Merkez medya ve çevresinde yapılan ayıklama operasyonu herkesin bildiği ve izlediği bir durum...

Merkez medya ve çevresinde yapılan ayıklama operasyonu herkesin bildiği ve izlediği bir durum.

Sol adına kimin yazacağı, sağ adına kimlerin kalem tutacağı, İslamcıların adına kimlerin boy göstereceğinin uzun ve ince bir planlamayla hayata geçirildiği sır değil. Muhalif gazetecilerin en ufak bir çıkışını kendi varlığına tehdit olarak algılayanların, bilinçli ve yönlendirmeli zıplamalar yaparak, öfke ve tahammülsüzlüklerini kusmaları artık kimseyi de şaşırtmıyor.

Sol adına ödenmiş hiçbir bedelin kenarından geçmemiş olanların kendi köşelerinde saha oyuncusu unvanları ile yazmalarına, saptamalar yapmalarına, görüş bildirmelerine elbette ki diyecek bir şey yoktur lakin bu durum muhalif olanlara yönelik operasyonel bir işlev görmeye başladığında söylenecek çok şey var.

BirGün’ de yaşanan son gelişmenin öncesinde ve ardından basına yansıyan duyumlar üzerinden hemen kaleme sarılıp “ulusalcılar geri dönüyor”, “artık dindarlara saldırırlar” gibi bir uzun, bir kısa uyarı düdüğü çalarak panik atak geçirenlerin ne(o)vrotik çıkışları sanırım kimsenin gözünden kaçmıyordur.

Muhalif yazarları “dindar düşmanı”, “ulusalcı”,”parazit” ,”Ergenekoncu” diye, dönemin algısına uygun bir dil ile yaftalayarak halkı uyandırma ve bilinçlendirme(!) faaliyetinin, insanın gözünü yaşartan bir “devrimci” ve liberal sorumluluk ile yapılması ve erken uyarı düdüğü çalmalarındaki yüreklilik, birileri tarafından mutlaka takdir ediliyordur.

Elinden kalemi alınmış olanların karşısına geçip nanik yapmanın nasıl bir haz verdiğini elbette bilemeyiz. Ama kendilerine açılan alanda var olmanın yolunun buradan geçtiği konusunda hem fikir oldukları kesin.

İdeolojik duruşları o kadar sağlam ki, bir bakmışsınız şeraite karşı CHP’ye oy vermeye çağırıyor, bir bakmışsınız mollalara karşı işçi mücadele çağrısı yapılarak, işçi sınıfı mücadelesinin karşısına düşman olarak  “mollalar” konuluyor. Devran dönüyor, bu sefer ağzından çıkan her lafa tam destek sunularak, Başbakan’ın teşekkürüne mazhar olunuyor, CHP tu-kaka oluyor.

Arada sırada azınlıklar, insan hakları ve birkaç cezaevi mektubu üzerine yazı attırarak “sol” bir algı yaratıp, arkasından, muhalif olanları “Kandil Muhipleri” diyerek iktidarın önüne atmanın stratejistliğine soyunuluyor. Yetmiyor, atak devam ediyor, en ağır vuruşu yapmak için pusuya yatılarak “Hrant’ın parazitleri” yakıştırmasıyla yazılar döktürülüyor.

“Hala yaşıyorlar” üzerinden birbirlerinin dilini bileyliyorlar. Bu da muhteşem ortaklığı doğuruyor.

Bu öfke hangi sınıfsal temele dayanıyor, hangi iktidar bilincinin ürünü?

 “Ben anlamaya çalışıyorum” şeklinde başlayan orta yol çıkarımları, hiçbir şey söylememenin, erk olanı rahatsız etmemenin yolu olarak seçilen uyanık analizcilik yöntemi, oportünizmi bile geride bırakıyor.

Önü açılan bu yolda karşılarına çıkabilecek ve yüzlerine gerçeği vurabilecek herkesin elimine edilerek susturulmasından, alan kazanımı ve entelektüel vazife çıkarımı yapabilmek herkesin harcı değildir doğrusu.

“Entelektüel” duruşu, ortaya karışık bir meze olarak sunmak ve bunun göze batmaması için sürekli kurbanlar bulup, iktidarın önüne atarak demlenmek belli ki kimseyi rahatsız etmiyor.

“Dindar düşmanı”, “ulusalcılar”,”Ergenekoncu” vb kavramları, yolu hiç oradan geçmemiş olanların kişisel tarihlerinin altına yerleştirerek, iktidarı ağzından öpme yarışı hiç hız kesmiyor.

Ne zaman muhalif isimler gündeme gelse, en ön cephede karşı koyuşu onlar sergiliyor.

Patenti alınmış bir duyu ile yapıyorlar bunu.

Adı “sol duyu” oluyor.

Oysa, biraz izan sahibi olmak yeterli. Öyle “duyu” falan olmanıza gerek yok. Büyük yakıştırmalar sadece bir egoyu tarif ediyor ve sanırım herkes kendisinde olmayanı ön sıfat yapıyor.