İktidarın 'HAYIR' korkusu

KONUK YAZAR: HİLMİ YARAYICI
CHP Hatay Milletvekili

Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş’un terör eylemleri ve referandum üzerine açıklamalarını duyunca, nedendir bilinmez bir anda aklıma Erdoğan’ın “400 vekili verin bu iş huzur içinde çözülsün” sözleri geldi. İtiraf etmeliyim ki Erdoğan’ın bu sözlerini ilk duyduğumda iktidar uğruna kötülüğün bu denli sistematik kullanımını tahayyül edememiştim. Bu sözlerdeki tehdidin aradan geçen süre zarfında bu şekilde ete kemiğe bürüneceğini de sanırım kimse tahmin edememişti. Aklımızın bir yanı 17/25 Aralık tarihlerinde yaşananlar ve MİT tırlarında silah taşındığının gün yüzüne çıkmasıyla Erdoğan'ın derinden sarsıldığını, yaralanmış Erdoğan’ın gücünü toparlamak için her yola başvuracağını söylese de, bir yanımız “Hayır bu kadarına cüret edemez” diyordu. Bunu söyleyen; "insan" yanımızdı. İktidar uğruna, koltuk uğruna kimsenin halkına bu kadar kötülüğü reva göremeyeceğine inanmak istiyorduk hep. Ama "cüret edemez" dediğimiz ne varsa, hepsi bir bir hayata geçirildi. 7 Haziran’da iktidarının sallantıda olduğunu fark eden Erdoğan’ın gerginlik ve savaş stratejisini adım adım nasıl uygulamaya soktuğunu, halkta korku ve endişe duygularını körükleyerek hakim kıldığı korku ikliminden rıza üretme stratejisinin 1 Kasım’da istediği sonuçları elde etmesine nasıl olanak sağladığını hep birlikte yaşadık.

Bu süre zarfında iktidarın insan olmaya dair hangi duygu varsa, ağır bir yükmüşçesine, bir bir sırtından atarken yaşadığı coşkunun doruk noktasına Gar Katliamı sonrasında tanık olduk.

Dönemin Başbakanı Davutoğlu’nun, "Patlama sonrası oylarımızda artış oldu” sözlerindeki coşkuda, iktidarın, acılardan ve ağıtlardan kirli bir zafer elde etme yolunda her şeyi mübah gördüğü en net haliyle zihinlerimize kazındı.

Bu iktidarın, halklarımıza kan ve gözyaşından başka sunacağı hiçbir seçeneği yoktur artık. Emperyalizme yedeklenmiş siyasal İslam’ın 2010’lara kadar yukarı doğru seyreden ivmesi artık geriye doğru işlemektedir. Onlar bunu bizden daha iyi biliyorlar. Adına yeni anayasa dedikleri ise, özünde seyri aşağıya dönen ivmeyi bir süreliğine de olsa durdurma çabasından öte bir şey değildir.

Anayasa değişikliklerinin bütünü yasama, yürütme ve yargının tek bir kişiye bağlanmak istenmesi olarak özetlenebilir. 15 Temmuz’dan bu yana yaşadıklarımızın özeti de zaten bu değil midir? Kuvvetlerin fiili olarak Erdoğan’da toplanmış olması sistemin zaten hayata geçmiş olduğunun göstergesi değil midir? Bu soruların cevabı "evet"tir. Bunu biliyoruz.

O zaman bunca gürültünün, Meclis'i kavga dövüş sabahlara kadar çalıştırmanın sebebi nedir? Bu sorunun da tek bir yanıtı vardır. Cumhurbaşkanına, kendisini yargılayabilecek Anayasa Mahkemesi üyelerinin neredeyse tamamını atama yetkisi ve yine kendisini yargılama kararı alabilecek Meclis'i fesih yetkisi vererek sözde "yargılanmasını" düzenleyen madde, değişikliklerin ana omurgasıdır. Kalan diğer maddeler, bu yetkileri tahkim maddeleridir. Yapılmak istenenin özeti, rejim değişikliği sosuna buladıkları değişikliklerle Erdoğan’ı koruma çabasıdır. Gezi Direnişi'nde canlarımız katledildiğinde “Emri ben verdim” diyenlerden, 17/25 Aralık yolsuzluk ve talan dosyasına bulaşanlardan, iktidar uğruna savaşı körükleyenlerden, halkı kamplara bölenlerden, hukuku ayaklar altına alanlardan mutlaka hesap sorulacağı biliniyor. Suriye savaşında şimdilik TIR'larla cihatçılara silah yardımı yapıldığını biliyoruz. Onu da cemaat-iktidar kavgası çıkmasa öğrenemeyecektik ama bir yerlerde kaydının tutulmakta olduğunu bizden çok, iktidar biliyor. Belki ucu Uluslararası Lahey Adalet Divanı'na uzanacak kirli savaş suçlarının ne olduğunu da bizden daha iyi biliyorlardır. Bu bilincin toplamı, bugün, tek bir kişiye ömür boyu koruma kalkanı sağlama çabası olan anayasa değişikliği olarak karşımıza çıkıyor.

