Güvenlik soruşturması, iktidar erkinin kendine yakın bulmadığı kamu görevlilerini dışlamak için bütün kamu çalışanları için uygulanmıştır. Kendinden başkasına yaşam hakkı tanımayan totaliter iktidarların vazgeçemedikleri yöntemlerden biridir bu. Demokratik hukuk devleti ise çoğulcudur ve kamu hizmetine gireceklerin görüş, düşünce ve kanaatlerini değil görevin gerektirdiği liyakate sahip olup olmadığını önemser.

İktidarın ateş çemberi: Güvenlik soruşturması

Mustafa Güler

Halkın sarhoşluğu geçtiğinde,

akşamdan kalmalığın baş ağrısı sökün ettiğinde

artık devam edemez ya bu mutlak delilik.[1]

Devlet memuru olabilmek için güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yapılmış olma şartı Anayasa’ya aykırı bulunup iptal edildi.[2]

Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yapılması, kamu hizmetine giriş şartı olarak, sınırlı kamu hizmetlerinde uygulanırken, 2016 yılında yaşanan Darbe girişimi sonrasındaki olağanüstü hukuksuzluk döneminde alınan bir kararla[3], bütün kamu çalışanları için geçerli hale getirildi. Anayasa Mahkemesi denetimi ise ancak bu Kararname’nin yasalaştırılmasından[4] sonra sağlanabildi.

Anayasa’nın 20. maddesine göre, “Kişisel veriler, ancak kanunda öngörülen hallerde veya kişinin açık rızasıyla işlenebilir.” Kişisel veri kapsamına kişilerin siyasal düşünceleri, inançları veya inançsızlıkları, dernek veya sendika bağlantıları gibi kişiyle ilgili pek çok bilgi girmektedir. Bu bilgilerin çeşitli kaynaklardan toplanarak güvenlik soruşturması adı altında raporlanması ve buna ilişkin yasal çerçevenin çizilmemiş olması Anayasa Mahkemesinin iptal gerekçesi olarak açıklandı.

Mahkeme, yaklaşık 1,5 yıllık inceleme sonunda, mahcup bir cesaretle vermiş kararını; bir yandan kuralı iptal edebilme cesaretini gösterirken diğer yandan, güvenlik soruşturması gibi öznel bir olguyla vatandaşın kamu haklarından yoksun bırakılmasının anayasal hakların özüne dokunduğunu tartışmaktan kaçınmıştır. Bunun yerine, kişisel verilerin korunmasıyla ilgili hakka dayanarak, yasal düzenlemenin kişisel verilerle ilgili yeterli güvenceyle donatılmadığını belirtmiş, kuralın yeniden düzenlenmesinin yolunu göstermiştir. Oysa yeni bir yasayla bu sorunun aşılması mümkün değildir. Çünkü güvenlik soruşturmasının bizatihi kendisi anayasal ifade özgürlüğüne ve eşitlik ilkesine temelden aykırıdır.

Güvenlik soruşturması, idarenin hukukla pek de bağlı kalmadan, bir kısım vatandaşı siyasal yaklaşımlarına göre fişlemek suretiyle onların pek çok kamu hakkından yararlanmasını engelleyen önemli bir araçtır. Olgusal hukuki değerlendirmeler dışında güvenlik soruşturmasına yargının temel bir karşı çıkışının bulunulmaması da bu alandaki kural tanımazlığın sürmesini sağlamaktadır.

Güvenlik soruşturması, iktidar erkinin kendine yakın bulmadığı kamu görevlilerini dışlamak için bütün kamu çalışanları için uygulanmıştır. Kendinden başkasına yaşam hakkı tanımayan totaliter iktidarların vazgeçemedikleri yöntemlerden biridir bu. Demokratik hukuk devleti ise çoğulcudur ve kamu hizmetine gireceklerin görüş, düşünce ve kanaatlerini değil görevin gerektirdiği liyakate sahip olup olmadığını önemser.

Herkesin dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşit olduğu Anayasa’da belirtilmiştir.

Ayrıca, kişilerin temel hak ve özgürlüklerden yararlanmalarının sınırlandırılması ancak kanunla olabilir, fakat bu yeterli değildir. Sınırlamanın Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmaması da şarttır.

Düşünce ve kanaatlerini açıklama ve yaymak, yurttaşların anayasal hakkıdır. Bunun doğal sonucu olarak, her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.

Bir yanda bu anayasal kural ve güvenceler dururken güvenlik soruşturmasıyla kişileri kanaatlerine göre sınıflandırıp makbul olup olmadıklarının söylenmesi, buna bağlı olarak bir takım hakları kullanmalarının önlenmesi hukukla bağdaşmaz. Yurttaşların kanaatlerinden dolayı kınanması dahi yasaklanmış iken, bu nedenle bir takım kamu haklarından yoksun bırakılmaları trajik bir çelişkidir.

