Basın İlan Kurumu’nun (BİK) BirGün ve Evrensel’e uyguladığı ilan durdurma uygulamasına dair, Demokrat Parti’nin (DP) son dönemine işaret eden iki mesaj aldım dün.

Prof. Dr. Baskın Oran; “BirGün ve Evrensel’e resmî ilan yasağı yeni bir şey değil. Bunu rahmetli Menderes de çok yaptı rejiminin sonuna doğru. Zaten Basın İlan Kurumu onu aşmak için kurulmuştur 60’tan sonra. Şu anda Tek Adam Rejimi tarafından fiilen kaldırılmış olan bu güvence de, gazetenize yasaklar sayesinde kalıcı biçimde geri gelecektir; kimselerin şüphesi olmasın. Çünkü bazı aşıların ‘repete’leri vardır; tam tutması için birkaç defa yapmak gerekebilir” demişti.

O dönemleri yaşayanlar ya da okuyanlar bilir; Menderes iktidarının son dönemlerinde muhalif basını cezalandırmak, kâğıt mürekkep tahsislerinden mahrum bırakmak, yandaşlarını koruyup kollamak için uyguladığı ekonomik ve siyasi baskıları ortadan kaldırmak için kurulmuştu BİK. İktidardan bağımsız, iktidar aracına dönüşmemiş bir kurum olarak, kamu kaynaklarını demokrasi için yaşamsal olan basına adaletli bir şeklide dağıtsın diye…

Prof. Oran, BİK’in muhalif gazetelere uyguladığı yasakların hayırlara vesile olacağı kanısında! Bu hukuksuzluk ve ifrata vardırılan tarafgirliğin, diyalektik olarak kendi karşıtını da yaratacağı ve tek adam rejiminin sonuyla birlikte kuruluş amaçlarına uygun bir BİK’i geri getireceği kanısında.

Prof. Dr. Raşit Kaya’nın değerlendirmesinde de “Menderes iktidarının son günlerine” gönderme vardı: “Demokrat Partinin demokrasi retoriğinden vazgeçmesinin ilk ve en açık göstergesi basına karşı tavrıydı. Önce kendini destekleyenleri kayırıp kolladığı klientalist ilişkiler kurmaya çalıştı, sonra da kendi kontrolüne alamadıklarını cezalarla susturmaya yöneldi.”

DP üzerine araştırmalar yapanlar onun iktidar dönemini üçe ayırırlar; 1950-1954, 1954-1957 ve 1957-1960. Bu üç dönem boyunca siyasi gücünü katlayarak artıran DP, güçlenmesine paralel olarak da basına karşı baskılarını artırdı. İkinci dönemle birlikte başlayan baskılar, zamanla sansürün sıradanlaşmasını getirdi. 1954’de, seçimlerden yaklaşık olarak 2 ay kadar önce, ‘Neşir yoluyla veya radyo ile işlenecek bazı cürümler hakkında kanun tasarısı’ ile, iktidara gelirken basına vadettiği ve ilk yıllarında da uyguladığı ‘geniş özgürlükler’den hızla uzaklaşmaya başladı.

Muhalif Ulus gazetesi başyazarı 79 yaşındaki Hüseyin Cahit Yalçın’ın 24 Eylül 1954 tarihinde 26 ay hapse mahkûm edilmesi ve 1 Aralık’ta da cezaevine gönderilmesi DP’nin basına karşı saldırılarının tarihi dönemeçlerinden biri olmuştu.

Nasıl tezgahlandığı bugün büyük ölçüde açıklığa kavuşmuş 6-7 Eylül olaylarının ardından hedef tahtasına oturtulan yine basın olmuştu: “Suçlu basındır! Gazeteler halkı kışkırtmıştır, olaylar bu yüzden çıkmıştır! Komünist parmağı da vardır bu işlerde! Solcular Türkiye’nin dışarıdaki itibarını bozmak istemişlerdir!” Bu açıklamanın ardından baskılar çığ gibi geldi.

Basına yönelik baskılarda ilk akla gelen ekonomik anlamda basını zora sokan ve gazetelerin varlığını tehdit eden uygulamalar olmuştur. 26 Kasım 1957’de çıkarılan bir kararname ile gazete ve dergilerin ihtiyacı olan kağıtların tek elden ithali zorunluluğu getirilmiş ve 01 Ocak 1958’de yayınlanan bir diğer kararname ile de gazetelere ilan ve reklam dağıtımının tek elden yapılacağı belirtilmişti.

Demokrasinin en önemli göstergelerinden biri medyadaki çok sesliliktir. Tarih de gösteriyor ki, o çok sesliliği ortadan kaldırmak, muhalif sesleri baskılarla susturmaya çalışmak iktidarların ömrünü uzatmıyor!