BirGün PAZAR Korkut Boratav ile son Pazar söyleşimizi İstanbul seçimlerinin hemen öncesinde gerçekleştirmiştik. O söyleşide, Korkut Boratav’ın altını çizdiği noktalardan birisi ‘iktidardaki dağılma’ emareleri olmuştu. İstanbul seçimlerinde alınan yenilgi iktidar blokundaki dağılmayı giderek derinleştiriyor. Öte yandan 23 Haziran’la güç kazanan muhalefet bloku da şimdi ağırlıkla sistemin revize edilmesini merkeze alan yeni bir muhalefet çizgisi oluşturuyor.  Bu […]

İktidarda dağılma, muhalefetin 2015’e dönüş projesi ve sosyalistler

BirGün PAZAR

Korkut Boratav ile son Pazar söyleşimizi İstanbul seçimlerinin hemen öncesinde gerçekleştirmiştik. O söyleşide, Korkut Boratav’ın altını çizdiği noktalardan birisi ‘iktidardaki dağılma’ emareleri olmuştu. İstanbul seçimlerinde alınan yenilgi iktidar blokundaki dağılmayı giderek derinleştiriyor. Öte yandan 23 Haziran’la güç kazanan muhalefet bloku da şimdi ağırlıkla sistemin revize edilmesini merkeze alan yeni bir muhalefet çizgisi oluşturuyor.  Bu ayki Korkut Boratav söyleşimizi, hocanın liberal-ılımlı İslamcı büyük koalisyon arayışı olarak ifade ettiği projenin mahiyetini, toplumsal muhalefet ve sosyalist hareketin bunun karşısındaki konumunu tartıştık. Yine Syriza’nın seçimlerdeki yenilgisinin derslerine ilişkin özet bir değerlendirmeyi de okuyabilirsiniz.

• BirGün Pazar’daki son söyleşimizde, İstanbul seçimlerine doğru giderken AKP’nin bir dağılma süreci içinde olduğunu ifade etmiştiniz. İstanbul seçimleri iktidar bloku için ağır bir yenilgiyle sonuçlandı. Bugün iktidar açısından durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Cumhurbaşkanı’nın temsil ettiği iktidar ile uluslararası sermaye çevreleri ve güç odakları arasında ciddi uyumsuzluklar oluştu. Bu gerilimler belli eşikleri aşmış görünüyor; yerli büyük sermayenin de katılımıyla iktidar değişimi isteği yaygınlaşıyor.
Bu tespitten, “emperyalizm Cumhurbaşkanı’ndan vazgeçtiyse iktidarı değiştirir” öngörüsüne geçemeyiz. Bir kere emperyalizm dağınıklık içindedir. İktidar da kendine özgü yöntemlerle sorunu çözmeye çalışmaktadır; emperyalizmin dağınıklığı sayesinde kısmen başarılı da olabiliiyor.

Erdoğan’ın bir savunma yöntemi, gerilimlerini ABD Başkanı ile çözmeye çalışmaktır. Küçümsenemez. Bu iki siyasi liderin üslupları ve yönetim anlayışları birbirine çok benziyor. Hatırlarsanız, Trump’ın Suriye’den ABD askerlerini çekme kararı, Erdoğan ile yaptığı bir telefon konuşması anında ilan edildi. Ne var ki, anlık kararlarla ve tweet’lerle ABD dış politikasını  yönetmeye çalışan Trump’ın hareket serbestîsi, yarı-faşist bir rejimin tepesinde olan Erdoğan’ınki kadar  geniş değil; ABD devletinin kurumları aracılığıyla frenleniyor. Mesela Trump’ın kararına rağmen ABD askerleri Suriye’den çıkmadı; Amerikan devletinin etkili güçleri bunu engelledi. Etkisi oldu; ama sınırlı kaldı; Suriye’de ABD’nin askeri varlığını sıfırlayamadı; ama aşağı çekti.

Bugün de Erdoğan, Osaka’da Trump’la yaptığı “ödünlü” görüşmenin nemasını toplamaya çalışıyor. Kısmen de başarılı oldu. Herkes sert Amerikan yaptırımları bekliyordu; Trump’ın orada Erdoğan’a gösterdiği “hoşgörü” önce ciddiye alınmadı; ama etkili olduğu ortaya çıktı. S-400’lerin Türkiye’ye teslimatının devam ederken Pentagon’un tepkisi, en azından üslup olarak yumuşak oldu. Kongre’nin yaptırım yasasını Trump uygulayacak; en hafif seçeneği yeğleyeceği anlaşıldı.

