Bakmayın siz  bu ülkeyi 17 yıldır yönetenlerin “daha ileri bir demokrasiyi ülkemize getirmek istiyoruz” demesine. Daha öncede “demokrasi amaç değil, araçtır” sözleri de yine bu iktidara aittir.  Seçimin her türlü hazırlığını, denetimini, oluşumunu belirleyen, oy kullanma hakkına sahip seçmen kütüklerinin çıkaran, YSK üyelerini atayan, sandık kurul başkanlarını kamu görevililerinden atayan ve seçim güvenliği için her […]

Bakmayın siz  bu ülkeyi 17 yıldır yönetenlerin “daha ileri bir demokrasiyi ülkemize getirmek istiyoruz” demesine. Daha öncede “demokrasi amaç değil, araçtır” sözleri de yine bu iktidara aittir. 

Seçimin her türlü hazırlığını, denetimini, oluşumunu belirleyen, oy kullanma hakkına sahip seçmen kütüklerinin çıkaran, YSK üyelerini atayan, sandık kurul başkanlarını kamu görevililerinden atayan ve seçim güvenliği için her şeyi organize eden AKP iktidarı, kaybedince, “organize kötülük”, “mundar seçim”, “sandıkta darbe”, “seçimler şaibeli” diyerek, olağan sonuçlara, keyfi bir “olağanüstü itiraz” hakkı kullanmayı tercih ediyor.

Çünkü demokrasi ile barışık değiller. Halkın iradesini hazmedemiyorlar. Demokrasiyi öğrenemediler. Halkın bunu yaşamasını ve öğrenmesini engelliyorlar.

İktidar halkın refahı, huzuru, barışı için ve demokrasi, özgürlük adalet için kamu hizmetleri üretmek yerine, ona karşı “kendine özgürlükçü iktidar” kuruyor.

Yandaş yazarı “bekamızı demokrasiye feda etmeyelim” diyerek, belediye başkanlarının Cumhurbaşkanı tarafından atanmasını önerebiliyor.

Bir başka bilgi fukaralığı, halkın seçtiği Ahmet Türk’ün mazbatasının, Kürt yaşının kâmilliğinden alınıp, kendi cehaletine teslim edilmesini istiyor.

İktidar bloku “seçim tekrarlansın” istiyor. Türkiye çapında 3 milyon 394 bin oy alan MHP, sadece İstanbul’da 4 milyon 177 bin oy alan Ekrem İmamoğlu’nun kazanmasına ve seçmenin iradesine saygı göstermiyor.

Ama kamu vicdanı ve adalet duygusu sonuçların tanınması, hiç bir hukuk dışılığa, keyfiliğe başvurulmadan, mazbataların verilmesini talep ediyor.

AB konseyi ise İstanbul’daki yerel seçim sonuçlarına ilişkin “seçmenler tarafından alınan kararları uygulayın” çağrısı yapıyor.

Çünkü halk sandıkta tercini kullandı ve iradesini beyan etti. Halkın bu tercihinin ve iradesinin hak ettiğine kavuşmasına karşı ortaya konulan itirazlar, gerçek olmayan deliller, tehditler ve YSK’ye baskılarla engellenmesi sadece bir demokrasi ve hukuk karşıtlığı değil, iktidar gücünün ve hukuk dışı otoriter keyfiliğinin gösterisine dönüştürülmüştür.

“İleri demokrasi” diyenler adeta kabile devletine dönüştürdükleri bir ortamda, iki haftadır halkın iradesine el koymuş durumdalar.  Bu bir güç ve keyfiliğin egemenliğini kurmaya yönelik çabalardır. Ama bunun da beyhude bir boş çaba olduğu da bilinmelidir.

YSK adeta Türkiye toplumu ve onun seçme ve seçilme hakkına dayanan iradesi ile dalga geçen kararları ve açıklamalarıyla, hukuk camiasının hedefi haline gelmiştir.

YSK’nin hukuk dışı kararlarının en bariz örneği kazanan KHK’li adaylarla ilgili olanıdır. Halkın seçtiği 6 HDP’li başkana mazbata vermiyor. Halkın iradesine kayyum atıyor. Yargı vesayeti üzerinde, demokrasiye karşı, kayyum rejimi kurumsallaştırılıyor.
KHK’li seçmenin aday olmasını kabul ediyor. Oy kullanmasını kabul ediyor.
Seçimlerin kazanmasını kabul ediyor.

Ancak KHK’li olduğu için mazbatasını vermiyor!

Seçilme hakları ellerinden alınıyor!

Halkın iradesi yok sayılıyor.

İktidarın ikinci sıradaki adayına başkanlık yolu açılıyor. YSK aklımızla dalga geçiyor, halkın iradesine HDP’li olduğu için saygı göstermiyor. Kürtlerin yerel yönetime katılım hakkına YSK patentli kayyum rejimi ile engel oluyor.

YSK bununla sadece demokrasinin ve halkın iradesinin canına ot tıkamıyor, Kürtlerin ve farklı düşünen muhalefete yönelik ayrımcılık ve dışlama politikasıyla suç işliyor. HDP’ye oy veren insanların oylarını değersizleştirmek, ötekileştirmek anayasal suçtur. Dolaysıyla YSK alanen suç işliyor.

Dolaysıyla toplum olarak hak etmediğimiz bu ucube siyaset kültüründen kurtulmak için, sadece yasaların değil, aynı zamanda siyaset kurumların ve toplumun demokratikleşmesi için zorunlu din dersleri yerine zorunlu demokrasi dersleri ilköğretimden itibaren müfredatlara alınmalıdır. Eğitimi dinselleştirmek suretiyle, devlet yönetimini şeyh mürit ilişkisine dönüştürmek isteyen zihniyete karşı, halkın yönetimi demokratik katılım kanallarını açacak,  hesap soran ve hesap veren yurttaş olması için demokratik iklim ancak eğitim ve hukuksal güvence ile mümkündür.
Aksi takdirde sandık başındaki “mazbatayı vermeyeceğiz” kavgası bitmez.