Türkiye’de siyasal süreçlerin işleyişi üzerine bir süredir dikkatimi çeken bir konunun altının çizilmesi önemli hale geldi.

Türkiye’de siyasal süreçlerin işleyişi üzerine bir süredir dikkatimi çeken bir konunun altının çizilmesi önemli hale geldi. Siyasal gündemin belirlenmesi bir süredir tümüyle iktidarın inisiyatifine bırakılmış bulunuyor. Bu durum kuşkusuz iktidarın giderek derinleşen hegemonyasının da bir göstergesi olarak değerlendirilebilir.

Siyasal gündemin belirlenmesinde süreç aşağı yukarı şöyle işliyor; en tepeden bir sorun ya da konu gündeme getiriliyor. Muhalefet siyasetin bir gereği olarak görüp, görüş bildiriyor. Kısa sürede, tüm medya konuya kilitleniyor. Kanalların hemen tamamında, bildik medyatik akademisyen ve gazeteciler konuyu enine, boyuna ve genellikle derinlik olmadan tartışmaya başlıyorlar. Gazeteler, benzer biçimde, konuyu manşet ve köşe yazılarına taşıyor. Ardından, konun önem derecesine göre, çeşitli kurum ve örgütlerin panel, konferans ve açık oturumları geliyor. Süreç sonunda iki çizgiden birini izliyor; oluşan tepkilere göre, ya bir düzenlemeyle amaçlanan değişiklik yapılıyor, ya da bir başka aşamada bir miktar daha şekil değiştirmiş biçimde tekrar gündeme gelmek üzere konu gündemden kaldırılıyor. Kamu yönetimi reformu, Cumhurbaşkanlığı seçimi, YÖK, referandum, Kürt açılımı, türban sorunu, imam hatip mezunlarının katsayıları, gibi birçok konuda bu tür bir süreç izlendi.

Bu tür bir işleyiş normal görünebilir. Ancak sorun şu ki; gündemi hep iktidar belirliyor. Böyle olunca da, iktidarın gerekli gördüğü konular tartışamaya açılıp, değişikliklere konu oluyor. İktidarın uygun bulmayıp, dışarıda bırakmak istediği konularsa, ne yazık ki, tartışmaya bile açılamıyor. Bunu ekonomik kriz gibi, en zorlu konularda bile başarabilmelerinde, kuşkusuz ölçüsü kaçmış ve giderek büyüyen medya desteğinin önemli rolü var. Bu desteğin de eşliğinde, ekonomik kriz ve sonuçlarını değil,  ancak krizin teğet geçmesinin ne anlama geldiğini tartışılabildi.

Şimdi aynı türden stratejik bir seçiciliği/dışlayıcılığı ÖSYM etrafında süre giden güvenlik skandalıyla ilgili yaşıyoruz. Sanki ÖSYM bu iktidarın yönettiği bir sistemin parçası değil de, kurumun başındaki kişinin özel örgütü gibi bir değerlendirme yapılıyor. Konu etrafında çıkan bunca gürültü, iktidarı yıpratmak bir yana, bu kuruma yönelik istediği düzenlemeleri yapabilmesinin önünü açtı. Olay, neredeyse tümüyle, teknik bir güvenlik açığı sorununa indirgenirken, bu açık ve sızmada cemaat parmağı olduğu yönündeki değerlendirmeler sessizlik içinde geçiştirildi.

Öte yandan, bu konuları sessizce geçiştiren iktidar, yukarıda özetlediğimiz yöntemle, önümüze yeni gündem maddeleri koymaya devam ediyor. Referandum sonuçlanır sonuçlanmaz, yeni sıcak yumurta, başkanlık sistemi tartışmasına merhaba diyoruz. Bir kez daha bütün kesimler konumlanıp, gardını alıyor.  Bir kez daha uygundur diyenleri Barlas, değildir diyenleri Kongar temsil ediyor. Hukukçular görüş bildiriyor, siyasiler kanaldan kanala koşuyor.

Tam da bu ortamda, Başbakan başkanlık sistemini gündeme getirip, mikrofonlar ana muhalefet lideri Kemal Kılıçdaroğlu’na döndüğünde, bir süredir altını çizdiği iktidarın ezberini bozmak vurgusunu da düşünerek, içimden bir an şöyle bir şey der mi sorusu geçti; “Başkanlık sistemi bizlerin ve Türkiye’nin gündemi değildir. Bizim gündemimizde, kredi kartı, esnaf kefalet kooperatifi, banka,  tefeci borçlarını ödemekte zorlanan geniş halk kesimleri var. Bizim gündemimizde okullar açılırken, parasızlık nedeniyle, tarlada çalışması nedeniyle, okula gidemeyen, giderken ayağına düzgün ayakkabı giyemeyen çocuklar var. Çalınan sınav soruları nedeniyle mağdur edilen, üniversite okuyup işsiz kalan, çaresiz bırakıldığı yerde bedenini satarak ayakta kalmaya çalışan gençler var. Gündemimizde, alışveriş merkezlerinin gölgesinde kapanan kepenkler, iflas eden küçük esnaflar var. Bunca sorunun arasında, başkanlık sistemine ilişkin gündem, kendilerine ve otoriter/örtülü ödenekçi yönetim anlayışlarına koltuk yaratmak isteyenlere aittir.  Bu nedenle, bu konu hakkında herhangi bir görüş bildirmeyeceğiz; bu konudaki tartışmaların parçası olmayacağız”.

Ana muhalefet partisi yanında, bütün toplumcu parti ve güçlerin bu gündemin tümüyle dışında kalmasının önemli siyasal sonuçları olacaktır. İktidar ve destekçi medyanın oluşturdukları gündemle baş başa bırakılması iktidarın bu konudaki ezberini bozacaktır.

Eğer bu oyun ve ezber bozulmazsa; maçlar hep iktidarın seçtiği zeminde, zamanda ve hakemlerle, sonucu önceden belli biçimde, oynanmaya devam edecek. Ezber bozma zamanı!