Bu ne anlama geliyor? Erdoğan-Trump ilişkileri, ABD-Türkiye uyuşmazlığının ekonomik yansımalarını da frenlenmiş oluyor. Yerli ve uluslararası sermaye, Merkez Bankası’nın özerkliğine yapılan saldırının tedirginliği içindedir. İktidar faiz indirimlerini kredilere yansıtarak “AKP beslemesi” müteahhitlerin, şirketlerin yüklerini hafifletmeye çalışacak. Uluslararası ortamın uygun olması da dikkate alınırsa, spekülatif finans kapitali yöneten dış çevreler de, “Türkiye’ye dönüş” fırsatı arıyor. Bu palyatif önlemler, kısmî çıkarlarla sınırlıdır; uluslararası ve yerli sermayenin kolektif çıkarlarıyla ilgili tedirginlikleri gideremez..

• AKP’nin ülke içinde dağılma sürecini tersine çevirmesi mümkün olabilir mi?

AKP bir parti olarak önemini yitirdi.

Seçmenlerle Parti örgütüne, oradan milletvekillerine, oradan da iktidara uzanan zincir koptu. Cumhuriyet’in olgunlaştırdığı kamu yönetimi işlemez hale geldi. Hükümet TBMM’nin içinden oluşarak temsilî demokrasiyi ayakta tutan kurumdu. Bu kurum dağıldı. Sistemsizlik içinde devam etmek çok zor. AKP iktidarının meşruiyetini oluşturan aslî dayanaklarından biri son buldu.

Böyle bir durumda, normal koşullarda iktidar sürdürülemez. Ancak, yakın gelecekte iktidar değişikliğini gerçekleştirecek yöntem belirsizdir. Ali Babacan’ın ve Abdullah Gül’ün tetikleyebileceği kopma, iktidar değişikliğine yol açacaksa, milletvekillerine yansımalı ve AKP’nin  parlamentodaki hakimiyeti yitirilmelidir. Erken seçim gibi gelişmeler o zaman gündeme gelebilir.

Sözünü ettiğim güç odakları için ehven seçenek, liberal ve ılımlı İslamcı bir büyük koalisyondur. “Liberal” kanadı, bugünkü siyaset haritasında CHP yönetimi ve İyi Parti temsil eder. Ilımlı İslamcılığı ise ekonomik sicili finans kapital tarafından; siyasi sicili de AB ve ABD tarafından onaylanmış olan Abdullah Gül’ün ve Ali Babacan’ın temsil ettiği AKP kanadı üstlenir. Ortak hedefleri iki boyutludur: Birisi, uluslararası sermaye tarafından “iktisadî sağduyu” olarak kabul edilen neo-liberal ilkelere dönüştür. İkincisi, 2017 Anayasası’nın deformasyonlarından arındırılmasını izleyen hukuk devletine dönüştür.

• Muhalefet blokunun seçim sonrasında sistemin tadilatını merkeze alan yaklaşımlarıyla birlikte düşünürsek, solun böyle bir gelişme karşısındaki tutumu ne olmalıdır?

Hukuk devletine dönüş küçümsenemez; zira bugünkü gidişin sonu, İslamcı faşizmdir; kayıtsız kalınamaz. Ne var  ki, “ılımlı İslamcı” akımı temsil etmeye aday olanların, 2007 sonrasının faşizme gidiş sürecine belirleyici katkılarını unutmak mümkün değildir.

Daha da önemlisi, “2015’e dönüş” diyebileceğimiz bu restorasyon projesine, iki kritik boşluğu nedeniyle karşı çıkmalıyız. Türkiye toplumu, 2015’e büyük kayıplar vererek ulaşmıştı. Birincisi Türkiye’yi İslamcılaştırma operasyonudur; laikliğin adım adım tasfiyesi ile gerçekleşmiştir.

İşin tuhafı, sistemin İslamcılaşması “liberal” CHP’nin yönetimi tarafından tehlike olarak görülmemektedir. Basit bir örnek vereyim: İstanbul’un CHP’li yeni Belediye Başkanı, makamında dua okutarak göreve başladı. Peşinen, bu aşamada gereken laiklik uyarısını,  kendi partisi değil, sosyalistler üstlendi.  Demek ki, Cumhuriyet birikimlerinin sahiplenilmesi sosyalist sola düşmektedir

2015 restorasyonu projesinin ikinci kritik boşluğu ise, bu tarihin, emek aleyhtarı birikmiş kayıpların zirve noktasını oluşturması ile ilgilidir. 2003-2015 yılları, işgücü piyasalarının esnekleşmesi sonunda emekçi örgütlenmelerinin fiilen yok olduğu; eğitim ve sağlıkta piyasalaşmanın yaygınlaştığı; kamu varlığının tüm kalıntılarının kapkaççı  çevrelerce sınırsızca talan edildiği bir dönemdir.  

