Peygamberin ölümünden onlarca yıl sonra ortaya konulan fikirlerin bugün dahi “İslam Hukuku” adı altında en yüksek eğitim kurumlarında gösterilmesinin ne etik ne de meşru bir yanı olabilir

İktidarın ilahiyatla sınavı

Aydın Tonga

Cumhurbaşkanı Erdoğan geçtiğimiz günlerde yaptığı bir konuşmada aynen şu ifadeleri kullandı: “Hiçbir medeni devlet, terör şebekelerinin üniversitede yuvalanmasına izin vermez. Bizde akademik özgürlük kılıfı altında terör örgütünün propaganda makinesinin işletilmesine kusura bakmasınlar göz yumamayız. Dünyanın hiçbir ülkesinde terör örgütlerinin propagandasını yapmak düşünce özgürlüğü kapsamında değerlendirilmez.”

Akademiye yöneltilen bu suçlamalardaki sözün şiddetini ve ağırlığını görmemek elde değil. Dahası “Bu Suça Ortak Olmayacağız” bildirisine imza atanların başına gelenler de hepimizin malumu. Diyeceğimiz söz konusu metne bırakılan “imzaya” karşı iktidar katında ciddi bir tepki oluştu ve imzacıların çok büyük bir bölümü de tasfiye edildi. Diğer taraftan özellikle “İlahiyat Fakültelerinde” ve dahi İmam Hatip Okullarında yürütülmekte olan bir eğitim sistemi var ki; iktidar kanadı bu eğitim sistemine karşı tek bir eleştiri getirmiyor nedense. Üstelik burada söz konusu olan kişilerden ziyade bir sistem, müfredat ve anlayış sorunu. Gelin şimdi ilahiyat ve imam hatip koridorlarının o karanlık dehlizlerine doğru bir adım atalım ve sözlerimizi biraz daha açalım.

“Dinden dönen, namaz kılmayan, zina eden öldürülür; kız ve erkek çocuklar ergenliğine adım attıklarında evlendirilebilir (kız 9, erkek 12), Hanbeli ve Şafi mezhebine göre kadının bütün vücudu kapalı olmalıdır, erkek tek sözle karısını boşayabilir; kadınların erkeklerle aynı ortamda bulunması caiz değildir, mirasta erkek kadından fazla pay alır, kadınlar sünnet edilebilir, dahası anne baba dışındakiler de rıza aranmadan nikah gerçekleştirebilir; hırsızlık yapanın eli kesilir dahası hırsızlığa devam ederse kesim işlemi de devam eder, evi gözetleyenin gözü çıkarılır, içki içene 40 ile 80 arasında kırbaç/değnek cezası uygulanır, savaşta esirler öldürülebilir, köle ve cariye edinmek de bir mahsul yoktur..”Bütün bunlar fıkıh kitaplarında yazılı olan ve egemen İslam dünyasında “İslam hukuku” olarak kabul edilen hükümler. Ve işte bu hükümlerin çoğu kademeli olarak liselerden başlayarak Üniversite sıralarında “ders” olarak okutulmakta.
iktidarin-ilahiyatla-sinavi-305591-1.
Şimdi Erdoğan gibi biz de soralım o zaman. Dünyanın hangi ülkesinde içeriği bu hükümlerle dolu olan bir anlayış “ders” olarak verilebilir? Dünyanın hangi ülkesinde din ve inanç özgürlüğü “hukuk dersi” adı altında böylesi bir zihniyetle tarumar edilebilir? Bağnazlığın esareti altında can çekişen köhne ülkeleri bir yana bırakırsak, hangi ülke bu eğitim sistemine, bu müfredata izin verir? Elbette hiç bir demokratik ülkede bu anlayışın okul sıralarında dolaşmasına müsaade edilmez. Oysa biz de “fıkıh” bizatihi kamu adına sahiplenilmekte, liselerde bile “fıkıh” kitapları okutulmakta. Bakın şu satırlar Liselerde okutulan bir kitaptan: “Fıkıh, Müslümanların hayatına şekil veren, bireysel ve toplumsal faaliyetlerin Allah Tela’nın muradına uygun olmasına katkı sağlayan bir ilim dalı olduğu için her zaman inananların hayatının parçası durumundadır. (Anadolu İmam Hatip Liseleri, Fıkıh Okumaları, Der: Ahmet İşleyen MEB yay.) Yine şu satırlarda başka bir lise kitabından: “Fakihler (fıkıh uzmanları), Kur’an ve sünneti incelerken ve bu iki temel kaynaktan hüküm çıkarırken bazı ilke ve esasları göz önünde tutmuşlardır. Söz konusu bu ilkeler, Kur’an ve sünnet’in genel muhtevasından elde edilen ilkelerdir. Fıkıh ilminde insanlara kolaylık göstermek, onları sıkıntıya sokmamak temel bir ilke olarak kabul edilmiştir. (Açık Öğretim Lisesi - Meslekî açık öğretim lisesi,Yazar Dr. Ahmet İŞLEYEN, MEB yay.) Tekrar hatırlatalım dinden dönenin öldürülmesi gerektiğini savunan kitaplar için düzülüyor bu methiyeler!

