AKP seçimi kaybetmemek için karşısında oluşan toplumsal ittifakları dağıtmak için her yolu deneyecek. Sınır tanımayacağını gösterdi. Halkın taleplerine sırtını dayayan, değişim rüzgarını arkasına alan muhalefet hem iktidarı göndermeyi başarır hem de yeni Türkiye için zemin hazırlar.

İktidarı göndermenin yolu

SEÇİMLERE DOĞRU SOL BAKIŞ - 4

BirGün Politika Kolektifi

Önemi herkes tarafından kabul edilen bir seçimle karşı karşıyayız. Gelecek için rejimin sonlandırılması önemli olmakla birlikte sorunları çözmeye yetmeyeceği açık. Yazı dizimizde bir ortak görüş olarak en çok öne çıkan kanı da bu yönde. Muhtemel bir iktidar değişikliğinde mevcut altılı muhalefet masasının çok sınırlı ve halkın temel sorunlarına çözüm getirmeyecek olan programının ötesine nasıl geçilecek olduğu önemli bir tartışma başlığı. Bu da bize hem iktidara son vermek hem de sonrasında rejimin tahribatlarını ortadan kaldıracak gerçek bir çözümü mümkün kılmak için toplumsal muhalefetin, emek güçlerinin, sosyalistlerin, ilerici kesimlerin, gençlerin ve kadınların dinamik bir mücadelesine ihtiyaç olduğu bir kez daha gösteriyor. Tüm bunlar içerisinde şuna dikkat çekebiliriz. AKP’ye açık bırakılan tüm kapıları kapatmanın onun manevra alanına set çekmenin çok önemli olduğu bir noktadayız. Bu da tüm muhalefetin sorumluluğundadır.

***

BirGün Gazetesi Yazarı Bülent FORTA: AKP’nin stratejisi muhalefete gedik açmak

Türkiye çok önemli bir seçimin arifesinde. Derin bir ekonomik kriz ortamında giderek yoksullaşan halk kitleleri iktidardan desteğini çekerken, siyasal islamcı rejimden kurtulma şansı doğuyor. İktidar çeşitli vaatlerle artık halk kitlelerini ikna edemediği için muhalefet cephesinde gedikler açmayı temel strateji haline getirmiş durumda.

Bu noktada iktidarın iki temel “oyun alanı” var. Birincisi HDP cephesinde ikincisi ise İyi Parti cephesinde bulanıklık yaratma. Muhalefetin birbirinden farklı yapısı, ideolojik öncüllerinin değişiklik göstermesi, dayandıkları kitlelerin taleplerindeki farklılıklar bunun için uygun bir zemin yaratıyor.

İlk elde altılı masa etrafında bir araya gelen muhalefetin tek adam rejimini yenilgiye uğratmak dışında halka vaat ettiği bir şey yok. Yıpranan AKP-MHP bloğu yerine geçecek altılı masa koalisyonunun düzenin çürüyen yanlarını onaracak ve sürdürecek bir iktidar olacağı açık.

Buna karşın devrimcilerin sermayenin egemenliğini hangi biçimler altında sürdüreceğini önemsiz görme lüksleri yok. Bunun için temel siyaset halkası AKP-MHP iktidarına son vermek bunu kendi talepleri ve bağımsız siyasal hattıyla başarmaktır.

HDP de kendini açıkladığı tutum belgesinde AKP-MHP iktidarının karşısında konumlandırmış durumdadır. Bu olumlu bir gelişmedir ve iktidarın yerel seçimlerde kaybetmesinin önemli faktörlerinden biridir. AKP-MHP iktidarının yenilgisi için muhalefetin farklılıklarına karşın sayısal olarak bölünmemesi önemlidir.

