Danışman, uzman, yönetici olarak bilgisini, kafa emeğini şirketlere, bankalara satan akademisyenler

Danışman, uzman, yönetici olarak bilgisini, kafa emeğini şirketlere, bankalara satan akademisyenler; örneğin bizde bir zamanlar “holding profesörleri” diye adlandırılan iktisatçılar bilim yapabilirler mi?

“Zaman bulabilirlerse niye yapmasınlar” diyebilirsiniz Ancak, soru, bir zaman kısıtı olarak değil de, bilimsel üretim ile işverenin çıkarları arasındaki olası çelişkilerle ilgili olarak sunulabilir. İktisatçıların araştırma gündemi, patronun faaliyet alanı ile (kısmen de olsa) çakışırsa, bilim insanı “sahibinin (patronunun) sesi” olmaktan ne kadar kurtulabilir?

Son günlerde Amerika’da “iktisatçıların meslekî ahlâkı” çerçevesi içinde bu soru tartışılmaya başladı. İlginç uzantıları olduğu için kısaca dikkat çekmek istedim.

***

“Patronun hizmetkârı olan iktisatçıların ahlâk sorunları” ile “burjuva iktisadının günahları, hataları” aynı şeyler değildir. Yerleşik iktisat öğretisinin yetersizlikleri, sığlığı ABD’de patlak veren uluslararası kriz sonrasında ortaya çıktı; teşhir edildi. Mizahî bir eleştiri örneği olarak solcu bir iktisatçıdan, Dean Baker’den bir aktarma yapalım: “Ekonominin gidişatını izleyen binlerce iktisatçı var. İyi de para kazanıyorlardı; ekonominin çöküşüne yol açan balonlaşmayı farketmeleri gerekirdi; işleri de buydu. Farketmediler veya önem vermediler. Dikkat ediniz: Bu başarısızlık nedeniyle hiçbir iktisatçı işini kaybetmedi.. Kızgın kalabalıkların iktisatçıların tümünü ülkeden kovmamış olmaları şaşırtıcıdır.”

Baker’in eleştirisi, iktisatçıların ahlâkını değil, yetersizliklerini sorguluyor. “İktisatta meslekî ahlâk” konusuna dikkatleri kaydıran bir örnek ise Federal Reserve Board’un eski üyelerinden, akademisyen Frederic Mishkin’le ilgilidir. İzlanda Ticaret Odası Mishkin’e 124000 dolarlık bir rapor siparişi veriyor. Kendisinden beklenen, endişe uyandıran boyutlarda şişkinleşmiş olan İzlanda bankacılık sisteminin sağlığını, güvenilirliğini araştırmasıdır. “Parayı verenlerin düdüğünü çalan” Mishkin, pembe gözlüklü bir rapor yazar; kısa bir süre endişelerin dağılmasına katkı yapar. Ne var ki, çok geçmeden İzlanda bankaları batacak; ülkeyi de çöküntüye sürükleyecektir.

Örnekler arttı; özellikle Amerika’da iktisatçıların yaygın bir “ahlâk bozukluğu”na sürüklenmekte oldukları algılanmaya başlandı. Sonunda, Amherst’ten iktisat profesörü Gerald Epstein’in girişimiyle üçyüz civarında Amerikalı iktisatçı Amerikan Ekonomi Birliği’ne hitaben bir “meslek ahlâkı ilkeleri çağrısı” kaleme aldılar. Eleştirilerinin hedefi, akademik iktisatçıların holdinglerde, şirketlerde çalışmasını önlemek değildir. Orası Amerika’dır; kazanç tutkusu saygındır. Sorun, iktisat politikalarını ilgilendiren konularda görüşlerini kamuoyuna aktaran iktisatçıların, özel sektörle parasal bağlantılarını gizlemeleridir. Böylece kamuya “bilimsel” görüntü altında aktarılan önerilerin, patronlarının çıkarlarına hizmet amacı izleyebileceği de gizlenmiş olmaktadır.