Açık öğretim ön lisans öğrencilerine okutulan “İslam Hukukuna Giriş” adlı kitapla devam edelim. Bakın o kitapta neler yazıyor: “.., yol kesme suçu işlenirken adam öldürülürse ölüm, öldürme yanında öldürülenin malı da alınırsa asılma cezası verilir. Yalnızca mal alınırsa sağ el ile sol ayak bilekten çaprazlama kesilir. Sırf yol kesilip insanların korkutulması halinde ise sürgün cezası uygulanır. Yol kesme suçunu işleyenler yakalanmadan önce tevbe ederlerse, söz konusu cezalar düşer (Mâide 5/34). Ancak kul haklarına yönelik talepler saklıdır. Alınan malların iadesi ya da tazmini gerektiği gibi, adam öldürülmesi durumunda da kısâs ya da diyet talep edilebilir.” (Editör: Hacı Yunus Apaydın, İslam Hukuka Giriş Anadolu Üniversitey Yay.) Örnekleri bu noktada sonlandırmak istiyoruz. Konu ile ilgili daha fazla örneğe/bilgiye ulaşmak isteyenler, geçtiğimiz günlerde Mustafa Solak imzasıyla yayınlanan “Laikliği Doğru Anlamak” adlı kitaba başvurabilir.

Devam edelim.

Peygamberin ölümünden onlarca yıl sonra ortaya konulan fikirlerin bugün dahi “İslam Hukuku” adı altında en yüksek eğitim kurumlarında gösterilmesinin ne etik ne de meşru bir yanı olabilir. Dahası özgürlükçü inanç anlayışını yerle yeksan bir zihniyetin kamu adına sahiplenilmesi olacak şey de değildir. Zira söz konusu öğretim yerlerinin ve benzeri alandaki kurumların finansmanını halk sağlamaktadır. Üstelik o halk içerisinde “dinden dönenler” yani katli vacip olanlar da bulunmaktadır! Durum bu kadar vahimdir işte! Bu arada belirtmek gerekir ki, din alanında yürütülmekte olan öğretime İlahiyat içerisinde bulunan kimi akademisyenler de benzer savlarla itiraz etmektedir. Örneğin şu çarpıcı sözler Prof.Dr. Abdülaziz Bayındır’a aittir: “Bugün Türkiye’deki ilahiyat fakültelerinde okutulan din ile IŞİD’in dini arasında en küçük bir fark yoktur. Şii ve Sünni bütün mezheplerin anlattığı din IŞİD’in uygulamaya çalıştığı dindir. Biz karşı çıkıyoruz diyenler dünya kamuoyunda oluşan olumsuz yapıya karşı biz öyle değiliz diyerek karşı çıkanlardır.” Prof.Dr. Caner Taslaman’da bu noktada görüşlerini ifade etmekten kaçınmaz: “IŞİD’e karşı çıkan önemli bir kesim de, IŞİD’in atıf yaptığı kaynakları kabul ediyor. Ve bu kaynaklara en ufak bir eleştiri getirmeden IŞİD’e eleştiri getirebileceğini zannediyor. Mürtedin öldürülmesi gerektiğini bir kişi kabul ediyorsa, namaz kılmayanın mürted (dinden çıkan) olduğunu kabul ediyorsa, bu kişi zaten IŞİD’in kafasını kabul etmiş demektir.” Benzer biçimde Mustafa İslamoğlu’da konu bağlamında şunları ifade etmektedir: “İmam-Hatip ve İlahiyat müfredatı değiştirilmedikçe bu memlekette geleceğin ışidçileri yetişmeye devam edecektir.” Ve nihai olarak İhsan Eliaçık: “Bugün ilahiyat fakültesinde, imam hatipte okuyan bir genç, iki gömlek sonra potansiyel IŞİD’cidir.”
iktidarin-ilahiyatla-sinavi-305592-1.
Görüldüğü üzere bizatihi İlahiyat içerisinden gelenler, mevcut din eğitimi ile IŞİD’in referans kaynaklarının aynı olduğunu ifade etmekteler. Diğer bir deyişle bu isimlere göre, Türkiye’de verilen din eğitimiyle IŞİD’in din anlayışı aynıdır. Şimdi tekrar sormak lazım, “hangi demokratik ülkede böyle bir anlayış okul sıralarında kendine yer bulabilir? Hangi ülke genç dimağların, üstelikte din adına kinle, nefretle, hınçla yetiştirilmesine göz yumabilir? İmza konusunda yeri göğü inletmek kolay. Madem konu akademinin içinde bulunduğu durum, o halde gelin ilk elden bu soruların cevabını vermekle işe başlayın. Dahası bu noktada bir tercih hakkınız da yok; nitekim mesele bir imzanın çok ötesinde bir sistem sorunu. Ve bu sistem de sizin sorumluğunuz altında yürütülmekte.