Bir sığınağı olmalı insanın diye düşündü.

Bir sığınağı olmalı insanın diye düşündü. Koşulsuz sevebilmeli. Herkesi, her şeyi ve hatta kendini bile unutturacak biri olmalı hayatında. Bu düşüncelerle, doyumsuz ve gösteriş meraklısı insanların arasından kaçarak uzaklaştı. Nereye gideceğini bilmeden böyle çaresiz  yürümeyeli ne kadar olmuştu? Zaman kavramı kafasındaki diğer kavramlar ve gerçekler gibi karmakarışık bir şeye dönüşmüştü. Kendi gözünde dünyanın en çirkin, en başarısız ve en güçsüz insanıydı o akşamüstü. Büyük ihtimalle ertesi gün kendini daha az çirkin, biraz daha başarılı ve güçlü hissedecekti. Ama şimdi bütün bu karamsar hisleri ve düşüncelerinden kurtulmak imkânsız gibiydi. O kadar gerçektiler ki gözünde... Yarın bir yalana dönüşeceklerdi belki. Bazen yarın ne kadar uzak görünüyordu insanın gözüne. Otuzlu yaşlarında bir kadın için daha mı çekilmezdi bazen hayat ? Üstelik evli değilseniz, çocuğunuz olmamışsa… Oysa kendi seçimiydi. Hayatı çift kişilik yaşamayı hiç istemedi. Başkasıyla uyumayı hiç sevmedi. Tek başına ve istediği saatte düşünceleriyle uyuyakalmalıydı. Çift kişilik bir dünya onu hemen hemen aynı saatte uyumaya ve uyanmaya zorlayacaktı. Zorbalık ona göre değildi. Belki bir gün hayat boyu böyle yalnız uyumak ve uyanmak ona korkutucu gelecekti. Arkadaşlarının çoğu aile kurarken o, yalnızlıktan korkmaya başlayacak, biraz çevresinin biraz da hormonlarının baskısıyla çocuk bile yapacaktı. Belki gerçekten de sevecekti birini bir gün bütün bir hayatı beraber geçirmek isteyecek kadar. Ama o bir gün bugün değildi. İşinden alamadığı parası, hiçbir zaman zamanında yatıramadığı kirası, çok çalışmaktan ve az uyumaktan şişmiş gözleriyle annesinin evine gitti. Bir zamanlar böyle hissettiği anlarda ya arkadaşlarına ya da sevgilisine sığınırdı. Simdi ise en güvendiği ve tek sığınağı annesiydi. O, bütün olumsuzlukları silebilir, onu bütün kötülüklerden koruyabilir, başarılı ve parlak bir hayatı olmamasını bile gözünde şirin bir şeye dönüştürebilirdi. Biraz sohbet ettiler, biraz film izlediler, biraz da meyve soydular. Tadına hiçbir zaman alışamadığı, annesinin «ilaç niyetine» hazırladığı bitki çaylarından içti, biraz daha sohbet ettiler. O kanepede, annesiyle aynı battaniyenin altında, elinde tarçın kokulu bir çay fincanıyla, miskin kedisiyle yine bütün olumsuzluklardan sıyrılmıştı. Bir şeylere gülerken küçük bir aynada yüzünü gördü. Şimdi daha güzel ve daha az başarısızdı. Ama o an çirkin ya da başarısız olmak kötü hissetmesi için bir neden olamazdı. Böyle anlar ne kadar az, ne kadar muhteşemdir. O gece bütün kötülükler sadece haberlerde dinlediği uzaklıktaydı. Herkesten önce oracıkta uyuyakaldı. Arada gözlerini açtığında kedisinin yavaşça aralanan gözlerine değdi gözleri ve aynı anda yeniden uykuya daldılar. Bir sığınağı olmalıydı insanın.