Restorasyon projesinin bugün ortaya çıkan ana aktörleri için “hukuk devleti” ile sınırlı hedefler, bu stratejik kayıpların telafisini gündem dışı tutar. Temsil ettikleri kitle tabanına bu gündemi taşımak da öncelikle sosyalistlere düşecek; CHP yönetimini değil, tabanını temsil eden Cumhuriyetçi solun da katılımı böyle sağlanabilecektir.

• Liberal muhalefetin bu temel itirazlara katılımını tamamen imkânsız mı görüyorsunuz? 

Liberallerin refah devletini ve kamucu politikaları savunması ham hayaldir. Ama, toplumun İslamcılaşmasına karşı onlardan, en azından sağduyu beklememiz gerekir. Siyasî İslam’ın iktidara yerleşmesini, süre demokrasi adına desteklediler; geç de olsa “tehlikeyi algılayanlar” var. 

Bir örnek olarak, eski diplomat ve İYİ Parti milletvekili Aydın Sezgin’in Oda TV’deki röportajı vereyim. Sezgin, şu tespitleri yapıyor: “Müslüman Kardeşler örgütünün hayal ve hedefleri doğrultusundaki halifelik düşleri, İhvancılığın ideolojisi ve çıkarları, dış politikamızı belirleyen temel kriterler haline gelmiş; “ümmet” kavramını öne çıkartmış; ulusal çıkarlarımızdan uzaklaşılmasıyla sonuçlanmıştır.” 

Siyasî İslam’ın  dış siyasetteki tehlikeli yansımalarına dönük bu sağlıklı tespitin CHP yönetimine de örnek olacağını; eğitim, siyaset, hukuk, günlük hayat alanlarında benzer tehditlere karşı duyarlılıkları da yaygınlaştıracağını ummak isteriz.

***

SYRIZA yenilgisinin ardından: Çözüm revizyonist değil, devrimci muhalefet akımlarında

• SYRİZA seçimleri kaybetti. Syriza’ya ilişkin daha önceki değerlendirmelerinizde böyle bir noktaya doğru gidildiğini ifade etmiştiniz. Syriza dersleri olarak özetle nelerin altını çizerseniz?

Genel bir tespit yapabiliyoruz: Kapitalizm ve emperyalizm, bugün ulaştıkları aşamada, sistemin değişimini hedeflemeyen, sadece kısmî reformist programlar içeren muhalif deneyimleri, akımları, iktidarları ezmekte; yok etmekte kararlıdır.
Beş basit örnek vereyim: İnsafsız bir kemer sıkma programı yerine, avro’dan çıkmayı göze aldığı için Yunan halkı tarafından iktidara getirilen Syriza, ödünsüz hizaya getirildi. Troyka’nın programını eksiksiz uyguladı ve iktidarı kıdemli burjuva partisine devretti.

İngiliz İşçi Partisi’nin geleneksel sol programını yeniden sahiplenen Corbyn’i yok etmek için sadece Britanya burjuvazisi değil, tüm Batı sermayesi, medyası, fikir odakları (örneğin Yahudi-karşıtlığı gibi uydurma suçlamalarla) sistematik bir karşı saldırı sürdürmektedir.

Amerika’da halk muhalefetinin neo-faşizm ve sosyalizm arasında bir yol ayrımına geldiği bir dönemdeyiz. Beş yıl önce, Amerikan sosyalizm geleneğinin temsilcisi olan ve iktidara gerçekten aday olan Bernie Sanders, sermayenin etkili bir operasyonu sonunda devre-dışı bırakıldı; neo-faşizmi temsil eden Trump iktidara geldi. Benzer bir senaryo, bugün tekrarlanmaktadır.

Latin Amerika’nın geleneksel sol akımlarının mirasçıları, 21’nci yüzyılın ilk on beş yılında, kapitalizme değil, neo-liberalizme karşı çıktıkları için seçimleri kazandılar; emekçi sınıflara önemli kazanımlar getirdiler. Son dört yıl boyunca, ABD devleti, finans kapital ve yerli burjuvazilerin ortaklaşa, sistematik saldırıları sonunda, askerî ve sivil darbelerle teker teker iktidardan uzaklaştırılmaktadır. 

Arap Baharı içinde Batı müttefiki, yozlaşmış iktidarlara karşı halk ayaklanmalarını emperyalizm, “laik rejimleri değiştirme” operasyonlarına dönüştürdü. Batı ittifakınca beslenen cihatçı-İslamcı akımların yol açtığı sınırsız, kanlı yıkım sürmektedir.

Özetle, günümüzün kapitalizmi ve emperyalizmi, inşa yeteneğini tamamen yitirmiş; sadece yıkım getiren bir dönüşümden geçmiştir.  Çözüm, revizyonist değil, devrimci muhalefet akımlarının, er-geç halk sınıflarınca sahiplenilmesinde yatmaktadır.