Yerel seçimlerden bu yana bir yıl geçti. Seçimlerde AKP-MHP ittifakının bütün baskı, tehdit, şantajlarına rağmen halk devlete galip gelmişti.

Yerel seçim sonrası merkezi yönetimin Saray’la cisimleştiği, belediyelerin muhalefet blokunda olduğu nispi bir denge oluştu. Seçim sonuçları bildiğimiz devrimci manada olmasa da bir tür “ikili iktidar” potansiyeli ortaya çıkardı.

Saray iktidarı o günden beri bu nispi dengeyi kendi lehine çevirmek, yerel yönetim iktidarlarını başarısız kılmak için bir strateji yürütüyor. HDP’nin elindeki yerel yönetimlere kayyum, CHP belediyelerine vali vesayetiyle müdahale ediyor. Atanmış valiler seçilmiş belediye başkanları karşısında güçlendiriliyor, yerel yönetimler itibarsızlaştırarak, yok sayılıyor.

Korona salgınıyla mücadele ettiğimiz bugünlerde iktidarın bu stratejisinin yeni bir hamlesi ile karşılaştık. Saray iktidarı İstanbul, Ankara, İzmir başta olmak üzere yerel yönetimlerin salgın karşısında yerel halkın ihtiyaçlarını dayanışma yoluyla karşılamaya dönük başlattıkları bağış ve yardım toplama kampanyasını yasakladı. Bu faaliyetleri “devlet içinde devlet olmak, paralel devlet oluşturmak” olarak itham etti. Ve “Biz bize yeteriz Türkiyem” sloganı ile “Milli Dayanışma kampanyası” başlattı.

BİR TAŞLA İKİ KUŞ

Açık ki Saray, hem merkezi hem de yerel ayakları olan bağış kampanyası istemiyor. Çünkü, iktidarın bu konuda sicili bozuk, halka güven vermiyor. Biliyor ki ikili bir kampanyada halkın gönüllü dayanışması yerel yönetimlere akacak ve bu iktidar için yeni bir güven kaybı anlamına gelecek.

Diğer taraftan İktidar bu salgını kaynak yaratmak için fırsata çevirmek istiyor. Görüldü ki İktidar bütün kaynakları tüketmiş, halkın zor dönemlerde ayakta kalmasını sağlayacak kaynak bırakmamış. Kaynaklar “itibara”, betona, rantiyeye, Diyanet’e, yandaş sermaye ve vakıflara, savaşa aktarılmış. ‘Sosyal devlet’ IBAN devlet olmuş.

Yaşananlar AKP devletinin iflasını daha net gözler önüne seriyor. Esasen AKP iktidarı bitmiş durumda. Tabiri caizse eski ölmüş ama henüz yeni doğmamış. Yeni, bu karanlık günlerin içinde toplumsal dayanışmayı da örgütleyerek inşa edilecektir. Hepimizin görevi bu olmalı.

BEYAZ ÇAĞRI

Bu süreçte toplumsal muhalefetin bileşenleri de hareketlendi. Sol-Sosyalist parti ve hareketlerin halkın acil ihtiyaçlarını vurgulayan çalışmaları, DİSK, KESK, TMMOB ve TTB’nin birlikte başlattığı 7 acil önlem paketi kampanyası, DİSK’e bağlı Dev-Sağlık İş ve Limter-İş’in işyeri eylemlilikleri önemli çabalardı.

SOL Parti’nin 1 hafta boyunca ücretli izin, ücretsiz sağlık talebi etrafında herkesi balkonlarından, pencerelerinden beyaz bez, pankart v.b asmaya çağıran eylemi de yaratıcı bir tarz olarak dikkat çekti. İzolasyon koşullarında, temasa geçmeden, toplanmadan, herkesi bulunduğu yerden harekete geçirmeyi amaçlayan eylem “beraber olmadan birlikte olmanın” güzel bir örneği oldu. Bu örnekler çoğaltılabilir, daha birleşik zeminlerde örgütlendirilip, yaygınlaştırılabilir.