Son dönemde PKK-HDP ve Selahattin Demirtaş arasında ortaya çıkan farklılıklar Kürt hareketinde bir bölünme yaratma konusunda iktidarın iştahını kabartmış durumdadır. Kürt sorununda AKP’nin dümen suyuna bir kez daha girmeme noktasında Kürtlerin çok ağır bedeller ödedikleri büyük bir tecrübeye sahip olduklarını görmek gerekiyor.

Bütün muhalefet unsurlarının sorumlu davranmaktan kaçınma hakları yoktur, siyasal islamcı rejime son vermek için bu gereklidir.

Sosyalistlere gelince bir yandan mevcut iktidara son verme diğer yandan da toplumsal taleplerin sözcülüğüne soyunarak güç kazanma görevini beraber yürütmek durumundadırlar.

Toplumda laiklik talebi, kamuculuk talebi, emperyalizmle mücadele talebi, barış ve özgürlük talebi her gün gerçek talepler olarak ortaya çıkıyor. Bu talepler sermaye partilerince savunulamayacak halkın en yakıcı talepleridir. Sosyalistler bu talepler etrafında kendi bağımsız hatlarını örmek durumundadırlar.

***

Dr. Fevziye SAYILAN: Geçiş süreci adil bir bölüşümü getirmek zorunda

6’lı Masa içi çelişkiler, adaylık tartışması, HDP’nin kapatılma davası, patlayan bombalar gibi gelişmeler yaşanıyor. Seçim sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Evet patlayan bombayla birlikte ortalığı kısmen sis kapladı. Olan bitenler, kaotik ve nasıl sonuçlanacağı tam kestirilemez bir seçime doğru gittiğimiz konusunda adeta bir açılış gibi. Siyasal iktidar olayın bu özelliğini kullanmak istiyor gibi. Normal koşullarda olmadığımıza dair algıyı derinleştirmek, halkın güvenlik ihtiyacını kışkırtmak, vatan, millet, aile, din ve iman üzerinden toplumsal yarılmayı keskinleştirmek istiyor. Başkanlık rejimine son vermek için iktidara talip olan 6’lı Masa bu ağır tablonun içinde misyonunu tam da yerine getirebiliyor mu? İktidarın ideolojik hegemonyasını geriletecek tutarlı bir siyasal söylem henüz kuramadı. Daha çok tepki veriyor; “güçlendirilmiş parlamenter sistem mutabakat metni” ile başkanlık rejimine son vereceğini açıkladı, ancak toplumsal taleplerle ilgili tam bir eylem programı hâlâ yok. Üstelik halkı da mümkün olduğunca pasif konumda tutmak istiyor, aynen mevcut iktidar gibi. Dolayısıyla açlıktan, sömürülmekten, geleceksizlikten, salgından, mutsuzluktan yorgun düşen halk, seçimle durumun değişeceğine, memlekete ‘bahar’ geleceğine inanamıyor. Sosyalist sol ise, elbette bir umut, ancak ağır bir geçim krizinin içinde umutsuzluğa düşen kederli halkımıza bir seçenek sunamıyor, çünkü sesini onlara duyuramıyor. HDP ise, çevresinde kümelenen sol muhalif grupla birlikte önemli bir güç, ancak gündeminin merkezinde ‘kimlik’ meselesi var, dolayısıyla mevcut iktidarla olası bir “çözüm” için kapıyı aralık tutmak istiyor görünüyor. Bütün bu muhalif kümelenmeleri birada düşündüğümüzde saray rejimine karşı geniş bir muhalefet var. Gücünün farkında olmayan bir muhalefet bu. Dolayısıyla bu durum siyasi iktidarın hâlâ oyun kurma becerisine sahip olduğunu düşünmesine yol açıyor. Mevcut iktidar siyasal alanda söylemsel üstünlüğünü kaybetse de, 6’lı Masa da söylemsel üstünlük kuramıyor. Muhalif kesimler arasında diyalog ve bağlantı yok ya da çok zayıf. Bu durum muhalefeti güçsüzleştiriyor, büyümesini engelliyor, özgüvenini yükseltmesine ket vuruyor. Halka umut ve güven veren bir söz kurulamıyor bu ortamda. Belki bu noktada en geniş ve iddialı olan 6’lı Masa ekibine yönelik diyalog yollarını açmak ya da yaratmak gerekir diye düşünüyorum. Ona soldan baskı yapmak için HDP çevresinde oluşan ittifakla, daha geniş cumhuriyetçi çevreler ve emekçi örgütlerini de harekete geçirmek için uğraşmak gerekebilir. Memleketin üzerine çöken kasvetli havayı dağıtacak irade ve harekete ihtiyaç var. Ayrıca 6’lı Masa ekibinin mevcut rejimin söylemini başka kılıklar altında sürdürmesini engelleyecek bir söz kurmak da gerekiyor. Saray rejiminin oylanması anlamına gelen bir seçim var önümüzde. En geniş muhalefet cephesi için uğraşmak, diyalog, işbirliği ve dayanışma ne gerekiyorsa yapmak lazım. Biz de karanlığa ve kötülüğe son vermek için “cehennemin kapısını kapatma” iradesini göstermeliyiz.

