Sorunlara duyarlılık siyasetin varlık nedenidir. Duyarlılık, suyun başında olan iktidar söz konusu ise çok daha etkili ve önemlidir.

İki çok önemli seçime gidilirken, iktidarın, diğer zamanlara göre çok daha fazla toplum -duyarlı olması gerekir. İktidar, en azından, barış içinde bir seçim sürecini gerçekleştirecek bir tutum ve anlayış duyarlılığı göstermek zorundadır. Oysa gidiş, bunun tam tersinedir.


DUYARSIZLIĞIN BU KADARI

İktidarın duyarsızlıklarının başında yeraltı dünyasının liderlerinden Sedat Peker’in açıkladıkları karşısında sergilenebilen büyük duyarsızlık geliyor. Bu bağlamda iktidarın en önde gelen bakanlarından birinin “bir milletvekiline ayda 10 bin dolar ödendiği” açıklaması da; ülkeye yöneltilen, başta uyuşturucu olmak üzere küresel ölçekteki kaçakçılık ve dolandırıcılık suçlamaları da, tam bir iktidar duyarsızlığı sergilenerek unutuldu. Uyuşturucu kaçakçıları, örneğin 135 yıl ile yargılanan salıverilirken yüzlerce insan salt ifade özgürlüğü yalnızca ifade özgürlüğünü kullandıkları için tutuklu yargılanıyor.

Bunları, bir bakanının adının açıkça karıştığı, ancak, dokunulmayan yolsuzluk olayı tamamlıyor. Dahası, kimi İslami vakıfların büyük parasal işlemleri denetim dışı tutuluyor. SADAT, kendince işbirlikçi diye tanımladıkları seçimi kazansalar bile “vatanı sandıkta teslim etmeyeceğiz” açıklaması yapabiliyor.

Bu en duyarlı olması gereken konularda susan iktidarın “diğer” duyarsızlıkları, ardı ardına geliyor. Doğaya duyarsızlığı bilinen; kadınların yaşama haklarına ve kadına şiddete, ülkeyi, bu konudaki İstanbul Sözleşmesinden çıkacak kadar kayıtsız kalabilen iktidar, genel anlamda insan hak ve özgürlükleri konusunda da, o kadar duyarsızlaştı ki, elindeki gücü, kendisini eleştirenlere karşı acımasızca kullanmanın çok ötesine geçiyor; şenlikleri, özellikle de onlarcasıyla, kadın sanatçıların müzik konserlerini, yaşam biçimi hakkını ve sanat özgürlüğünü yok edercesine yasaklıyor. Ülke ekonomisini, iktidar kendisi çökertiyor; kurumların bağımsızlığına duyarsızlığı yıkıma yol açıyor; iktidarın ekonomi politikasını bilimsel verilerle eleştirenler “cahil ve hain” damgasını yiyor. Döviz ve enflasyon almış başını gidiyor; başta tarım olmak üzere ülkenin üretiminin yıkıma sürüklemesini sadece seyrediyor; samandan sonra şeker ithaline gidiyor; sonra da tam bir anlayışsızlıkla, topluma, bekleyin, ekonomiyi düzelteceğiz, diyebiliyor.

İktidar, sayısı belirsiz üst düzey bürokrata ayda 4-5 yerden ve en yüksek dereceden maaş bağlamış bulunuyor. Kamu maliyesi bilimine sığmayan bu uygulamanın başı-sonu belli değil. Vergileriyle o maaşları ödeyen milyonlar, göz göre göre, yoksulluk, giderek açlık içinde kıvranıyor. Yıllardır, rekabet kavramı ve buradan irili-ufaklı tüm sermaye kesimi hiçe sayılarak, en yüksek tutarlı ihaleler 5-6 sermayedara, üstelik kâr garantisi ile veriliyor ve bunda ısrar edilebiliyor.

İktidar, işsizliğin çok ağırlaştığı bir ortamda, kamuda işe almalarda, sınavları kazanarak hak etmiş olanların çığlıklarını hiçe sayarak yandaşlarını işe alıyor; gerçekten insanlık dışı davranarak ayırımcılık yapıyor. Ülkenin eğitimini bilimsellikten uzaklaştırarak iyice yıkıma sürükleyen iktidar, bu ülkenin gençlerinin yüzde 70’inin yurt dışına gitmek istemeleri karşısında kılını kıpırdatmıyor. Diğer taraftan bu ülkenin toplumsal dokusunu bozacak kadar Suriyeli ve Afganlı milyonların gelmesine duyarsız kalıyor.

Ayrıca vurgulamak gerekiyor; kendilerine yaşatılanlara dayanamayıp yurt dışında çalışmak isteyen doktorlara, Covid salgını döneminde bile, iktidar, en ve tek yetkili ağızdan “giderlerse gitsinler” diyebiliyor!

İktidar, doktorsuzluğa da duyarsız kalabiliyor.

“PADİŞAHIM”

Hafta içinde iktidar, biri dış politikada, diğeri de içeride olmak üzere iki konuda yine duyarsız davrandı.

Afganistan’da iktidara gelişini kutlamakla kalmayıp, yadım edecek kadar okşadığı Taliban yönetimi, ülkenin TV sunucunun yüzünü burka ile kapattırdı. Bizim iktidar, geleneksel olarak kimi öbür sözüm ona İslamcı geçinen yönetimlerin baskıcı uygulamaları karşısında yaptığını yaptı; tüm sözcüleri ve basın-yayındaki iyice körleşmiş savunucuları ile birlikte, Taliban’ın bu tutumu konusunda da ağzını bantladı. Bu köşede de sıkça sergilendiği gibi, iktidarın bilimsel bilgiye duyarsızlığı bilinen bir gerçektir. İktidarın, Evrim Kuramına, hukuka, iktisada ne kadar duyarsız kaldığını biliyorduk.

Geçen hafta bunlara tarih bilimi de eklendi. İYİ Parti Genel Başkanı Akşener’in “istibdat-hürriyet” bağlamında tarihsel gerçeklere dayalı sözleri çarpıtıldı. Tarihin, Sultan II. Abdülhamit ile ilgili yazdıkları bir tarafa bırakıldı. Özetle, iktidarın yıkıcı duyarsızlıkları hızla tırmanıyor. Kuraldır, sustukça, duyarsızlık daha artar; buna bağlı sorumluluk da!

En iyisi burada, diraht’ın “ağaç” anlamına geldiğini yazıp, sözü, Abdülhamit döneminin görgü tanığı olan usta şair Eşref’e bırakmak:

“Padişahım, bir dirahta döndü kim güya vatan
Daima bir baltadan bir şahı hali kalmıyor
Gam değil amma bu mülkün böyle elden gitmesi
Git gide zulmetmeğe elde ahali kalmıyor.”