Bu nedenle Kurtulmuş’un “Referandumda evet çıkarsa terör azalışa geçer” sözleri, "400 vekil verin bu iş huzur içinde çözülsün” sözlerinin devamı olarak okunmalıdır. Ve bir tehditten öte değerlendirilmelidir.

103 canın katledilmesi sonrası oy artışı hesapları yapmakla sabıkalı olanların, referandum sürecinde terörden medet ummaları, önümüzdeki iki aylık sürecin sancılı geçeceğinin göstergesidir.

Sancılı ama bir o kadar da kirli bir süreç. Kitlelerini daha da konsolide etme uğruna, 7 Haziran’dan bu yana izledikleri gerilim üzerinden kutuplaştırıcı siyasetlerini daha da derinleştireceklerdir. Milliyetçi oyları çekme adına batıda Kürt düşmanlığına başvururken, Doğu ve Güneydoğu’da tutuklama ve gözaltılarla HDP çalışamaz hale getirildikten sonra, dini söylemler öne çıkarılacaktır. Bunları yaparken “Hayır” oylarını terörle ilişkilendirecek algı oyunları, en çok başvuracakları yol olacaktır. Ki, Numan Kurtulmuş yapmış olduğu açıklamasıyla, bu kirli kampanyanın startını da vermiştir bir bakıma.

Sokaklar Kurtulmuş’un tehdit dilini uygulamaya sokmakta gecikmemiş ve Maltepe’de “Hayır” kampanyası için afiş asan CHP’li gençler silahlı saldırıya uğramış ve maalesef bir gencimiz bu saldırıda yaralanmıştır. Aynı gün mafya liderinin “Hayır” kampanyası yürütenleri açık şekilde tehdidine iktidarın sessiz kalması, önümüzdeki süreçte yapılacak saldırıların habercisidir.
Bu andan itibaren referandum tarihine kadar, meydana gelebilecek terör olaylarının ve muhaliflere yönelebilecek saldırıların tek sorumlusu, tehdit dilini kullanmaktan çekinmeyen iktidarındır.

Daha referandum kampanyaları başlamadan olası “Hayır” diyeceklere şimdiden baskı ve sindirme araçlarının devreye sokulması, iktidarın “Hayır”dan korkusunun sanıldığından fazla olduğunun işaretleri olarak değerlendirilmelidir. Sahip olduğu tüm güce rağmen OHAL’i kaldırma yoluna gitmemesi, korkusunun ulaştığı boyutun ipuçlarıdır.

İktidar da, saray da korkuyor. Demokrasi cephesinin kazanma olasılığı, emin olun, her gece üzerlerine bir karabasan gibi çöküyor. Umut verme veya hamaset amaçlı sözler değil bunlar. Yürekten gelen bir inancın ifadesidir sadece.
Avrupa işçi sınıfının demokrasi mücadelesi geçmişi kadar bir mücadele geçmişimiz olmayabilir. Ancak Şeyh Bedrettin’den Pir Sultan’a, Dadaloğlu’ndan Baba İshak’lara, Kızıldere’den 1977'nin 1 Mayıs’ına uzanan köklü bir kardeşlik ve zulme boyun eğmeme geleneğimiz var. En umutsuz olduğumuz anlarda bu gelenek bir şekilde kendini yeniden var ediyor. Her seferinde zalimin zulmüne dur demesini bilir. Çok uzağa gitmeyelim. Baskının ve zulmün en yoğun olduğu, karamsarlığın ve umutsuzluğun boy verdiği günlerde Gezi direnişi, Bedrettin ve yoldaşlarının yüzlerce yıl sonra yeniden doğuşu değil miydi?
O yüzden umut her daim yüreğimizin en derinindeki yerini korumalıdır.

Biliyoruz iktidar diktatörlüğünü en acımasız yönüyle bize yaşatmaya çalışacaktır. Bu uğurda “Evet” oyları için terör bağlantısı kurarak tehditler savurmanın ötesine de geçecektir. Ama bizim kaybedeceğimiz bir şey yok. Fidel’in dediği gibi, "Biz yenilirsek yeniden ayağa kalkar, yeniden deneriz. Ama diktatör yenilirse sonu olur."

Sandıktan “Evet” de çıksa sonuç değişmeyecektir. İktidar ne kadar uzatmaya çalışırsa çalışsın, ömrünü tamamlamıştır.

Nisan’da ya da Nisan’dan sonra demokrasi cephesi onlara yenilgiyi tattıracaktır.

Korkumuz da endişemiz de yok. Nazım Usta'nın “O ne müthiş bahtiyarlık sevgilim, anlamak gideni ve gelmekte olanı” dizelerindeki gibi bahtiyarız.