İktidarın tükenişi, darbecilik yalanı, barolara darbe!

AV. MURAT BAKAN
CHP İzmir Milletvekili

AKP iktidarının inşa ettiği otoriter Saray rejimi, zaten var olan ekonomik krizin pandeminin de etkisiyle daha da derinleşmesiyle şiddetli bir sarsıntı geçiriyor. Uzun zamandır düşük olduğunu bildiğimiz döviz rezervleri kırmızı alarm veriyor. Kurda yaşanan yükseliş önce döviz cinsinden borcu olan şirketleri vuruyor, ardından reel sektör bundan nasibini alıyor. Üretim yapmak imkansızlaşıyor, işsizlik rakamları cumhuriyet tarihinde görülmemiş boyutlara ulaşırken sabit bir gelir elde eden, gündelik kazancı ile geçinen yurttaşı da ekmeğini, zeytinini azaltarak etkiliyor.

Son yerel seçimlerden de anlaşılacağı üzere tepkinin haklı hedefi 18 yıldır ülkeyi yöneten siyasal iktidar oluyor. Tüm kamuoyu araştırmaları AKP’nin ve küçük ortağının toplam desteğinin iktidarlarını korumaya yetmediğini gösteriyor.

Derinleşen ekonomik krizin yarattığı toplumsal tepki karşısında çaresizleşen popülist siyasal İslamcı iktidar, öfkesini pandemi sürecinde dağıtamadığı maskeyi Maskematik ile dağıtan İzmir’e, ihtiyaç sahibi vatandaşına veremediği desteği veresiye defterlerini ödeme kampanyası ile kapattırarak veren Ankara’ya ve yurttaşın ödeyemediği faturayı askıda fatura ile ödettiren İstanbul’a yöneltiyor.

Bununla da kalmayıp toplumsal dayanışmayı yükselterek adil, demokrat, paylaşımcı başka bir iktidarın mümkün olduğunu gösteren bilcümle tüm muhalif yerel yönetimler, ardından kendisine demokratik tepkiler gösteren tüm muhalif sesler de bitmek tükenmek bilmeyen öfkeden nasibini alıyor.

Doğası gereği iktidarı hedefleyen ve bunun için demokratik zeminde mücadele eden muhalefeti darbecilikle suçluyor. Her türlü muhalif demokratik açıklama ve tutum, darbecilik yaftası ile gayrimeşru zemine itilerek Saray iktidarı karşısında söz söyleme imkanı tamamen yok edilmek isteniyor.

Bu yeterli olmadığı zaman devreye muhafazakar-laik kutuplaştırma ekseninde gündem değiştirme(çarpıtma) yöntemi giriyor. Zina davası, içkili mekanların sınırlanması, öğrenci evlerinde kimlerin beraber kaldığına yönelik sorgulama ve nihayet yaşam tarzı, cinsel yönelimler üzerinden muhafazakar hassasiyetler kaşınarak yakıcı sosyal ve ekonomik gündemin, hayat pahalılığının ve işsizliğin unutturulacağı umuluyor.

Son olarak devreye Diyanet İşleri Başkanlığı sokuluyor. Yoksulluk, yolsuzluk, kul hakkı konularında pek suskun duran Diyanet İşleri Başkanı, salgını evlilik dışı ilişki ve cinsel yönelimlere bağlayarak bir anda karşımızda zuhur ediyor. Demokratik bir toplumda özgürce yaşama hakkına sahip masum insanlar tercih ve yönelimlerinden dolayı, ekonomik şartlardan ve salgından bunalmış canı burnunda olan halka hedef gösteriliyor.

AKP’nin faşizan politikaları karşısında demokrasi için direnen ülkemizin meslek kuruluşları haklı olarak tepki gösteriyorlar. Her daim mazlumun yanında olan, kumpas davalarında hakkı, hukuku, demokrasiyi cansiperane savunan, yoksul ve mazlumun savunuculuğunu yapan avukatların meslek örgütü bu haksız, hukuksuz saldırıyı teşhir edince Saray iktidarının ve trollerinin hedef tahtasına konuluyor. Üstelik soruşturma açılıyor. Gerekçe olarak dini değerleri aşağılayıp, hakaret etmek, halkı kin ve düşmanlığa tahrik gösteriliyor.

Oysa insan haklarını temel alan modern hukuk devletinde eşcinsellik de, zina da suç değil. Bilakis Anayasasında laik hukukun yürürlükte olduğu bir ülkede, temel hakları teminat altına alınmış insanlara, ayırımcı ve aşağılayıcı sözler söylenmesi nefret suçudur. Kamu yetkilileri ise asla bu yönde açıklamalar yapamazlar. Ancak artık şunu çok iyi biliyoruz. Siyasal İslamcı AKP’nin iktidar olduğu bir ülkede evrensel hukuk kurallarının yürürlükte olması imkansız.

Gördüğü demokratik tepki karşısında çılgına dönen siyasal İslamcı iktidar, baroların ve meslek örgütlerinin temsil sistemini tartışmaya açıyor. Yönetimleri demokratik seçimlerle oluşturulan bu kuruluşlar susturulmak, iktidarın arkasında hizaya alınmak, tarih boyunca iktidarların önünde diz çökmeyen meslek onurları yok edilmek isteniyor. Üstelik bunu dayatan demokratik parlamenter bir rejimin Cumhurbaşkanı da değil; yüzde 52 ile seçilerek iktidarını mutlak gören, kendisinden gayrısını yok sayan, yürütmenin yanı sıra yargıyı, başkanı olduğu partinin çoğunluğuna dayalı olarak da yasamayı kontrol eden biri.

Hukukçu kisvesine sahip sarayın hık deyicileri, başta barolar olmak üzere meslek örgütlerinin demokratik sesini kısabilmek için hummalı bir çalışma içine girdiler. Baroları parçalamak ile ele geçirmek arasında kararsız kaldıkları anlaşılıyor. Tüm muhalif sesleri darbecilikle suçlayan iktidarın esas bu tutumu demokrasiye karşı bir darbedir.

Bir politikacı olmanın ötesinde bir avukat olarak bizlerin ve meslek kuruluşumuz olan baroların sesini kısmalarının yasal düzenlemelerle mümkün olmadığını biraz tarih ve hukuk bilgisi olan her insanın bilmesi gerekir. ABD Başkanlığına’da aday olan Avukat John Davis’in "biz avukatlar köprüler kurmuyoruz, kule dikmiyoruz, motor yapmıyoruz, resim boyamıyoruz. Yaptığımız bütün işlerde insan gözünün görebileceği pek az şey var. Ama sorunları çözüyoruz, gerginliği gideriyoruz, hataları düzeltiyoruz, insanların yükünü üstleniyoruz. Çabalarımızla barışçıl bir devlette insanların huzurlu ve adil bir yaşam sürmelerini mümkün kılıyoruz,” sözü baroların bugünkü demokrasi mücadelesindeki toplumsal rolünü açıklamaya yetiyor.

Elbette barolar direniyorlar, teslim olmamaya kararlılar ve bu yönde beyanlarını yüreklilikle ortaya koyuyorlar... Tüm demokrasi güçlerinin yanlarında kararlı bir şekilde durmaları gerektiği tartışmasızdır. Demokrasiden vazgeçmeyen tüm meslek örgütlerinin getirilmek istenen antidemokratik düzenlemeye karşı durma çağrıları sonuna kadar desteklenmeli, barolarımız barışçıl bir devlette insanların huzurlu ve adil bir yaşam sürmeleri için mücadeleye, siyasal iktidarlara karşı demokrasiyi özgürce savunabilmeye devam edebilmelidir.