Çağrı metni bu bozulmayı ortaya koyan örnekler içeriyor: “Son zamanlardaki kamu politikaları tartışmalarını ön planda etkilemiş olan 19 iktisatçıdan 13’ünün önerdikleri politikaların para aldıkları şirketleri de ilgilendirdiği belirlenmiş; ancak bu 13 iktisatçıdan sadece 5’i bağlantılı oldukları şirketleri açıklamışlardır. 2008-2010 dönemindeki finansal reform hazırlıklarında Kongre tarafından görüşlerine başvurulan 82 akademisyenin üçte biri finansal reform yasası üzerinde görüşlerini sunarken, yasanın etkileyeceği şirketlerden para almakta olduklarını gizlemişlerdir.”

“Ahlâk polisliği”ne soyunan iktisatçıların önerileri basittir: Bir özel kuruluşla parasal ilişki içinde olan alan iktisatçılar, akademik makalelerinde, raporlarında, kamuya dönük sunumlarında para aldıkları kaynağı açıkça belirtsinler ki bu katkıları okuyanlar, izleyenler bilimsel bulgular ile patronun çıkarları arasında bir uyuşmazlık olabileceğini sorgulayabilsinler.

***

Sorun, elbette, Türkiye’de de var. Özelleştirmeler furyasında örneğin Petkim ve Tüpraş’ı alan holding patronlarının özelleştirme-karşıtı gazetecileri, iktisatçıları bordrolarında tutmak istemeyecekleri hep doğal karşılandı. Bazı gazetecilerin hem perde arkasında, hem de köşe yazılarıyla, habercilikleriyle patronlarının iş takipçiliğine kalkıştıkları ortaya çıktı. Özel üniversitelere aktarılan kamu fonlarının eleştirisini, bu üniversitelerdeki sosyal bilimcilerden beklemek safdillik olur. 2001 krizinde batık bankaların yönetim kurullarında görev yapan iktisat uleması, köşe yazılarında ve TV programlarında krize karşı politikaları tartışırken, patronlarının çıkarlarını mı gözetiyorlardı; bilimsel bulgularına mı dayanıyorlardı?

Sadece özel sektör mü? Bu hafta içinde bir açık oturumda değerli bir şehir plancısı ile yanyana oturduk. Üniversitelerdeki seçkin şehir plancılarının İstanbul Belediyesi’nin çeşitli projelerine yüksek bedelli sözleşmelerle katıldıklarını belirtti ve Amerikalı iktisatçıların “meslek ahlâkı” çağrısını andıran sorular sordu: “Belediyeyle para ve çıkar ilişkisi içine giren profesörler, İstanbul’un sorunlarını tartıştıklarında bağımsızlıklarını, eleştiri yapma hakklarını koruyabiliyorlar mı?”

Devlet üniversitelerinin siyasi iktidara karşı bağımsızlıkları? Birkaç yıl önce Rektör Yücel Aşkın’a uygulanan zulme karşı topluca tepki gösteren Üniversitelerarası Kurul üyelerini hatırlatalım. Bugünlerde rektörlerin tipik tavrı, Başbakan’ın davetine sessizce icabet etmektir. Organlar, yöneticiler iktidara biat ederken, öğretim üyeleri etkilenmeyecekler mi? Öğrencilere uygulanan sindirme kampanyasının, hocalara yansıması kaçınılmazdır. Gazete patronlarını “çalıştırdığınız köşe yazarlarından sorumlusunuz” diye uyaran Başbakan’ın, üniversite hocalarına, “aylıklarınızı devletten, yani hükümetten, yani bizlerden alıyorsunuz; bize ayak uydurmanız gerekir” zihniyetiyle fırça çekmesine er-geç sıra gelecektir.

Dünyada, Türkiye’de iktisatçılara, sosyal bilimcilere dönük güncel çağrı şudur: “Patronlarınızın, sermayenin ve siyasi iktidarlarınızın çıkarlarına, baskılarına teslim olmayın… Bilimsel özgürlüğün ön-koşulu olan eleştirel tavrınızı ödünsüz koruyun; bu tavrı öğrencilerinize taşıyın; onlarla birleşin…”