Ülkedeki kutuplaşmadan ve bölünmeden çok daha vahimi, toplumun kendi içine çökerek adeta karadeliğe dönüşmesidir. Malumunuz bu tür bir ‘son’ yakındır, gidişatın sorumluları da bellidir

“İleri demokrasiden” otoriter “çaresizliğe” çöküş

MURAT MÜFETTİŞOĞLU

Kültür, ‘bir toplumun ürettiği değerler bütünüdür’. Yatağı eğri büğrü tasarlanmış bir toplumsal yaşam çalkantılı ve bulanık akar. Böyle yaşamlarda olumsuz anlamlara gelen kavramlar farklı ifadelere ve davranış biçimlerine bürünerek kamufle olurlar. Kamufle edilemeyen şey; sabahtan akşama tekrar eden yoz pratiklerin belirlediği zihniyetlerdir, ki bunlar değerden ziyade değersizlik üretirler.

Demokrasinin ve özgür katılımın askıya alındığı toplumlarda politik yaşamın tasarımını ve yeniden üretimini bizzat iktidar yapar. Merkezden gelen “arzları” eleştirecek muhalif zemin baskılandığından, karşı talepler üretecek toplumsal cesaret de yoktur. Bu koşullarda iktidarın bütün “arzları” kendi güvenliğini sağlamaya dönüktür; toplumun menfaatleri dikkate alındığındaysa aslında birer ‘arıza’ niteliğindedirler. Merkezin taban üzerindeki etkisi tavan yaptığından, pek az insan bu durumun farkına varır. Hal böyleyken, siyasal iktidarın üretip dolaşıma soktuğu her kavram(nosyon) ve ilke(norm), aynı zamanda onun “etik-politik” kodlarını yansıtır. Aşağıdaki kavramlar ve güncel karşılıkları, dişlileri dağılmış bir ‘etik-politik’ yaşamın kodları hakkında fikir verecektir:

İkiyüzlülük: Mısır’da Müslüman Kardeşler hakkında verilen idamlar için isyan eden AKP’lilerin ‘idam isteriz’ nutukları atması. Nankörlük: “(Cemaatle mücadelede) AK Parti hep yalnız bırakıldı” lakırdıları. Yalancılık: “Cemaat bizi kandırdı” safsataları. Çıkarcılık: “Ver desteği al ihaleyi” muhabbeti. Yağcılık: “Ekose desenli ceket satışlarında ve bıyık bırakanların sayısında artış”. Bağnazlık: “İş kazası bu işin fıtratında var. Ölenler şehitlik mertebesine çıkmıştır” yaklaşımı. Çağdışılık: “Evrim teorisi bilimsel olarak eskimiş ve çürümüş bir teoridir” zihniyeti. Pişkinlik: “Suriye’de hata yaptık” itirafı. Hinlik: “Çok çocuk yapın, Yaradan rızıklarını verir” telkinleri. Vicdansızlık: “Bir kereden bir şey olmaz” beyanı. Acizlik: “Telekineziyle başbakanı öldürmeye çalışıyorlar” goygoyculuğu. Bölücülük: “Hayırcılar vatan haini ve teröristtir” çığırtkanlığı. Odunluk: “Kadın gibi yüz yıl yaşayacağıma adam gibi bir yıl yaşarım” kafası vs.

Toplumsal çöküş, tarihsel birikimlerin ve insani pratiklerin sonuçları olan ‘değerlerin’ yok oluşuyla başlar. Bugün ülkedeki kutuplaşmadan ve bölünmeden çok daha vahimi, toplumun kendi içine çökerek adeta karadeliğe dönüşmesidir. Malumunuz bu tür bir ‘son’ yakındır, gidişatın sorumluları da bellidir. İktidara geldikleri günden beri merkezi güçlerini artırmanın çabasından vazgeçmeyen, yönetmekten ziyade baskı kurmanın derdine düşen, ardarda yaptıkları yanlışların bedelini ödememek için monarşizm kokan bir anayasayı ve başkanlık sistemini dayatan ‘siyasi irade’ söz konusu çöküşten azade olmadığı gibi, çöküşün de başını çekmektedir. Tekrar tekrar vurgulamakta yarar var: Toplumun çöküşü, buna sebep olan iktidarın çöküşünden çok daha kaygı vericidir. Zira silbaştan değer üretimi için gerekli zemini ve zamanı tahsis etmek sanıldığından çok daha zordur.

