Gezi davasında verilen cezalar, Canan Kaftancıoğlu’na verilen siyasi yasak, 3 Haziran Cuma günü HDP il başkanlarına yapılan operasyon, hukuk aygıtının siyasal alanı daraltan bir sopa olarak kullanılacağının teminatı olarak karşımızda duruyor.

İktidarın sahte olağan üstü haline karşı…
Gezi Direnişi’nin yıldönümünde basın açıklaması için toplanan yurttaşlar polis müdahalesiyle karşılaşmış ve yüzlercesi gözaltına

LEVENT HEKİM

“Ezilenlerin geleneği, bugün yaşadığımız “olağanüstü halin” kural olduğunu gösterir bize. Bu hale tekabül edebilecek bir tarih anlayışına ulaşmamız gerekiyor. O zaman görevimizin hakiki olağanüstü hali açığa çıkartmak olacağını göreceğiz ve böylece faşizm karşısında konumumuz güçlenecektir” (Walter,Benjamin,)

Son günlerde gerek meclis muhalefetinin gerekse iktidarın hamleleri, ülkenin fiili olarak seçim sathı mailine girdiğinin emarelerini gösteriyor. Seçime azami bir yıllık bir süreç var. Ancak son günlerde AKP-MHP iktidar bloğunun uygulamaları ve söylemleri seçimlerin erken yapılabileceğine dair bir algıyı açığa çıkarmış durumda. Normal şartlar altında seçim tarihi önemli bir belirleyen olmakla birlikte, ucube bir rejimin, tek adam faşizminin ülkeyi seçime götürdüğü bir konjonktürde tarihin talileştiğini söylemek abartı olmaz. İçinden geçtiğimiz istisnai konjonktürde temel belirleyen, seçime giden süreçte toplumsal muhalefetin tek adam rejiminin “operasyonel” müdahalelerine karşı tutumu ve mücadelesi olacaktır.

Türkiye 20 yıllık AKP iktidarının sonunda ekonomik, siyasal ve toplumsal krizle karşı karşıya. AKP-MHP iktidar blokunun krizi çözme becerisi bir yana bizzat tek adam rejimi bu çoklu krizin kaynağını oluşturuyor. Küresel krizle iç içe ilerleyen ekonomik kriz Erdoğan’ın politikalarıyla daha da derinleşiyor. Bu bağlamda geniş toplumsal kesimler gün geçtikçe barınmadan gıdaya en temel ihtiyaçlarını karşılayamayacak bir noktaya sürükleniyor. Saray etrafında toplanmış bir avuç azınlığın dışında toplumun geniş kesimlerinin talep ve özlemlerine cevap veremeyen iktidarın elinde yönetebilmek için zor aygıtlarından, baskı ve zorbalıktan başka bir şeyi kalmadı. Toplumsal meşruiyetini ve siyasal hegemonyasını kaybetmiş tek adam rejiminin normal koşullarda seçimlere gitmeyeceği son günlerde seferber edilen icraat ve söylemlerinde daha açık kendisini gösterdiği gibi önümüzdeki günlerde hangi enstrümanları kullanabileceğinin de ip uçlarını veriyor.

Gezi davasında verilen cezalar, Canan Kaftancıoğlu’na verilen siyasi yasak, 3 Haziran Cuma günü HDP il başkanlarına yapılan operasyon, hukuk aygıtının siyasal alanı daraltan bir sopa olarak kullanılacağının teminatı olarak karşımızda duruyor. Aslında hukuk aygıtının bu şekilde sefer edileceğinin alameti Adalet Bakanlığı'na Abdülhamit Gül’ün yerine Bekir Bozdağ’ın getirilmesiyle gösterilmişti. Şimdide Adalet Bakanı Yardımcılığı'na hukuk tanımaz Akın Gürlek’in atanması hukukun oynadığı misyonun pekişeceğini de gösteriyor. Önümüzdeki günlerde HDP’nin kapatılması ve Ekrem İmamoğlu’na verilecek siyaset yapma yasağı olası senaryolar olarak karşımızda duruyor.

Geçtiğimiz günlerde Siyasal İslamcı paramiliter SADAT yöneticisinin “Bu vatanı size sandıkta teslim etmeyiz” sözleri ve camiden çıkan hafızların yürüyüşünü “şeriat yükleniyor” şeklinde yapılan paylaşımlar, birbirinden bağımsız hadiseler olarak görünmüyor. Bir taraftan iktidar seçimleri çalmak için ne tür kötülükler yapabileceğini gösterirken, diğer yandan geniş kesimleri sindirmeye ve baskılamaya yönelik bir mesaj iletiliyor. Gezi’nin yıldönümü eylemlerindepolisin yasayı kendi istediği gibi yeniden şekillendirerek orantısız şiddet uygulaması, festivallerin yasaklanması kuşkusuz bu mesajdan azade değil.

