AKP medyasında gerçekleşen tasfiye, etkilediği şahsiyetlerle sınırlı kalmayıp, zincirleme bir tepkinin fitilini ateşleyebilir. Malı, mülkü, doğayı, kamu kaynaklarını çalmakla kalmayıp çok sayıda kavram ve değeri de kopyalamakta mahir olan bu güruhu n içinden yükselen ‘devrim kendi çocuklarını yiyor’ abuklamalarına bakmayın. Olup biten sürdürülebilirliği kalmayan ve içten içe çürüyen bir yapının kendi içine doğru yıkımının öncül işaretlerinden biri.

Hakikat, doğru, erdem gibi kavram ve ilkelerle en küçük bir bağları olmadığından hangisi gerçek neden bilmeye olanak olmasa da, tasfiyelerle ilgili ortaya dökülen dedikodular üç grupta toplanabilir.

İlk gerekçe başarısız olmaları. İktidarın kamunun tüm kaynaklarını önlerine sermesine karşın AKP medyasının okunma ve izlenme rakamları yerlerde sürünüyormuş. Ne yazdıkları okunuyor ne de kamuoyunun algısını yönlendirmede bir beceri gösteremiyorlarmış.

İkinci gerekçe biraz daha siyasi! Atılanlar Erdoğan, Gül, Davutoğlu üçgenindeki güç savaşına kurban gitmişlermiş. Erdoğan’ı ‘pençesine alıp, kandıran’ jöleli, tasfiyenin asıl sorumlusuymuş. Hızlarını alamayanlar jölelinin Ergenekon’un Truva atı olduğunu bile dillendiriyorlar. Erdoğan kendi bekası için Ergenekoncuların emrine girmek zorunda kalmışmış.

Üçüncü gerekçe ilginç bir şekilde AKP cenahında daha yaygın kabul görüyor. Atılanlar meğer patronun malını talan ediyorlarmış. İç ettikleri patron parasının haddi hesabı yokmuş; yüz binlik maaşlar, reklam paralarının cebellezi edilmesi, düne kadar kirada otururken gayrimenkul zengini olan gazete yöneticileri… Lafın beli kırıldıkça ortaya saçılan paranın miktarı dudak uçuklatacak düzeylere fırlıyor. Bu arada malı çarpılan patronun o malı edinme biçimiyle ilgili tevatürün de bini bir para.

Her üç gerekçenin doğruluk payından daha önemli olanı, yine AKP kanaat şeyedicilerinin çok sevdikleri algı yönetimi ve oluşan algı kavramları. Nasıl oluyor da bir medya şirketinde gerçekleşen görevden almalar sadece rüşvet, yolsuzluk, komplo, siyasi çekişme değişkenlerine bağlanabiliyor?

Tasfiye hakkında ortaya atılan ve çoğu kendi içlerinden çıkan iddiaların bu minvalde olması ‘dervişin fikri neyse zikri de odur’ deyimini akla getiriyor. 12 yıldır ülkenin üzerine çöreklenenlerin yağma ve talan düzeni kurduklarının; rüşvet, şantaj, iç etme, sahtecilik ve kayırmacılığın artık iktidarın hücrelerine kadar nüfuz ettiğinin de kanıtı bir bakıma.

Tasfiyelerden sonra iktidarı bekleyen çok önemli bir sorun ortaya çıkacak. Bu denli ‘önemli ve güçlü!’ figürler bile tasfiye ediliyorsa, iktidarı ayakta tutmak için çalıştırılacak insanların maliyeti artacak. İktidar ağında ‘iş yaptırılanlar’ yarın tasfiye edilmeleri, ‘kullanılmış bir mendil gibi’ bir kenara atılmaları riskine yönelik önlemler almaya başlayacaklar. Bir yandan kendilerini atmaya kalkabilecek olanlara şantaj yapabilecekleri belgeleri toplarken, öte yandan yarın ortada kalırlarsa geçimlerini sağlayacak dünyalıklarını daha çok artırmaya çalışacaklar. Adam kullanmak artık ucuz olmayacak ve kimseyi ikna edebilecekleri ‘ulvi amaçlar!’ da kalmadı.

Böylece baştan beri olan çapsızlık önümüzdeki dönemde daha büyük bir sorun haline gelecek.

Toplumsal süreçleri tıbbi kavramlarla tanımlamanın riskleri vardır ve kaçınmak gerekir. Ama kimi zaman bazı kavramlar işe yarayabilir. Likefaksiyon da bu kavramlardan biri. Bir dokuya bulaşan mikropların o dokuyu içten içe yiyip bitirmeleri bir süre sonra dokunun çürüyüp, yıkılmasıyla sonuçlanır. Doku yerine sıvılaşmış, içinde hücre ve yapıtaşı kalmamış bir irin oluşur. Likefaksiyonun kullanıldığı bir diğer durum ise kabızlıkla ilgili. Kabızlık çok uzun sürerse katı dışkı kendi içinde çürüyüp sıvılaşır ve kabızın altına kaçırmasına neden olacak denli şiddetli, pis kokulu ve durdurulamaz bir ishal patlaması olur.

Çok tiksindirici bir haldir ama beden rahatlar…