Bir iktidarın(hükümetin) dâhili ve harici krizleri yönetmesi teknik bir konudur. Bunun için politikanın normal kabul edilen araçları ve yöntemleri kullanılır. Ekonomik ve hukuki yaptırımlar, diplomatik girişimler, müzakereler ve propaganda belli başlı yöntemlerdir. Yapısal bir çöküşün kökleri ise daha derinlere uzanır ve kurutulması kolay değildir. Normal araçlar ve yöntemler devreden çıkarılır; en yumuşağından en sertine çok daha anormal tekniklere geçilir: (yandaş medya destekli) ajitatif söylemler, manipülasyon, içerde ve dışarıda düşman yaratma, provokasyon, muhalefeti kriminalize etme girişimleri, milis kuvvetler oluşturma, askeri müdahale vs.

İktidarın epeydir yaşamakta olduğu çöküşün iki temel göstergesi var: İlki, etik-politik kodlarındaki bozulmadır ki yukarıda örneklendirilmeye çalışıldı. Diğeri, reel-politik grafikte gözlemlenen faz değişimidir. Geçen 15 yıllık dönemin kritik noktalarını hatırlayalım: AKP için, ‘bir emperyal proje partisi olan ANAP’ın devamıdır’ diyebiliriz. ANAP’tan farkı; Müslüman Coğrafyası olarak da nitelendirilen bölgeyi “etkileme” misyonunun da kendisine verilmesiydi. ANAP Türkiyesi daha çok ileri karakol misyonunu sürdürmekle sınırlıydı. Yani AKP, ılımlı İslam taktiği üzerinden küresel kapitalizmin bölgedeki dinamik taşıyıcısı olacaktı. Sağ liberaller tarafından desteklenmesinin nedeni de zaten buydu. Sosyal liberallerin desteğininse Avrupa Birliği normlarının kabulü ve entegrasyon politikalarının uygulanması bağlamında koşullu olduğu anlaşıldı. Hatırlanacağı üzere, ‘yetmez ama evet’ grubu sonradan ‘kandırıldık’ deyip iktidar mekiğinden ayrıldılar. Tekrar bağlanma ihtimalleri bakidir. Zira tarihsel pratikleri açısından ‘liberalizmin’ kendisi sosyal takısından daha baskındır ve varlığı piyasa/para politikalarına bağlıdır.

AKP, 2002’de entegre olduğu küresel yapının görece demokratik kodlarını 2010’a kadar taşıdı. Daha doğrusu, pragmatik hedefleri ve doğası gereği taşımak zorunda kaldılar. Aldıkları taban desteğinin özgüveniyle otoriterliğin dozunu artırınca 2013’te Gezi Direnişi ile karşılaştılar. Epeydir baş aşağı giden ekonomik ve siyasi eğriler iyice eğrildi. En büyük koalisyon oraklarıyla(Cemaat) kavgaya tutuşunca devletin tepesinde yalnız kaldılar. Derken Haziran 2015 seçimlerinde resmen yenildiler. Daha da sertleşmekten ve otoriterliği anayasal düzlemde güvence altına almaktan başka seçenekleri kalmamıştı.

En geniş desteği aldıkları muhafazakâr, milliyetçi ve ümmetçi kesimin tahkimi hala birincil derecede önem arz ediyor. Lakin orada da ciddi sıkıntılar var. Evet-Hayır referandumu bu açıdan önemli bir gösterge olacağa benziyor. Özetle; Haziran 2015’te yaşadıkları demokratik mağlubiyet ve Kasım 2015’te elde ettikleri taktik galibiyet dâhil, özellikle Gezi’den bu yana geçen son dört yıllık dönem –dâhili ve harici politika üretmekten ziyade- (kendi) krizlerini “yönetmenin” derdiyle geçti. Bir süredir son evre olan endişe ve korku evresini yaşıyorlar. Ancak korku yönetimi kriz yönetimi gibi değildir; yüzde yüz haklılık ve meşruluk zemininiz yoksa akıbetiniz aşağı yukarı bellidir. Çöküşün göstergesi olan faz değişiminden kastımıza gelince: Başlangıçtaki ılımlı İslam ve “ileri” demokrasi retoriğinin 15 senede otoriter İslam ve başkanlık sistemi “çaresizliğine” dönüşmesidir.

Kültür, ‘bir toplumun ürettiği değerler bütünüdür’ diye başlamıştık. Değersizlik üretimiyse kültürsüzlükten ziyade türlü seviyesizlikler ve fenalıklar doğurur. Geçen ay TBMM Genel Kurulu’nda Bağımsız Milletvekili Nazlıaka’nın demokratik kürsü eylemine müdahale eden ve üç milletvekilini de darp eden AKP Milletvekili Özdoğan Enç, ertesi günü Meclis’e tekerlekli sandalye ile gelmiş, etrafını saran AKPli bakanlar ve vekillerle de hatıra fotoğrafı çektirmişti. İktidarın son 15 yılda ürettiği değersizliklerin toplamı o fotoğrafın bizzat kendisidir, ki kavramsal karşılığı tam manasıyla etik-politik çöküştür. Varlık Fonu’nu yönetecekler de bu zihniyettir!