bu güçlenme sürecine iyi bir örnektir.

Cinsellik, Demografik Yarış ve İktidar

Fransız düşünür Michel Foucault cinselliğin, üremenin ve doğurganlığın, üremeye yönelik doğurganlığın bizzat denetlenmesi, “yönetilmesi” gereken, iktidarın üzerinde hüküm sürdüğü bir alan olduğunu öğretti bize. Her iktidar sorunsallaştırma üzerinden kendi söylemsel alanlarını kurar, kurmak zorundadır bir bakıma (Keskin, 2011). Bu alan bilgisel pratikler hem de kurumsal pratikler yolu ile desteklenir ve hakikat rejimleri perçinlenir. Bu anlamda ülkelerin nüfusları, demografik yapıları da iktidarın nesnesi haline gelir. Nüfus siyasal ve ekonomik bir sorun olarak ortaya çıktığında “zenginlik nüfusu”, “işgücü nüfusu” ve “gösterdiği artışla sahip olduğu kaynaklar arasında dengede duran nüfus”tan bahsedilir artık modern toplumlarda (Foucault, 2007).
Ekonomik ve siyasal “sorun” olarak ortaya çıkan nüfus olgusunun yönetiminde cinsellik merkezi bir yer alır. Modern toplumlarda dönüşen iktidar ve iktidar teknikleri, cinselliği ve cinsel davranışları da bir sorunsallaştırma alanı olarak kurar. Cinselliği bir yararlılık, verimlilik alanı olarak gören devletler- zenginlik, güç ve diğer ülkelerle rekabet edebilmek için- artık vatandaşlarının doğum oranı, evlenme yaşı, cinsel ilişkilerin başlama yaşı ve sıklığı, meşru ve gayrimeşru doğumları, bekârlığın ve yasakların etkisi, doğum kontrol uygulamalarını bilmek ve denetlemek durumundadır (Foucault, 2007). Cinsel pratikler ekonomik ve siyasal sonuçları olan davranışlarsa bunlardan bazıları makbul görülür, bazı pratikler ise dışlanır: Doğurgan olmayan, üremeye yaramayan, hazza yönelik, ana-akımın dışındaki cinsel pratikler dışlanır ya da yok edilmeye çalışılır. Zenginlerin, çapkınların ve bekârların meyve vermeyen sefih davranışları da hiç makbul değildir bu iktidar anlayışına göre (Foucault, 2007). Kısacası “nüfusu güvence altına almak, işgücünü yeniden üretmek, toplumsal ilişkiler biçimini sürdürmek, ekonomik olarak yararlı, siyasal olarak muhafazakâr bir cinsellik düzeni kurmakla” ilintilendirilir modern iktidar tekniklerinde (Foucault, 2007:34)

2002 yılından beri iktidarda olan hükümetin de 3 çocuk söylemi, erken evliliği teşviki, çeyiz desteği, kızlı erkekli üniversite öğrencilerinin birlikte ev kiralaması ve oturmasının kınanması, erken yaşta çocuk evliliklerine göz yumulması iktidarın yönetim rasyonalitesi açısından yerinde, gerekli ve hatta bir bakıma “meşru” uygulamalardır bu açıdan. Hatta bu demografik yarış Erdoğan’ın Avrupa’da yaşayan göçmenlerden “3 değil 5 çocuk yapın!” talebinde ülke sınırları dışında da sürer. Demografik yarışın mantığına göre nüfus çoğunluğu bir iktidar avantajına dönüşecek, göçmenler maruz kaldıkları ayrımcılığa en güzel cevabı vermiş olacaklardır (Cumhuriyet, 17.03.2017).

Geçtiğimiz günlerde Erdoğan’ın “Gençlerimizin evlilik yaşı ilerledi. Çoğu 30’u geçkin yaşta evleniyor. Kimi evde kalıyor” diye yakınması da (Diken, 09.01.2020) vatandaşlarının cinsel davranışlarını bu cinselliği yararlılık ve verimlilik rejimine yerleştiren iktidar zihniyeti ve bununla ilintili söylemler ve politikalar çerçevesinde anlaşılmalı. Söylemsel pratiklerin hayata geçirilebilmesi için kurumsal pratikler yoluyla da desteklenmeleri gerekir. Bu kurumsal pratikler ahlaki ve dini özendirmeden finansal teşviklere kadar geniş bir yelpazede yerini alır. Erdoğan’ın hemen ardından Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın yaptığı “üç çocuk yetmez, 4 olsun” ve “meşru cinselliğin” alanı olarak ailenin güçlendirilmesi gerektiği ve hem nitelik hem de nicelik olarak geliştirilmesi gereken bir nüfusun temeli olduğu saptaması da (Milli Gazete, 10.02.2020) bu kurumsal desteğin bir ifadesi olarak okunmalıdır. AKP’nin bu kurumsal ve söylemsel pratiklerine eşlik eden muhafazakâr aile modeli ve anlayışı ise başka bir yazının konusu.

Kadınların üreme kapasitesi tüm bu kalkınma, ekonomik servet, milliyetçi projeler dışında doğrudan savaş politikalarının nesnesi.

Bir Filistinli kadının sözleri çok açık: “Savaş için bir oğul, hapis için bir oğul, petrol ülkelerinde para kazanmak için bir oğul ve bize bakması için bir oğlumuz olmalı” (krş. Yuval Davis, 2014: 79).

Neler yapmadık şu vatan için… Kimimiz öldü, kimimiz nutuk söyledik.

Bu iş bölümünde annelerin payına ölecek olanları doğurmak mı düşüyor…

Küreselleşmeyle birlikte ulus-devlet kimliklerinin büyük ölçüde erozyona uğradığı, kimlik oluşturmadaki önemlerini kaybettikleri bir çağda biz genç çocuklara şehitliği mi yaşam (!) amacı olarak göstereceğiz.

Bir oğul İdlib için
Bir oğul kömür madenleri için
Bir oğul Gezi için
Bir oğul inşaatlar için.

“Hangi oğula ayakkabı kutusu, hangi oğul ve kızlara Manhattan’da yurt, hangi oğullara da İdlib düşüyor?” diye sormayalım ve bu denklemi onaylamayalım! Çünkü şehitlik, hiçbir yaşam için seçenek olmamalı…

Kaynaklar:
Nira Yuval Davis (2014):
Cinsiyet ve Milliyet. İletişim Yayınları.
Ece Temelkuran (1997): Oğlum, Kızım, Devletim. Evlerden Sokaklara Tutuklu Anneleri. Metis Yayınları.
Michel Foucault (2007):
Cinselliğin Tarihi. Ayrıntı Yayınları.
Ferda Keskin (2011): Sunuş: Özne ve İktidar. Michel Foucault, “Özne ve İktidar” içinde. Ayrıntı Yayınları.
Cumhuriyet (2017): “Erdoğan’dan
Avrupa’daki vatandaşlara:
3 değil 5 çocuk yapın”, 17.03.2017.
Diken (2020): “Erdoğan geç evlilikten şikâyetçi: Kimi evde kalıyor, kimi
30’undan sonra evleniyor”,
Diken, 09.01.2020.
Milli Gazete (2020): “Diyanet
çocuk sayısını 4’e çıkardı”.
Milli Gazete, 10.01.2020