Güvenlik soruşturmasının kamu hizmetine katılmada bir şart olarak kullanılması Anayasa’nın 70. maddesini de ihlal etmektedir. Bu maddeye göre her yurttaş, kamu hizmetlerine girme hakkına sahiptir ve hizmete alınmada, görevin gerektirdiği niteliklerden başka hiçbir ayırım gözetilemez. Bu anayasal kurala karşın, liyakat olarak kısaltabileceğimiz, görevin gerektirdiği niteliklerin bütünüyle dışında kalan çeşitli ölçütlere göre yurttaşların sınıflandırılması, ancak iktidar tarafından makbul kabul edilenlerin kamu görevine alınması evrensel hukuk normlarına ve Anayasa’ya temelden aykırıdır.

Bu konuyla ilgili olarak son zamanlarda ileri sürülen, kamu görevlilerinin Devlete sadakat ödevi olduğu, bu nedenle güvenlik soruşturması yapılabileceği savı da bütünüyle safsatadır. Kamu görevlisinin sadakat ödevi Devleti yönetenlere değil hukuk kurallarına ilişkindir. Ayrıca bu yaklaşım, kamu görevlerinin liyakatli kişiler tarafından değil, sadece belirli bir dini, ırki, siyasal veya daha dar biçimde belli bir partiye mensup olanlarca üstlenilmesine, bunun dışında kalan yurttaşların ise bütünüyle dışlanmalarına sebep olmaktadır.

Demokratik hukuk devletine temelden aykırı olan bu yaklaşım, ülkemizde, özellikle son yıllarda ağır biçimde uygulanmaktadır. Bir dönem iktidar ortağı olan Fethullahçıları Darbe girişiminin faili olarak kamu görevinden atmak için yola çıkan iktidar, kendisine muhalif gördüğü sol görüşlü kamu görevlilerini, denetimsiz KHK’larla kamu görevden uzaklaştırmış, pek çok yaptırıma maruz bırakmış, eğitim haklarını engellemiş, pasaportlarına el koymuştur. Yetmemiş, olağanüstü hal kaldırıldıktan sonra da olağanüstü hal yetkilerini üç yıl daha sürdürecek şekilde komisyonlar kurulup onlara kamu görevlilerini güvenlik soruşturmalarıyla görevden atma yetkisi verilmiştir. Hekimlerle ilgili olarak daha da ileri gidilmiş, bir yasa çıkartılarak, güvenlik soruşturması sonucuna göre kamu görevine alınmayan hekimlerden mecburi hizmetlerini yerine getirmeyenlerin 450 gün boyunca mesleklerini yapmaları da yasaklanmıştır.

Ve bütün bu yaptırımların hiçbirinde herhangi bir yargı kararı yoktur; idare kendisi karar verip kendisi uygulamaktadır. Üstelik yargı kararıyla beraat edenlere dahi bu yaptırımların uygulanmasından çekinilmemektedir. Beraat eden kişiler neden görevlerine dönemiyor sorusuna karşılık olarak, İçişleri Bakanı’nın, kendi değerlendirmelerini yargının kararlarının üstünde gördüğünü ifade eden şu sözleri zamanın ruhunu ifade etmektedir:“Elbette ki güvenmeyeceğim. Herkes devletin içine girmek zorunda mı? Türkiye 15 Temmuz gibi bir darbeyle, bir terör eylemiyle karşı karşıya kalmış, devlet temkinli olmayacak mı? Her şeye Anayasa Mahkemesinin gözüyle bakıyor değilim, kimse kusura bakmasın.”

Hep birlikte kusuru görmeli ve kusura bakmalıyız. Bakan da olsa hiç kimsenin kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamayacağını hatırlatmalı; her birimizin eşit ve özgür yurttaşlar olduğumuzu, kamu haklarından yararlanmanın hiçbir siyasal görüşün tekelinde olmadığını akılda tutarak, kendisini anayasal düzenin ve yargı organlarının üzerinde görenleri anayasal sınırlarına çekmeliyiz. Bu kapsamda, güvenlik soruşturmasıyla kamu haklarından yararlanmaları engellenenlere haklarının derhal verilmesi ve uğradıkları zararların giderilmesi için hep birlikte mücadele etmeliyiz.


[1] LTI:Nasyonal Sosyalizmin Dili, Victor Klemperer, İletişim Yayınları, s.45

[2] Anayasa Mahkemesi,2018/73 E. 2019/65 K. 24.07.2019 tarih, RG 29.11.2019-30963

[3] 676 sayılı OHAL KHK, RG:29.10.2016- 29872

[4] 1/2/2018 tarihli ve 7070 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun

cukurda-defineci-avi-540867-1.