Muhtemel bir iktidar değişikliğinde nasıl bir Türkiye bizi bekliyor, mevcut rejimin tahribatlarını ortadan kaldıracak bir geçiş programının temel noktaları ne olmalı?

Büyük sorunlar, büyük gündemler var. İçinde bulunduğumuz durumdan çıkışın ilk adımı, keyfi, kayırmacı ve baskıcı yönetime son verecek, işleyen bir demokratik temsil sistemini kurmak ve temel hak ve özgürlükleri garanti altına hukuki bir sistem oluşturmak olabilir. İktidarı alacak olanlar “Yeter bu kadar sömürü, sömürüye son” diyemese de, adil bir bölüşüm için bazı adımlar atmak ve acil tedbirler almak zorunda. En ağır biçimiyle yaşanan geçim krizine son vermeye yönelik önlemler; acilen ayrım ve koşul gözetmeksizin tüm yurttaşlara temel gelir desteği; açlığı bastırmak, herkes için hayatı iyileştirmek, neşeyi ve özgürlüğü çağıran bir kültürel iklim oluşturmak için de yapılacaklar olmalı.

Halk sınıflarına bir nebze rahatlama sağlayacak ve topluluk bilincini yükselten toplu mutfak ve aşevi gibi destekler, okul çocuklarına ücretsiz yemek; yani “aç öğrenciler, aç işsizler, aç emekliler” biçiminde gündeme gelen insanlık durumuna bir müdahale gerekiyor.

Eğitim ve sağlık gibi temel haklarla ilgili toplumsal hizmetlerin özelleştirilmesine son verilmeli. Bu alanlardan servet kazanma yasaklanmalı ya da engellenmelidir.

Siyasal iktidarın toplumsal cinsiyet eşitliğine karşı tavrı, kadınların yasal güvence altındaki haklarına müdahaleyi de içeren boyutlara kadar geldi. Her alanda kadınlara ve cinsiyet kimliklerine yönelik şiddeti, ayrımcılığı ve haksızlığı ortadan kaldıracak yaklaşıma ihtiyaç var. İstanbul Sözleşmesi ve Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi hükümleri eksiksiz uygulanmalıdır.

Eğitim sisteminin uzun yıllardır süren neoliberal dönüşümü, “dindar ve kindar” nesil yetiştirme hedefiyle birleşince ortaya ağır bir tablo çıktı. Tam bugünlerde medyada öne çıkan sorun bununla ilgili. Zorunlu eğitim çağındaki binlerce çocuk sistemin dışında ve okulların dinin baskısı altına girmesine yol açan bütün uygulamalar da ortaya serilmiş durumda. Öncelikle zorunlu temel eğitim çağındaki bütün çocukların okula devam etmesini sağlamak için gerekenler yapılmalı; laik, bilimsel ve demokratik eğitimin yeniden yapılandırılmasına yönelik ayrıntılı bir programa ihtiyaç var.