TÜRCÜLÜKLE HESAPLAŞMA

Covid-19 virüsünün Çin’in Vuhan kentinde canlı hayvan satışının yapıldığı bir pazardan çıktığı, yarasa yiyen bir insandan bulaştığı söylendi. Bu yüzden Çinliler ayıplandı, aşağılandı. Oysa bu Çinlilerin yıllardır sürdürdükleri bir yemek tercihi, kültürü.

Mevzu yarasa üzerine kilitlendi. Meseleyi buraya indirgemek esas boyutu görmemizi engelliyor.

Bugün bu salgın vesilesiyle sorgulanması gereken insanın kendi dışında türlerle kurduğu ilişkidir. Gerçek şu ki insanların hayvanları yeme ve kullanması nedeniyle birçok hastalık ortaya çıktı ve çıkmaya devam edecek. Dün Şarbon, Deli Dana, Sars, Kuş gribi, Deniz gribi bugün korona.

Bu salgın insanoğlunun hayvanlarla kurduğu türcü, benmerkezci, yok edici ilişkiden vazgeçmesinin yaşamsal önemini ortaya koyuyor. Hayvan ırkını yok eden insan, kendi ırkını da yok ediyor.

Bu salgından bir ders alacaksak Türcülüğün reddedildiği, bütün canlıların yaşam hakkına saygı duyduğumuz bir kültüre, bir yaşama adım atmalıyız. Bu konularda Cumhuriyet gazetesinde Zülal Kalkandelen önemli yazılar yazıyor. Gazetemiz BirGün’ün de bu konuyu daha fazla işlemesi gerekiyor.

***

KÜBA’NIN FARKI

İnsanlığın büyük bir sınavdan geçtiği bugünlerde ABD emperyalizminin kuşatmasındaki ‘küçücük’ sosyalist Küba insanlık dersi veriyor. Che’nin izinde dayanışmak için İtalya’ya giden Kübalı doktorlar “elbette korkuyoruz. Ancak bizler devrimciyiz. Yaptığımız iş de devrimci bir eylemdir“ dediler. Fidel Castro’nun sözü ise hala kulaklarda: “Biz doktor gönderiyoruz, asker değil“. Küba’nın farkı bu.

***

HAFTANIN ŞİİRİ

BUĞDAY TANESİ / İbrahim Karaca
Bekle kar altında kalan buğday tanesi
Yine onun sularıyla yeşereceksin
Gözyaşları çare değil ağlama, büyü
Başını dik tutabilirsen boy vereceksin.
Korku kar eylemez
bir kez yola düşene
Sen bir aşkın içindesin yaşayacaksın.
Dört yanını börtü böcek sarsa ne çıkar?
Toprağa sıkıca sarıl
baş edeceksin.
Her yanında allı morlu, güller açar
türlü türlü.
Bu fırtına dünden belli
baş edeceksin.

***

USTALARDAN


“Hepsinden önemlisi, her zaman dünyanın herhangi bir yerinde herhangi bir insana karşı işlenmiş adaletsizliği derinden duyumsamaya çalışın. Bu bir devrimcinin en önemli niteliğidir.”

CHE GUEVARA, çocuklarına mektup, 1965

***

DEVRİMCİYE SAYGI

Apostolos Santos ile 30 Mayıs 1941’de gece yarısı Alman Faşizmi işgali altındaki Yunanistan’da Akropolis’e tırmanıp Nazi bayrağını indiren Yunanistan ve Avrupa’da faşizme karşı direnişi ateşleyen Manolis Glezos 98 yaşında hayata gözlerini yumdu.
12 yıl hapisle, dört yılı Yunanistan adalarında sürgünle geçen, üç kez ölüm cezasına çarptırılan, uluslararası dayanışma ile ölümden kurtulan faşizme, emperyalizme ve kapitalizme karşı yılmayan bir direnişçi idi. Anısına ve mücadelesine saygıyla.