İktidarın ideolojik Söylemi ve Dost Düşman Ayrımı

İktidarın üst üste gelen hamleleri ve ürettiği ideolojik söylem birbirini tamamlayan bir muhtevaya sahip. Toplumsal tabanını genişletemeyeceğini gören iktidar Schmitt’ten bir yerden (dost-düşman) ikiliği üzerinden siyasal birlikteliğini kurmaya çalışıyor. İstanbul’un Fethi yıldönümü törenlerinde gerek Tayyip Erdoğan’ın gerek iktidarın küçük ortağı Devlet Bahçeli’nin söylemleriyle başlayan, gezi parkına gidenlere yönelik “sürtük” söylemiyle devam eden ve Kılıçdaroğlu’na sorduğu on soruda sonlanan söylemlerin izi sürüldüğünde dost ve düşman kategorilerine karar verildiği gözlemleniyor. İktidar kendisini de olağan durumunun dışında konumlandırdığından, iktidar açısından düşmanı belirlemek için aşırı uç durumlara gerek kalmamıştır. Bu bağlamda Fetih yıldönümünde Devlet Bahçeli; tarihe atıfla milli birlik ve beraberlikten bahsederken, Gezi’yi, 15 Temmuz’u ve 6-8 Ekim’i eşitliyor. FETÖ ve meclis muhalefetini aynı torbanın içine atmanın yanı sıra “kökleri yabancı bir yerde kendileri siyasette” söylemiyle ulus ötesi bir yeri işaret ederek milliyetçi kesimlere düşmanı göstermiş oluyor. Tayip Erdoğan ise aynı törende kendisi de tarihe atıf yaparak fethi İslami kodlarla tanımladıktan sonra bugünle özdeşleştirerek “muhafazakâr” kesime Devlet Bahçeli’nin tanımladığı düşmanı, öteki siyasi birlik biçimini işaret ediyor. Kısacası siyasal birliğini kurmak için milliyetçi, muhafazakâr kesimlerle sesleniliyor. Kılıçdaroğlu’na sorduğu 10'uncu soruda “Aday olacak mısın?" sorusu siyasal arenayı tek emin olduğu mindere, tek başına seçim ve temsil düzlemine çekme çabasına işaret ediyor. Ancak Gezi’ye katılanlara yönelik “sürtük" söylemi ise düşman kategorisini devrimci, yurtsever, ilerici, kesimlerle birlikte siyasal sistemle bütünleşmeye direnen bütün toplum kesimlerine doğru genişlettiği görülüyor.

Süreklileştirilmiş Olağan Üstü Hal Durumu

Türkiye’de rejim uzun zamandır yasanın askıya alındığı, Tayyip Erdoğan’ın ağzından çıkan sözün yasa yerine geçtiği ve egemen tarafından hukukun yasasızlığa doğru genişletildiği, bu düzlemde devletin ideolojik aygıtlarından, baskı aygıtlarına iktidarın kendi lehine keyfi olarak kullandığı bir nitelik taşıyor. Bu keyfi uygulamaların zaman zaman dozajı azalırken, zaman zaman dozajı artıyor. Ama bütününe baktığımızda bu karakteriyle “tek adamlık” ilan edilmese de süreklileştirilmiş bir “olağan üstü hal” durumu ihtiva ediyor. Yani içinde bulunduğumuz durum; bugün olağan üstü halin bir istisna değil kural olduğunu bizlere gösteriyor. Tek adam rejiminin bu karakterine karşı tek başına temsili ve sandığı gösteren, hatta seçim güvenliğini seçim gününe havale eden parlamenter muhalefetin bu siyasal anlayışıyla kazanması pek mümkün görünmüyor. Tayyip Erdoğan’ın en iyi bildiği suların, bu sınırları belirli temsil ve sandığa endeksli siyasal alanın olduğu bir gerçek. O yüzden kitlelerin siyasal alana doğrudan müdahil olduğu ve sınırları belirli olmayan ve kendisinin kestiremediği siyasallığın (“Gezi direnişi”) hala bilinç altında korkulu rüyası olmaya devam etmesi bundan. Gezi direnişi bu manada düşmanın nerede ve nasıl gerileteceğinin kılavuzunu sunuyor.

Tek adam rejimini yenmek, seçim gününde seçimlerin oldu bittiye getirilmesini engellemek, seçim gününden çok, seçime giden süreçte iktidarla sokakta meydanda her alanda zorlu bir mücadele girecek toplumsal mücadelenin örgütlenmesiyle, tüm muhalefet güçlerinin dayanışmasıyla mümkün olacak. Şimdi kazanmak için bir adım öne çıkmanın, inisiyatif almanın, dayanışmanın, “ezilenlerin gerçek olağanüstü halini” yaratmanın zamanıdır.