Din ve inanç özgürlüğü altında yapılan, bütün kamu düzeninde laikliği gerileten ve İslami hayat tarzını dayatan uygulamalara son vermek gerekir. Dinden özgürlük ya da korunma alanı neredeyse ortadan kalkmış durumda. Eğitim, okul, kültürel alan, toplumsal hayat hepsinin üzerindeki dinsel kontrol ve baskıya son vermek, din ve inanç meselesinin kendi alanına çekilmesini sağlamak gerekiyor. Din bir vicdan meselesi olarak kendi yerine oturmalıdır. Herkes için dinsel dayatmanın olmadığı koşulların sağlanması gerekir diye düşünüyorum.

***

HDP Eş Genel Başkan Yardımcısı Tuncer BAKIRHAN: Hükümet tutumumuzu değiştirecek bir adım atmadı

Seçim öncesi iktidarın çeşitli hamleleri var. HDP’ye ilişkin ikili bir tutum gösteriliyor. Selahattin Demirtaş, son yazısında biz her iki ittifakın da tutumlarını bakıp göreceğiz dedi. AKP’nin Kürt politikasında bir değişiklik HDP’nin cumhurbaşkanlığı tutumuna yansır mı?

Şu ana kadar tutumumuzu değiştirecek bir gelişme yaşanmadı. Kamuoyu yoklamalarında da hükümet sandıktan çıkamıyor. Radarını sağa sola çevirmeye başladı. İYİ Parti konusu, meclisteki anayasa görüşmesi, Kürt kamuoyunu etkilemeye çalışmaya dönük kimi girişimler gibi kimi ataklar yapmaya çalışıyor, yapacak da.

Hükümetin Kürt meselesine yaklaşımı, partimize yaklaşımı, Kuzey Doğu Suriye’deki Kürtlere yaklaşımı bizim için önemlidir. Hükümet buralarda aslında bizim tutumumuzu değiştirecek bir adım atmadı. Aksine Rojava’ya vuruyor, bir tehdit gibi sunuyor orayı. Taksim’de faili açıkça ortada olan ve hiçbir şekilde Kürtlerle ilişkilendirilemeyecek bir saldırı için söylediklerini de kattığımızda, bizim tavrımızın sorgulanması şaşırtıcı. Üyeleri sürekli içeri alınan, partisi kapatılan bir partinin, bir cümle bir söylemle tutumunun değişeceğini söylemek art niyetli olur. Biz kurumsal, disiplinli bir örgütlenmeye sahibiz, günü birlik sözlerle tavrımız değişmez. Esasa bakarız, ne kadar samimi olduğuna bakarız. Cumhurbaşkanlığı seçiminde de parlamento seçimlerinde de tavrımız çok net. Türkiye’yi yolsuzluk yoksulluk adaletsizlik sisteminden çıkaracak politikaya sahip olan, Kürt meselesi dahil olmak üzere ülkenin temel meselelerinde çözüm önerisi, politikası olan, iradeye sahip ortak bir adayda buluşabiliriz dedik. Hala o noktadayız.

Demokrasiyle alakası olmayan, her gün Kürtleri muhalifleri göz altına alan bir yaklaşımla nasıl yan yana olabiliriz. Cumhurbaşkanlığı konusunda tavrımız net, ortak bir adayı birlikte çıkarabilirsek tabii ki destekleriz.

AKP’nin politikasının belirleyici olduğu bir yaklaşımda bulunuyorsunuz. Burada bir soru işareti oluşuyor. AKP’nin şu anki politikası HDP’yi daha fazla marjinalize etmek üzere. Siz de bu politika sürdükçe HDP’nin tavrı değişmez diyorsunuz. Fakat önümüzdeki 6 aylık süreçte AKP’nin Kürt politikası 180 derece değişirse, HDP’nin tavrında bir değişim olur mu?

