Geçtiğimiz cuma günü sabaha karşı birçok akademisyen ve sivil toplum temsilcisi evlerine yapılan baskınla gözaltına alındı. Operasyonun bir yıldır cezaevinde iddianame bekleyen Osman Kavala ile ilgili olduğu çok geçmeden ortaya çıktı.

Sözü edilen saygın isimler iktidarın uluslararası bir komplo olduğunu ileri sürdükleri Gezi Direnişi’ne ithal eylemci getirmek, eylemlerin büyümesini organize etmek gibi akla, mantığa aykırı iddialarla suçlanıyordu. Ortak noktaları ise Kavala ve Anadolu Kültür’dü. Gözaltı dalgası sonrasında #hepimizgezideydik etiketiyle binlerce yurttaş Gezi’yi dış mihraklara, finansörlere, üç-beş ünlü şahsiyete bağlama çabalarına tepkisini dile getirdi.

Cuma günkü operasyona karşı liberal cenahtan yükselen itirazlar ise iktidarın ekmeğine yağ süren cinstendi. Yetmez ama evetçiliğin her fırsatta hortladığını hepimize bir kez daha kanıtladılar. Kimisi kalkmış “Kaşıkçı cinayeti nedeniyle eli kuvvetlenmiş”, “AB ile ilişkileri düzelten” Türkiye’nin gözaltı dalgası yüzünden “avantajını” kaybetme riskiyle karşı karşıya olduğunu yazıyordu. Bir diğeri, iki AB yetkilisinin Türkiye ziyareti öncesinde gerçekleştirilen operasyonun hükümete yönelik bir komplo olduğunu ima ediyor ve bizzat yandaşların bir bölümü tarafından alkışlanıyordu.

Bunları yazan “muhalif” isimler bir kez daha iktidarın sorumluluğunu başkalarına yükleyerek misyonlarını yerine getirmiş oldular. Üstelik tüm gerçekliği saptırarak... Ha bugün ha yarın normalleşilecek masalı anlatan aynı kalem sahipleri uluslararası dengelerden ve mülteci pazarlığı yapmaya gelecek AB temsilcilerinden demokrasi umarak gözlerimizi yaşarttılar. Farkında olsunlar ya da olmasınlar “sanatçının ideolojisi olmaz” diye ahkâm kesenlerle, muhalif medyada “ana akım güzellemesi” yapanlarla, “devletimizin yanındayız” diyerek iktidar borazanlığına soyunanlarla aynı gemide olduklarını kanıtladılar.

Gezi’yi hedef alan her operasyondan sonra “biz Gezi’yi ilk üç gün destekledik” açıklamasını temcit pilavı gibi tekrarlayanları da aynı kervana katabiliriz. Bir yandan evrensel hukuku hatırlatıp bir yandan Türkiye’nin yakın tarihine damgasını vuran bir halk hareketini “içeriden” itibarsızlaştırmaya çalışmanın bundan daha iyi bir örneği yok.

Her haksız gözaltı sonrasında iktidar içindeki şahin kanat bir test imkanı buluyor. Tepkilerin hem niceliğini hem de niteliğini ölçüyor. Vites yükseltip yükseltilmeyeceğini de bu ölçüm sonuçlarına göre karar veriyor. Kişisel tepkilerden çok kurumlara, güç odaklarına kafasını çeviriyor. Örneğin bir hukuk insanı haksız bir biçimde gözaltına alındığında barolar, hukuk fakülteleri ne yapacak ona bakıyor; gazeteciler, akademisyenler... hepsinde benzer bir mekanizma işliyor.

Nihayetinde eskiden ağırlığı olan koca koca kurumların nasıl zayıfladığı, nasıl acizleştiği tescilleniyor. O esnada kimi zaman devreye kamuoyu baskısı giriyor. Bunca baskıya rağmen eğer yabana atılmayacak bir toplam ses çıkarıyorsa çark ediliyor. Yok biz aynı sokaktan bile geçmedik tavrı ağır basarsa tutukluluk yılan hikayesine dönüşüyor.

Bugün için iktidar düzen içi muhalefetten zerre kadar çekinmiyor, sağlık yasasında gördüğümüz üzere muhalefetin ağzına bir parmak bal çalıp yine bildiğini okuyor. Yüksek yargı kararlarını tanımamak için her türlü mekanizmayı devreye sokuyor. Andımız kararında olduğu gibi ters köşe bir sonuç çıkarsa kamuoyu manipülasyonuyla bunu geçersiz kılmanın yollarını arıyor. Ancak tüm bunlara rağmen rütbesiz, apoletsiz muhalif kitlenin içinde aykırı ve çatlak sesler inatla, azimle varlığını sürdürüyor. Mayalanan öfkenin, örgütlenirse sel gibi akacak bir cesaretin, tabandan gelen bir direnişin, teslim olmama iradesinin işareti bunlar... İktidarı hakiki manada korkutan da bu!