Özel sektör döviz borçlarını bankalar aracılığıyla TL’ye çeviriyor. Bankalar aynı işlemi kamu bankalarıyla yapıyor. Hazine ise kamu bankalarından dövizle borçlanıyor ve patronun borcu 83 milyonun sırtına yükleniyor.

İktidarın borç hokus pokusu

Ozan GÜNDOĞDU

Türkiye, kendi kapitalist tarihinin en vahşi politikalarını uyguluyor. Ekonomik büyümeden başka bir hedefi önüne koymayan hükümet için yoksulluk bir sorun olmaktan çok yönetilmesi gereken bir politik başlık. Çalışan sınıflara büyümeden pay dahi verilmiyor. Ekonominin tüm ipleri özel sektörün elinde, Hazine de özel sektörün emrinde.


Önceki gün merkezi idarenin borçlarına ilişkin veriler Hazine ve Maliye Bakanlığı tarafından yayımlandı. 2020’nin başında 1,33 trilyon TL olan borç, bu yılın Haziran ayının sonunda 2,03 trilyon liraya yükselmiş durumda. Ancak borç artışının 700 milyar TL olması, hükümetin bu süre içinde 700 milyar TL ilave borç aldığı anlamına gelmiyor. Ekonominin tüm aktörleri döviz borçlarını tasfiye edip, tasarruflarını dövize yönlendirirken, Hazine dövizle borçlanıyor, yani özel sektörün döviz riskini üstleniyor. Borçlardaki artış da büyük ölçüde döviz kurunun yükselmesinden kaynaklanıyor. Haziran ayı sonu itibarıyla 2,03 trilyon lira borcun yüzde 58’ine denk gelen 1,1 trilyon lirası döviz cinsinden. Ancak dövizle borçlanmanın gerekçelerini iyi niyetli ekonomik gerekçelerle açıklamak mümkün değil. TL dururken neden iç piyasadan bile, dövizle borçlanılır? Normal şartlar altında dövizle borçlanmanın gerekçesi TL faizinin yüksek bulunması nedeniyle dövizle borçlanmanın daha cazip haline gelmesi olarak açıklanıyor. Ancak daha düşük faizle borçlanmak isterken kur risklerini sırtlamış oluyorsunuz. Hele ki Türkiye gibi bir ülkede Hazine’nin döviz cinsinden borçlanması kur riskini 83 milyonun sırtına yıkmak anlamına geliyor. Dışarıdan borçlanırken döviz cinsinden borçlanmak Türkiye için zorunluluk sayılabilir ancak Hazine son yıllarda yurtiçinden borçlanırken bile dövizi tercih ediyor. Peki neden böyle yapıyor? Bu sorunun arka planı AKP ile sermaye çevreleri arasındaki ortaklığı da gözler önüne seriyor.

2003’ten 2013 yılına kadar dolar kuru 2 liranın üzerine hiç çıkmadı. Bu süreçte sermaye sahipleri TL’ye yüksek faiz vermek yerine döviz cinsinden borçlanmayı daha avantajlı buldu. Dışarıdan gelen sıcak paranın da etkisiyle döviz kıtlığı gibi bir sorun da yoktu. Böylece 2003’ün başında 43,6 milyar dolar olan özel sektörün dış borcu, 2013’ün başında 244,4 milyar dolara kadar yükseldi. 10 yılda borçları 5,6 katına çıkan özel sektör, iyimser gelecek tahminleriyle oyalandı. 10 yıldır istikrarlı seyreden TL’nin uzun süre böyle devam edeceğini düşünen sermayedarlar için işler 2013’ten itibaren bozulmaya başladı.

Dünyadaki para bolluğunun Amerikan Merkez Bankası (Fed ) tarafından azalması, Türkiye’deki döviz borçlusu şirketler için kötü haberdi. Başlarda TL’deki dalgalanmanın geçici olduğu düşünülse de 2018’e gelindiğinde artık tüm kesimler TL’den umudunu tümüyle kaybetmişti. 2013’ün başında 244,4 milyar dolar olan özel sektörün dış borcu da 2018’in başında 325,7 milyar dolara kadar yükselmişti. Ancak gelirleri TL cinsinden olan sermaye sahipleri için döviz borçları 2018’den itibaren taşınamayacak bir yüke dönüştü. Böylece piyasa mekanizması içinde sermayedarlar bankaların yolunu tutarak döviz borçlarını daha yüksek faizle de olsa TL’ye çevirmeyi tercih ettiler. Böylece bankalar ilave bir risk primi karşılığında kur riskini özel sektörün sırtından almaya başladı. Rahip Brunson krizi olarak anılan kur şoku ise bu çarkı geriye çevrilemeyecek biçimde değiştirmişti. Özel sektörün sırtından döviz riskini devralan bankacılık sektörünün içindeki özel bankalar bu sefer aynı işlemi kamu bankalarına yaptılar. Yani döviz cinsinden borçlarını kamu bankalarından TL cinsinden borçlanarak takas ettiler. Bu düzenek aracılığıyla sermaye sınıfının borçları kamu bankalarına transfer edilmiş oldu. Ancak bankalar kamunun dahi olsa bankacılık düzenlemelerinin dayattığı sınırların dışına hukuken çıkamıyorlardı. Bu nedenle Hazine, kamu bankalarının kur riskini sırtlanmak için kamu bankalarından döviz cinsi borç toplamaya başladı. Kapitalizmin hokus pokusu ile patronların döviz borçları süreç içinde Hazine’ye transfer edildi ve edilmeye devam ediyor.