Geleceği kestiremeyiz ama biz biz ilkelerde kararlı ama politik esnekliğe sahip bir partiyiz. Belli koşulları, durumu değerlendiririz. AKP ile şu an bizim hiçbir koşulda, değil aynı adaya oy vermek, aynı sokaktan geçebilecek bir durumumda değiliz. Yarın ne olur ne yapar meselesi şimdiden konuşulacak bir mesele değil onu bilemeyiz. HDP ve Kürtler hangi koşulda bir adayı destekler, hangi nitelikteki aday Kürtlerin oyuna talip olabilir hangi politikalarla olur sorusunu sormak en doğrusudur. Bizim bu konuda bir çelişkimiz yok. AKP ile benzeşen bir tutumda olan bir adaya biz neden oy verelim? Demokratik değerlerle alakası olmayan, Kürt’ü Alevi’yi emekçiyi yok sayan, demokratik değerlerin karşısında olan bir adaya neden oy verelim?

Bir üçüncü aday taktiğinden mi bahsediyorsunuz?

Bizim iktidarla bir iki resimle ortaklaşmamız imkansız. Belediyesine, yerel yönetimine el koyan bir parti ile uzlaşmamız imkansız. Böyle sorulması bizi rahatsız ediyor. Devrimci demokrat, bedel ödeyen, sosyalistlerle ortaklaşan bir partiyiz. Muhalefetin adayı da biraz önce bahsettiğimiz kriterlere uygun olmayacaksa biz oy vermek zorunda değiliz. Cumhurbaşkanlığı adaylığı ile ilgili henüz Emek ve Özgürlük İttifakı içerisinde bir tartışmaya girmedik. Ama neden sol, sosyalist, demokrat çevreler iki kötü arasında seçim yapmak zorunda kalsın? Kendi adayımızı çıkarırız. Ankara Belediye başkanının ismi tartışılıyor. Asla ve kat’a ilkelerimizle ters düşen bir adaya oy vermeyiz. Erdoğan’dan ne farkı var? Nasıl bir niteliğe sahiptir. Türkiye’nin temel sorunlarını çözmeye ilişkin bir inanca iradeye sahip midir? Cumhurbaşkanlığı niteliği taşıyor mu? Neden kötüler arasında seçim yapsın Türkiye?

Bu durumda asla taraf olmayız. Kendi adayımızı çıkarırız. Ortaklaşabilirsek demokratik sosyalist çevrelerle bir aday çıkarırız. Brezilya’da Kolombiya’da oluyor burada niye olmasın. İki bloğa mahkum değiliz. Kürtlerin, muhalefetin oyunu alabilecek bir aday çıkarmak durumundadır muhalefet. Peşinen söylüyorum, böyle bir tartışmamız yok henüz ama Mansur Yavaş veya ona benzeyen bir adaya asla ve kata oy vermeyiz. Biz Türkiye halkları için iyi şeyler yapma arayışında bir siyasi parti olarak niye sicili olumsuz tartışılan birini tercih edelim? Türkiye’nin devrimci demokrat bir geçmiş var, neden bu ilkelere uygun bir adayı hep beraber çıkarmayalım?

Üç adaylı çıkıldığı durumda, muhalefetin adayı ikinci tura kalırsa HDP açısından tavır bir ehven-i şer tercihi mi olacak yoksa ikisine de destek vermemek mi?

Ehven-i şer bizde asla olmaz. Millet ittifakı noktaya getirmesin bizi. Bu olmasın diye uğraşıyoruz. Demokrasi adına dünya kadar bedel ödeyelim sonra kötüler arasında bir seçim mi yapalım? Kimse bizi zorlamasın yanlış yapar. Sizin aracılığınızla da bunu tekrar söyleyelim, kesinlikle HDP’yi ehven-i şer noktasına getirecek bir tutum içerisine girmesinler.

O zaman ikinci turda boykota gidebilecek bir tavırdan mı bahsediyorsunuz?

