Geçen yıllarda Cumhuriyet revaçta idi, şimdi ise demokrasi. Hatta, zamanın Genelkurmay Başkanı Büyükanıt, 27 Nisan muhtırası öncesinde, seçilecek Cumhurbaşkanı için “Cumhuriyete sözde değil, özde bağlılık” ölçütünü dillendirmişti; AKP çevresi ise, “dindar Cumhurbaşkanı”.  E-muhtıra metninde, “sözde” nitelemesi, vatandaşlar için yapılmıştı… Yıllar ilerledikçe, bu kez sıfat demokrasi için kullanılmaya başlandı: “ileri”.

 

SİYASAL İKTİDARIN İKİ YÜZÜ

İzlenen dış politika ve iç politika arasındaki zıtlık açık . Diplomasi, dış politika ve ilişkileri belirleme sanatıdır. Kullanılan dil, takınılan tavır ve yöneticilerin davranış biçimleri, “ihtiyat ve itidal” sözcükleriyle özetlenebilir. Bağırma-çağırma, meydan okuma ve böbürlenme, demokratik bir ülkenin çağdaş diplomasi imajına yabancı. İçte ise, saydamlık, katılımcılık ve çoğulculuk, demokratik toplumu niteler.

Buna karşılık, AKP Hükümetleri uygulaması, dışa dönük olarak adeta meydan okuyucu bir söylem ve duruşu sürekli kılma iradesini yansıtıyor. Bu tarz, Suriye karşısındaki tavrından yeni Osmanlıcılık olarak adlandırılan eğilime kadar bir genel tutum şeklini almış bulunuyor. Mesela, Suriye’nin askeri uçağımızı düşürmesi karşısında, “büyük devlet ne yaparsa biz de onu yapacağız” söylemi dillere pelesenk edildi, gazeteciler dâhil. Savaşın eşiğine gelinmesinde bu tarzın payı açık…

Ya içeride? Saydamlık, katılımcılık ve çoğulculuktan uzak bir politikanın sürekliliği ve yaygınlaştırılması var… Dünden bugüne birkaç kesit, içe dönük yüz üzerine yeterince malzeme sağlıyor:

 

HAK VE OY AVCILIĞI

2003’te birbiriyle ilişkisi olmayan iki ayaklı bir anayasa değişikliği girişimi gündeme getirilmişti: seçilme yaşının 25’e inmesi ve 2B kapsamındaki arazilerin satılması. 2011 seçimlerine iki gün kala, bakan yardımcılığı ihdas edildiği ve bunun için ilkokul kaydının yeterli olduğu açıklandı…

Bu çıkışlar iktidar partisine ne oranda oy kazandırdı? Meçhul; ama, 30 yaşın altında sadece iki milletvekili var; ilkokul mezunu bakan yardımcısı hiç yok.

“Seçilme yaşı eşiğini 18’e çekme” girişiminin anlamı ne? “Üniversite yerine TBMM” olmasa gerek…

 

“MEVZUATA UYGUN ANAYASA” MI?

Anayasal düzenlemeyi gerekli kılan en temel konular, art arda yasalarla düzenleniyor: eğitim (ilk, orta, yüksek), yerel yönetim ( Büyükşehir Belediyeleri) ve insan hakları alanlarına uzanan yelpaze, istisna tanımıyor. Bu dizide üç ciddi sorun var:

-Yapım tarzı demokratik değil, kapalı kapılar arkasında hazırlanıyor.

-İçerik yönünden, “yenilik ve reform” adına, sistem alt-üst edildi ( 4+4+4) ve mevcut kazanım ve güvencelerin yok edilme olasılığı gündemde (YÖK)… Büyükşehir Belediyeleri yeniden yapılandırmayı hedefleyen yasa, -içeriğinden bağımsız olarak- “merkezi güdümlü” yerinden yönetim modelinde Türkiye’yi iki ayrı rejime götürüyor. İnsan hakları ise, Yürütme güdümünde yeniden yapılandırıldı bile…

-Bu denli radikal yasal değişiklikler, -sorunlu da olsa- devam eden yeni anayasa süreci bakımından ne ifade eder? Bir yandan, Anayasa Uzlaşma Komisyonu’na acele etmesi için “dışarıdan” müdahale; buna karşılık,  hem de çok daha telaş ve ivecenlikle art arda “kanun imalâtı”. Hatta, “yok kanun, yap kanun” (Enver Paşa) zihniyetinden de beter bir anlayışla ve üstelik, “mevzuata uygun anayasa” süreci (Evren Paşa) devam ediyor.

 

“YÖNETİMDE TAM HİYERARŞİ”

Bir Bakan, “Başbakanın talimatı ile başlatılan” projeden, bir diğeri “Başbakanın onayı ile tamamlanacak” projeden söz ediyor…

            İnsan Hakları Danışma Kurulu’nu 8 yıl süreyle toplantıya çağırmamayı, üyeleri arasında görüş ayrılığı ile açıklayan Hükümet, İnsan Hakları Kurumu’nu (TİHK) kurdu.  Üyelik için “İnsan hakları alanında temayüz etme” koşulu getirilse de,  Hükümet ve CB tarafından atanan 10 üyeden kaçının adının insan hakları uzmanlarınca duyulduğu “meçhul”. Kesin olan, kendi aralarında “görüş birliği” sağlayacakları…

             Çoğulculuk ilkesine  kapılar o denli kapatılmış ki, siyasal eğilim uyumu olan bir öğretim üyesine TÜBA üyeliğinden TİHK üyeliğine bir düzine görev verilebiliyor iken, mesela “yetmez ama evet”çilerin bile esamesi  yok. Çoğulculuk ve özerkliğin asgari gerekleri, yerini tam bir hiyerarşik düzene bırakmış durumda.

 

“SÖZDE”  CUMHURİYET’TEN “SÖZDE” DEMOKRASİYE…

              Üçüncü Paşa’nın sözleri artık hayli gerilerde kaldı; “özde bağlı CB” seçildiği için mi, yoksa Cumhuriyet artık “sözde” kaldığı için mi? Ama ben, “demokrasi” söyleminde “ileri” olanı kesinlikle istemiyorum; çünkü, “asgari” demokrasiye razıyım. Hiç değilse, o kadarı mevcut olsa; 1982’deki, “…bu Anayasada gösterilen hürriyetçi demokrasi”den geriye düşüldüğü bir ortamda.