SÜREÇ NE ZAMAN BAŞLADI?

Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın verilerine göre 2017’nin Eylül ayında merkezi yönetimin yurtiçine döviz cinsinden borcu bulunmuyordu. Zaten olması gereken de buydu. Yurtiçinden döviz cinsinden borç ilk kez o yılın Ekim ayında alındı. İlk etapta küçük bir borç gibi göründüğü için o dönem bu “ilk günah”* ekonomistlerce büyütülmedi. 2017’nin ekim ayında Hazine’nin yurtiçine döviz cinsinden borcu sadece 237 milyon TL’ydi. Aylar içinde peyderpey bu borçlar arttı. 2018’de cumhurbaşkanlığı seçimlerinin yapıldığı Haziran ayında bu tutar 752 milyon TL’ye çıkmıştı. Ancak hala toplam borcun on binde 7’si kadar ettiği için ciddiye alınacak boyutta değildi. Fakat birkaç ay sonra yaşananlar korkulan senaryonun gerçekleşmeye başladığını ortaya koydu. Borçlar, Rahip Brunson kriziyle birlikte değerlendi ve haziran ayında 752 milyon TL olan döviz cinsinden borç tutarı ekim ayında 1 milyar 425 milyon TL’ye çıkmıştı. 3 ayda 2’ye katlanan borçlardan ders alınması ve döviz cinsinden borçların tasfiye edilmesi gerekirdi. Ancak sermaye düzeninin çarkları buna izin vermedi. Hazine özel sektörü kurtarabilmek adına yurtiçinden daha fazla miktarda döviz cinsinden borçlanmaya başladı. Sermaye sahipleri döviz borçlarını yıkacak bir “akılsız” aramaya koyulurken Hazine’nin döviz cinsinden açtığı borçlanma ihaleleri sermayedarların yardımına koştu. Aralık ayında Hazine’nin döviz cinsinden iç borcu 5 milyar 865 milyon TL’yi bulmuştu. Çarklar gelecek yılda da çalışmaya devam etti. 2019’un sonunda döviz cinsinden iç borçların değeri 86,5 milyar TL’yi bulmuştu. Pandemi, sermaye düzeni ile hükümetin arasındaki işbirliğini hızlandırdı. 2020’nin sonuna gelindiğinde Hazine’nin döviz cinsinden iç borçlarının değeri 265,7 milyar TL’ye yükseldi. Bu yılın Haziran ayı itibarıyla bu tutar 290,1 milyar TL. 3 yıl önce borçların on binde 7’sini oluşturan döviz cinsinden iç borçlar bugün borçların yüzde 14’ünü oluşturuyor. 3 yıl önce sermayedarların olan bu borçlar artık 83 milyonun sırtında.

Artık Hazine için içeriden dövizle aldığı borcu finanse etmeye gelmişti. Bunun için de dış borçlanmaya gidildi. 2018’in başında 140,5 milyar dolar olan kamunun dış borcu, 2021’in başında 173,2 milyar dolara yükseldi. Aynı süreçte dolar kurunun 2 katına çıktığı da düşünüldüğünde ortaya çıkan yıkım daha net gözleniyor.

Halkın sırtına çuvalla borç yığılırken ve dış finansman bulmak için diplomaside türlü tavizler verilirken verilerde özel sektörün borçlarının azaldığı gözlenmeye başladı. 2018’in başında 325 milyar dolar özel sektörün dış borcu, 2021’in başına gelindiğinde 252 milyar dolara düştü. Kapitalizmin hokus pokusu halkın cebinden aldı, patronun cebine koydu.

iktidarin-borc-hokus-pokusu-903819-1.