Boykot düşündüğümüz bir seçenek değil. Şimdilik tartışılmadığı için bu konuda bir şey söyleyemem ama ehven-i şer gibi bir tutumumuz olmayacağını da şimdiden söyleyelim.

2019 seçimlerinde Abdullah Öcalan’ın TRT’de bir mektup okudu. AKP’den bu seçim döneminde de buna benzer bir refleks bekliyor musunuz?

Biz neredeyse yıllar oldu tecrit politikaları nedeniyle kendisiyle herhangi bir temas, görüşme içerisinde olamadık. Adına konuşamam. Ama şunu belirtelim, Sayın Öcalan’ın AKP’ye kazandıracak bir tavrı olmayacağını tahmin ediyorum.

Demokratik bir cumhuriyetin, yeni Türkiye inşasının yanındayız, sorumluluklarımızı yerine getirmeye hazırız, biz kötüler arasında bir tercihin içerisinde asla olmayız.

HDP, 6’lı masanın performansını nasıl görüyor? Muhalefet blokunun bu süreçteki siyaset ve politikasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

6’lı masa alternatif olamadı maalesef. Toplum bir değişim istiyor. En basiti, BirGün gazetesinin Taksim meselesinin üzerine gidip, muğlaklıkları ortaya çıkarması ne kadar kıymetliydi. Muhalefet de böyle bir şey. Muhalefet iktidarı sıkıştıracak en temel meselelerde iktidarın arkasına diziliyor. Kuzey doğu Suriye operasyonuna bir ihtiyaç mı vardı? Nasıl bir tehdit oluştu? Bunları sormak yerine vatan millet edebiyatı yapan bir muhalefet mevcut iktidarın alternatifi olabilir mi? İktidarın milliyetçilik rüzgarıyla şişirdiği yelkene hevesle atılan bir muhalefet Türkiye halklarının sorunlarına ne kadar çözüm gücü olabilir?

toplumun beklentilerini karşılayacak bir politika ortaya koyamadılar. Alan daraltmak yerine, iktidarın tuzaklarına düşüyorlar. Temel meselelerde ürkekler. Vatandaş ne farkları var sorusunu soruyor. Kürtler ne farkları var sorusunu soruyor.

Böyle mi iktidar olunur? Neyine karşısın? Dış politikasına katılıyorsun, Kürtlerle kavgasına katılıyorsun, demokratik değerlerin yıkımına katılıyorsun, nasıl iktidar olacaksın? Böyle mi iktidar olunur? Neyine karşısın? Dış politikasına katılıyorsun, Kürtlerle kavgasına katılıyorsun, demokratik değerlerin yıkımına katılıyorsun, nasıl iktidar olacaksın? Muhalefet blokunu eleştiriyoruz, eleştirmekle kalmayıp yeni bir şey ortaya koyuyoruz.

***

Devrim Hareketi Sözcüsü Erçin FIRAT: Halkın sorunları Meclis aritmetiğine heba edilemez​

Türkiye olağanüstü bir seçime gidiyor. Bu mevcut durumu ve muhalefetin siyasetini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye yine herhangi bir fikrin tartışılmadığı, kişilerin ve taktiklerin tartışıldığı bir seçime gidiyor. Yoksulluğun ve sömürünün sürekli arttığı bir atmosferde gidiyoruz seçime. Tarikat ve çetelerin alabildiğine yaygınlaştığı, sınır güvenliğinin sıfıra indiği bir tablo var. Muhalefet bu atmosferde gündem olarak önümüze başörtüsünü getirerek AKP'ye anayasa tartışması açma fırsatını verdi. Kararlı bir laiklik mücadelesine ihtiyacımız varken gündemin buraya sıkıştırılması, laiklik ve Cumhuriyet karşısında muhalefetin geniş bir kesiminin de iktidarla bir araya gelmiş olması, toplumun genelinin talepleriyle siyaset alanı arasında ciddi bir açı oluşturuyor. Bu tabloda HDP’nin Cumhuriyet için "100 yıllık bir yıkım süreci" çıkışı da HDP merkezli ittifakın yaklaşımını göstermiş oldu. Muhalefet ittifaklarının yaptığı açıklamalara bakınca Türkiye'nin gerçek sorunlarına dair çözüm önerileri sunmak bir yana, bu sorunlar yokmuş gibi hareket ettiklerini görüyoruz. Türkiye'de bağımsızlık, laiklik ve kamusal birikimleri tasfiye etmiş bir karşı devrim sorunu değil de sadece içeriği, sınıfsal niteliği belirsiz bir demokrasi sorunu varmış gibi bir yaklaşımları var.

