Eğitimle ilgili raporlar ilginizi ne kadar çekiyor bilmem, ama ben hazırlanan her rapora en azından şöyle bir bakmak zorundayım. Gündemimi raporlar belirlemiyor ama Türkiye’nin, daha doğrusu eğitime odaklanan örgüt ve örgütlenmelerin nereye odaklandıklarını raporlardan görebiliyorum.

Eğitimin içeriğine ilişkin tespitlere yer verilen raporların bile ağırlıklı olarak istatistik batağına saplandığını peşinen belirtmeliyim. İstatistiki verilere dayanan raporların hazırlanması kolaydır; yorumlanması kafayı fazla yormaz, okura yorum imkanı sunar ayrıca medyanın sayısal verilere ilgisi haber olma imkanı sunar. Bu kaygılarla hazırlanan raporlarda içeriğe yeterince yer verilmez; daha ziyade nicel sorunlara odaklanılır.

Her eleştirinin aynı zamanda soruna çözüm önerisi olduğu düşünüldüğünde, nicel sorunların sorumlular tarafından savuşturulması oldukça kolaydır. İktidarlar rakamsal problemlere rakamla yanıt vermekte pek mahirdirler. Örneğin sen okul ve derslik dersin, hükümetten anında bilmem kaç yüz bin derslik yapıldığı yanıtını alırsın. Öğretmen ihtiyacını eğitimin temel problemi olarak gündemin başına yerleştirmenin de pek bir yararı yok.

Bir şeyin miktarının (niceliğinin) vasfına (niteliğine) etkisini göz ardı etmiyorum fakat öğretim yılı sonu vesilesiyle yayımlanan miktar ölçen raporların eleştiri gücünü zayıf buluyorum. En muhalif rapora göre bile Türkiye’nin eğitim sorununu çözmek oldukça basit. Bütçe rakamını yükseltip bir iki kararla problem ortadan kalkar. Ya zihniyet problemi, onu nasıl çözeceğiz? Ne eğitim bakanlığının bütçesinin artması, ne daha fazla derslik ne öğretmen ataması ne de ders ücretlerinin yükseltilmesi zihniyet değişimini sağlamaya hizmet etmez.

Geçenlerde bir banka çalışanının “abi bu eğitimin hali ne olacak” sorusuna muhatap oldum: Hallolmasını istediğin sorun nedir diye sorduğumda aldığım yanıtın içinde nicel problemlerin hiçbiri yoktu. Bu emekçi arkadaşımız, okula yeni başlayacak olan çocuğunu özel bir okula yazdırmış. Servis, yemek, kıyafet vb. harcamalar hariç okul ücreti olarak yıllık 15 bin lira ödemiş. Neden devlet okulu değil de özel okul diye sorduğumda yanıtı “abi devlet okullarının halini biliyorsunuz” oldu. Detayına girmeyim, halinden şikayetçi olduğu devlet okulundan kaçma nedenlerinin arasında raporların odaklandığı nicel problemler yoktu. Vatandaşımız “Çocuğumun ne idiğü belirsiz adamlara benzemesini istemiyorum!” diyor. Sohbetin devamında, özel okullara kaçan her emekçi gibi onun kaygısının da “ne idiğü belirsiz” dediği adamlar tarafından çocuğunun elinden alınması, gelecek vaat etmeyen eğitime tabi tutulması olduğunu anladım.

Raporlar insanların bu kaygısına hepten kayıtsız değil tabi. Önemli olan niteliğe ilişkin taleplerimizi muhalefetin öznesi haline getirmek. Bunu biz yapmazsak örgüt (AKP) kendi içinden çıkardığı unsurlarla toplumun gazını alır ve halkımız yine oraya kulak kabartır. Sorunun sorumlusu eski eğitim bakanı Hüseyin Çelik açığı fark etmiş olmalı ki bizim kullanmamız gereken dili kullanmaya başladı. “Eğitimin Halleri” başlıklı yazı dizisinin “Dershane Karmaşası ve Temel Liseler Meselesi” başlıklı üçüncü yazısında şöyle bir tespitte bulunmuş: “Ortaöğretim kurumlarına ve üniversitelere giriş sınavları var olduğu sürece, adı, şekli, mevzuatı öyle veya böyle de olsa takviye kursları varlığını sürdürecektir. Siz buna ister dershane deyin, ister kurs deyin, ister etüt merkezi deyin, ne derseniz deyin aynı kapıya çıkar. Varın hiç bir şey demeyin evler, ofisler kayıtdışı dershane olur. Zenginler çocuklarına özel hoca tutar, olan yine fakir fukaranın çocuklarına olur.”

Bu kişinin bu lafı etmeye hakkı var mı? Yok tabi! Ama gelin görün ki ihmal ettiğiniz tekrarında yarar görmediğiniz size ait mesajla kendini yeniden üretmede kullanabiliyor.