Ülkede yaşanan krizli durumdan çıkış sizce nasıl bir siyasetle mümkün?

Bu sorunun yanıtı için önce krizli durumun nedenlerini tespit etmemiz gerekir. Toplumun büyük bir kesimi barınmadan gıdaya, sağlıktan eğitime kadar en temel ihtiyaçlarını dahi karşılayamayacak duruma geldi. Mevcut seçeneklerden iktidara kim gelirse gelsin bu sorunun çözülmeyeceğine dair bir umutsuzluk var. Çünkü kalıcı bir çözüm öneren yok. Çözüm önerileri, bugünkü halin devamı ile 2002 AKP’sine dönüş arasında gidip geliyor. Bugünkü krizin çözümü için büyük bir kamucu hamleye ihtiyaç var. Toplumsal olarak da özelleştirme karşıtlığının en yüksek olduğu dönemdeyiz. Bu karşıtlığın politik bir mücadeleye evrilmesi, ekonomik krizin çözümüne yönelik önemli bir adım olacak. Bir diğer kriz laikliğin ortadan kaldırılmış, Cumhuriyet'in tasfiye edilmiş olması. Laikliği ve Cumhuriyet'i savunan büyük kitleler sahipsiz durumda. Bu büyük kuvvetin örgütlü hale getirilmesi, tarikat ve cemaatlerin üzerine kararlılıkla gidilmesi de bir diğer krizin çözüm anahtarı. Bunlarla birlikte düşünülmesi gereken ülkenin bağımsızlığı sorunu ise artık hamaset olarak bile dillerden düşmüş durumda. Bağımsızlık mücadelesini tekrar yükseltecek ve temsil edecek bir odağa ihtiyaç var.

Kriz başlıklarının tamamı halk tarafından idrak edilmiş, ama sahipsiz bırakılmış durumda. Ancak bu sahipsizliği ortadan kaldıracak, halkın talep ve beklentilerini örgütlü hale getirecek bir kuvvet denklemi değiştirebilir. Bunun için gerçek sorunlara karşı mücadelede ısrar etmek gerekiyor. Bir seçim süreci daha gerçek sorunları gündeme getirip bunun için mücadele cepheleri oluşturmak yerine meclis aritmetiği hesaplarıyla, "parlamenter demokrasi" hayaliyle ne dediği belli olmayan muhalefetle aynılaşarak geçerse halkın mücadele enerjisi yine heba edilmiş olur. Halkın itibar etmediği, birbirine benzer ittifakların ve alay konusu haline gelen Cumhurbaşkanı adayı profillerinin peşine takılmak yerine halkın ihtiyacı olan devrimci siyasal hattı örgütlemek, bu hattı temsil edecek siyasal odağı yaratmak gerekiyor. Adaylık konusunda izleyici bir konumda olmak yerine bu taleplerin temsilcisi olabilecek bir Cumhurbaşkanı adayı için çalışmalar şimdiden gündeme alınmalı. Bir kez daha "tatava yapma bas geç" oyununa düşmemek ve AKP zihniyetinin gerçekten kökünü kurutacak bir mücadelenin örgütlenmesi için açık ihtiyaç bu.